Fark ettim ki ölüm bir bakış açısıymış. Çok sevdiği biri ölen insan mezarlık severmiş sanardım, ta ki çok sevdiği biri öldüğü için mezarlıktan nefret eden insanla tanışana kadar.
Fark ettim ki ölümü bir yok oluş sananlar dünya hayatına daha kolay adapte oluyormuş. Benimse ağzımda, çok sevdiği bir yemeği defalarca yediği için artık alınmayan bir zevk tadı var. Aynı zamanda gelecek için sonsuz olasılıklı planlarınız da varsa işte o zaman henüz yaşanmamış hayatların yorgunluğunu da sürüyorsunuz peşinizden.
Bir daha dünya hayatına gelmeyecek olmanın kişiye verdiği o sonsuz sabır, hayatta kalma çabası bir hediye mi yoksa eziyet mi bilemiyorum. Bense her gün ve saat bir daha gelecek olacağımı bilmenin düşüncesiyle kendimi bir arada tutmaya çalılıyorum.
En anlayamadığım şey ise bunu bilinçli bir şekilde seçmiş olmam. Kendi hür irademle gelmiş olmamın verdiği o dayanılmaz acıyı hafifletebilmek için dünyanın tüm enerjisini harcıyormuşum gibi hissediyorum.
Fark ettim ki sevgi, sadece inananların iyileştiricisiymiş. Zihninle yarattığın bu gerçeklikte ölümün dahi çözüm olmadığını bilmek muazzam bir çaresizlik.
"Bir çay mı demlesem yoksa kendimi mi assam bilemiyorum" cümlesine karşılık bir çay mı demlesem yoksa yaşamaya devam mı etsem bilemiyorum diyerek bir katkıda bulunmak istiyorum.
Fark ettim ki zor olan ölmekmiş. Ah o her şeye baştan başlamak zorunda kalmanın yarattığı tahammülsüzlük hiçbir şeyle kıyas yapılamıyor.
Fark ettim ki insanların çoğu yok olmak seçeneğine sığınarak normal oluyormuş.
Bu durumda her ölüm bilinçli ya da bilinçsiz bir intihar değil midir ?