Uyarı: Okuyacağınız içerikte tetikleyici unsurlar bulunabilir.



Günler içinden bir gün güneş gecenin ardından milyonuncu kez doğdu. Adam yatağından kalktı eli pencereye uzandı, önce gözlerini kamaştıran güneşe baktı. Güzel değildi. İnsanoğlu bir şey onu iyi hissettirmediği vakit koca güneş bile manasız kalırdı ve öyle de oldu. O koskoca güneş ondan kat kat büyük olan bu evren artık manasızdı. Adam pencereden güneşi izlediği o vakti bunları geçirmişti aklından. Sonra bir şeyi beklemek de manasız olduğundan bedeninin ağırlığını yavaşça pencereden dışarı bıraktı kollarını açmış 50. kattan aşağı doğu düşüyordu. Ellerinde rüzgarı hissetti. Bir kuş gibi özgürce uçuyordu. İntihar ettiğimde acaba yere düşmem kaç saniye sürer diye düşünmüştü hep. Bunları aklından geçirmesi de 50 kat aşağı düşerken o birkaç saniyede oldu. Sonra içindeki ruhun pek bir önemi kalmadığı o acıdan ağırlaşmış beden düştüğü yerde tok bir ses bıraktı. İşte şimdi de bir ağacın kökleri gibi yerin üstünde uzanıyordu elleri. Sonra bilincini kaybetmese sorardı dönüp dünyaya hani ikisi de birden olamazdım diye. Hem bir kuş ve hem bir ağacın kökleri. Hem gökyüzüyüm hem yerin dibi. Ama bunları sadece bunu yazan insan söyleyebildi onun yerine. Artık bir önemi kalmayan umutsuz insanın bedeni, yerde yavaş yavaş kırmızı rengini veren kan gölünün içinde yatıyordu. İçindeki yorulmuş ruh son kalan ışığıyla sönmeden, önce gökyüzüne yükselip bir kuşa sonra da toprağa inip bir ağacın tohumuna can verdi. Böylece tükenmiş ruhlar yeniden can buldu.