İçi neredeyse bomboş olan, ayak uçlarımda yerde dik bir şekilde duran çantamı sırtladım. Ardından kapatmış olduğum kapının kilidine elimdeki anahtarı sertçe soktum. İki kez çevirdim, kilitlendiğine emin olduğum kapının deliğinden anahtarımı çıkarıp cebime attım. Tüy gibi hafif çantamla merdivenleri yavaşça inmeye başladım. Bina lükstü. Zengindi burada yaşayanlar. En aşağı kata kadar indiğimde karşımda kapıcıyı gördüm. Bana selam verdi. Karşılıksız bıraktım selamını. Yoluma devam ettim. Dış kapıya vardım. Arkamdan kapıcının bir şeyler söylediğini duyar gibi oldum ama umurumda olmadı. Bu sözler anlamsız birer mırıltıdan ibaretti benim için. Kapıyı açtım. Yüzüme güneş vurdu. Güneş ışığı yüzünden kamaşan gözlerimi kapatmak yeterli olmayınca ellerimi perde olarak kullanarak gözlerimin önüne tuttum. İçgüdüsel olarak gözlerimin önüne perde işlevi görsün diye koyduğum ellerim sayesinde göz kamaşmam hatırı sayılır şekilde azalmıştı. Ama parmaklarım arasından gözüme gelen ışınlar hâlâ gözümü acıtmaya devam ediyordu. Neyse ki uzun sürmedi bu göz kamaşması. Güneş ışınlarını engelleyen elime artık ihtiyaç kalmadığı için indirdim. Bir elim cebimde yürümeye başladım. Yanımda götürmek istediğim şeyleri çantama koymamın sebebi onları kolay taşımaktan ziyade insanlardan saklamak. Yürürken şemsiye almadığım için kendime kızdım. Almış olsaydım bu yağmura tutulmazdım. “Umarım yaz yağmurudur” dedim içimden. Neyse ki umduğum olmuştu. Birkaç dakika sonra yağmur dindi. İyi ki önceki gün çıkmamıştım dışarı. Çünkü dün yağan yağmur hiç de yaz yağmuru değildi. Bildiğin sağanaktı. Yürürken birkaç sokak müzisyenine rastladım. Hiç sevmezdim sokak müzisyenlerini. Onlara kulak asmayarak yoluma devam ettim. Bayağı bir yürüdüm. Ayağımda bir anda hissettiğim şey sonrasında yavaşladım ama durmadım. Top çarpmıştı ayağıma. Nereden geldiğine bakmak üzere etrafıma bakındığımda çocukların bağırışlarını duydum. Toplarını istiyorlardı. Geri dönüp onlara toplarını vermek yerine yoluma devam ettim. Caddenin karşısına geçmem için yayaların beklemesi gereken yeşil ışığın yanmasını bekledim. Ara sıra yeşil ışığı beklemeden koşarak geçenler oluyordu. Ben ise “lütfen bekleyiniz” diye ses çıkaran trafik ışığının yeşile dönmesini bekliyordum. “Şimdi karşıya geçebilirsiniz” sesini duyduğum an koşar adımlarla yürüdüm. Arkama baktığımda bastonla zar zor ilerleyen bir teyze gördüm. Umursamayıp yoluma devam ettim. Sonunda ormana varmıştım. Benim için çok özel bir yere sahip orman. Okuldan kaçıp internet kafeye gitmek yerine buraya gelip kitap okurdum eskiden. Beni kovalayan zorbalardan bu ağaçlara tırmanarak saklanmıştım. Kafalarına kozalak fırlatınca ormanı cinli sanıp kaçmışlardı. Çok şey yaşamıştım burada, bu ormanda. Orman dediğime bakmayın, ağaçlık diyemeyeceğim kadar büyük ama küçük bir yerdi burası. Derinliklere doğru ilerleyince yavaşladım. Çantamı yere koydum. Açıp içinden uzun bir ip çıkardım. Bir ağacın dalına doğru savurdum ipin bir ucunu. Sımsıkı bağladım. Ardından aşağıda kalan ipi de bağlayacakken bir ses geldi. “Bayım, salıncak mı yapıyorsunuz acaba? Lütfen ben de binebilir miyim? Lütfeeen!” sesin geldiği yöne döndüm. Kafamı azıcık aşağı indirince küçük tatlı bir çocuk gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. “Hayır, yy...yani evet salıncak yapıyorum küçük kız. Buralarda gezinme, hem ailen nerede senin? Hadi git ailenin yanına.” Kızın sorusuna kekeleyerek ancak bu şekilde cevap verebildim. “Bayım lütfen salıncağınıza binebilir miyim? Biraz sallanırım sonra söz uzaklaşırım buradan.” dedi küçük kız şirin bir şekilde. Kıramadım. “Tamam ama sadece 1 tur sallanabilirsin sonra doğruca ailenin yanına gideceksin söz ver bakayım” dedim. “Söz veriyorum bayım, söz söz söz! Sadece 1 tur bineceğim sonra eve gideceğim” dedi kız hızlı bir şekilde. Aklımda salıncak yapma gibi bir planım olmadığı için hazırlıksız yakalanmıştım. Etraftan bir odun parçası buldum. İpin aşağıdaki kısmının düğümünü çözüp salıncağa elverişli olacak şekilde bağladım. Odunu koydum aşağıdaki ipe. Ardından montumu koydum odunun üstüne ki çocuğun üstü kirlenmesin. Salıncağa oturmak için zıplasa da yetişemeyen çocuğa oflayarak yardım ettim. “Sımsıkı tutun ha düşme sonra!” dedim aceleyle yaptığım salıncakta sallanmak isteyen çocuğa. “Tamamdır; sımsıkı tutundum, sımsıkı.” Sallamaya başladım. Sallarken de sorular soruyordum. Yaklaşık 2-3 saat salladım. Uzun uzadıya sohbet ettik. Babası ölmüş. Annesi hasta. Ama kız bunları yüzündeki gülümsemesinden ödün vermeyerek anlatıyordu. Hava kararıyordu. Çantamdan çıkardığım atıştırmalıkları kıza verdim. Bitirince kıza beni takip etmesini söyledim. Daha sonra montumu kızın üstü kirlenmesin diye salıncağa serdiğimi hatırladım. Kıza burada beklemesini, hemen geleceğimi söyledim. Montumu alıp döndüğümde kız burada değildi. Onu ne kadar arasam da bulamadım. Geri dönerken bir trafik ışığında beklerken bastonlu bir teyzenin önümde durduğunu gördüm. Usulca koluna girdim ve birlikte geçtik yolu. Bana teşekkür etti ve yoluma devam ettim. Ardından etrafıma bakınırken halı sahayı gördüm. Bomboştu. Yarın sabah veririm diye bir sürü top aldım çocuklar için. Sokak müzisyenlerinin dağılmaya başladıklarını gördüm. Günün son parasını onlara ben verdim ve hafif bir tebessümle evime vardım. Kapıcının sigara içtiğini gördüm. Bir dal çıkardım. “Ateşin var mı?” diye sordum. Usulca çakmağını sonra ağzımdaki zehri yaktı. Birlikte tek bir laf etmeden tüttürdük. Yarın o kızı bulacağıma dair söz verdim kendime. Hayatımı sonlandırmak için aldığım ip salıncağa, karamsarlık dolu hayatım aydınlığa döndü bugün.