Şiirlerle doldurmak istediğim duvarlarım var benim. Kendi içinde çalkantılı iç dünyasında buharlı gemiler kalkan ve hiç bilmediği limanlarda demir atan alelade bir insan oldum geçirdiğim 3 sene boyunca. Ezberimde şiirler, gözlerimde her an taşacak gibi duran yaşlar besledim. Yıldız hocanın sesinden şiirler dinledim, Nazım'ı tanıdım, İsmet'i, Arif'i, Nilgün'ü ve daha nicelerini. Ne yaşadım geçen 3 yılda, ne oldu da hayattan bu kadar korkarcasına nefret ettim ben? Yaş aldım, yaşlandım da öldüremedim içimde büyüyen çocuğu; başkalarının acılarına üzülen, onlar için göz yaşı döken. Umarsız sevdalara yelken açmaya çalıştım defalarca, yanıldım her seferimde. Eski şarkılarda aradım geçmişimi, anısı olan yerlerde dolaştım. Dolandım durdum geçmişimin tozlu ayak izlerinde. Haykırasıya ağlamak istedim gerekli gereksiz, düğümledim boğazıma her seferinde. Çok insan tanıdım yüzleri, doğum izleri, gizleri. Sonradan anladım, insan denilen mahlukatı, koca bir saçmalıktı anlamaya çalışmak beşeri. Büyüdüm, bilmeden geçmişte yaşarken ben AN kaybolmuş günler bir defterin sayfaları gibi uçuşup gitmişti adeta. Duraksamadan nefes alırdım sandım, bugün 22 yaşında ilk defa nefessiz kaldım, yetmedi, hızlı soluklarım aciz bedenime. Fark ediyor da insan zamanında yaktığım onca sigara düşünürken düşlüyorken ne çok zarar vermişim kendime. Hayat büyük devasa bir nebula, dışardan hoş içerinde bir gayr-i ihtiyarlık. Bu savaşın içine düşen ne yaşar ne ölür, bilmez ki kimse yaşıyor mu sahiden? Hukuktaki gaiplik gibi bir şey sanki. Yaşıyorsun da kimse bilmiyor yahut ölmüşsün de bulamamışlar cesedini.
Sahi, böyle geçmişti 3 yılım.
İnsanlara sorsan eğlendi diyorlar yaşadı o bu hayatı. Ben ne anladım bu kavga gürültüden. Hani bir ben var bilincimden ayrı da o eğleniyor geziyor günün gün ediyor da ben yaşlı huysuz bir alt komşu gibi tavana maşrapayla vuruyor gibiyim. Uykularım kaçardı elbet, başım ağrırdı belki de her gün işe gitmeyecek olsam. Diğer ben hafta sonlarının prensiyken hiç düşünmemiş gibiyim içimdeki ihtiyarı. Onca olaya karşı emekliye çıkarmışım da sanki onu, maaşını yatırmıyor gibiyim.
Ve aklıma Oruç geliyor, bir tortu olmak, bir tortu bırakmak...
Sonra toparlamak istiyorum kendimi fakat motivasyon bir iki gün yetiyor da tüketiyorum sonra kendimi. Şiirlere düşüyorum sonra tanıyorum hiç bilmediğim elin adamlarının yaşadığı nice aşkı, kavgayı, sevdayı ve vatanı. Sonra bütün benliğim ile nefret ediyorum her birinden ayrı ayrı ve kabulleniyorum benliğimin tümüyle sesleniyorum, pekala. Duraksıyorum, hatta şaşırıyorum, bu büyük savaşta ne denli bir mağlubiyettir bu...
Nazımın dizleri dökülüyor dilimden, korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır...
Bu münevverlik bu fedakarlık kimin için, kime bunca çaba? Dövüştün, dövüldün ve en nihayetinde öldün. Ne anladılar senin bu koca hayatından ya da anlayacaklar? Gocuklu celep kadar olamadın be kardeşim kaldırdığın sol elinden başkası değildi de ondan. Bizim gibilerinde içten içe bildiği bir gerçekten bahsedeceğim, sakın ha korkmayın bu söyleyeceklerimden. Ne halk ne kavga ne de bunca karmaşa beyazın karanlığın savaşı değil. Solun ya da sağın değil bunca gürültü. Bizler dövüşülmeye değer bir şeyler aradık kendimize; bir amaç, bir fikir. O yüzden girdik ya birbirimize bunca zaman.
Sonra bir ses yükseldi kalabalığın arasında, hem de yanı başımızdayken merhum. Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır, bir de yarınlar için direnenler.
Ustaca bir haykırıştı bu insanlığa, ölülerimiz ölmediler, onlar geleceğe yazdılar isimlerini. Ne sağ kaybetti bu savaşta ne de sol. Ama bilmediler mi kendi içlerinde yitenler niye yitti, hangi düşünce galip geldi diğerine, silip attı mı tümüyle biri diğerini yer yüzünden. İnsan mutlu olamadı yer yüzü de aşkın yüzü