Bu öykü @üçüncü ile beraber ucubeliğin sınırında yazılmıştır.



İri kadın evinin bahçesinde rüzgarlarla boğuşuyordu, çarşafları tellere asmak için uğraşmak, yeni doğmuş bebeğini doğurmaktan daha zahmetliydi, kocaman donlar, kocasının yırtık baksırları uzun saçlarına değiyor, korku filmlerindeki gibi suratında öylece kalakalıyordu ve iri kadın bundan nefret ediyordu. Rüzgar otları süpürüyordu tüm şiddetiyle, kadının saçları gibi uzun elbisesi de dolanıp duruyordu, öfleyerek çok çabuk pes etti ve çarşafın bir ucu ipteyken diğer ucunu rüzgara bırakıp evin içine kapattı kendini, şimdi de bebeği ağlıyordu, bir sigara yaktı ve beşiğin tepesinde dikilip ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş ve sesi çatlamış bebeğini gözetledi, uzun tırnaklı elinin tersiyle bebeğin yanağını şöyle bir okşadı ve iri kıçını dönüp salona geçti. Koltuğa gömülüp en sevdiği sitcomu izlemeye koyuldu, yanı başında kocası oturmuş birasını yudumluyordu, alnını parçalamış kurşun izi hala kanlıydı, güzel dizi dedi, iri kadın ses etmedi, televizyonu izlemeye devam ediyordu, televizyonda bir kadın vardı, iriydi, kocasının aşağılayıcı esprileri yüzünü kızartıyordu, iri kadın komik bir şekilde ellerini beline sarmalamış ağlayan bebeğine bira içiriyordu, gülme efektleri deniz dalgaları gibi yığılmıştı, iri kadın osurdu, kocası çok yaşa dedi, iri kadın ise her osurduğumda çok yaşa dersen ölümsüz olurum diye bir espri patlattı, gülme efektleri doluştu. Sitcom berbat diye düşündü iri kadın ama izlemeden edemiyordu, en sevdiği şeyler hep en nefret ettiği şeyle bir arada olmak zorunda gibiydi, iri memeleri göğsünü daraltırken göz ucuyla kocasını dikizledi, bebek hala ağlamasını kesmemişti, kocası çamaşırları ne ara hallettin diye sordu, iri kadın boş ver dercesine elini salladı, ve bir yandan içine çöreklenen öfkenin büyüdüğünü hissediyordu, oturduğu koltuğa bir tekme attı, televizyonun sesini yükseltti, aynı anda bebek de çığlıklarını arttırdı. Sinirleri gerilmişti, bebeğin odasına gittiğinde bir sigara daha yaktı, sivilceli, uzun saçlı ve pek uzun olan bir çocuk vardı karşısında, ağzında biberon sürekli ağlıyordu, iri kadın ne yapacağını bilmiyordu, iri bebeğe ne iyi geleceğini bilse de bunu yapmak istemiyordu, zorla olsa da dudaklarını ayırıp şarkı söylemeye çalıştı, tutkalla yapıştırılmış dudakları vardı onda şarkı söylerken, bozuk ve çöpe atılan kaset misali, unutulmuş şarkıydı söylediği, iri bebek neşeyle elleriyle alkış tuttu, sonra sıkılıp sivilcelerini sıkmaya başladı, iri kadın başarmıştı, şarkıdan nefret etse de sigarasından bir fırt çekip odasına dönmeye karar verdi. Ama bir anda durup ergen bebeğine okkalı bir tokat savurdu, aynı anda bebeğin yüzü düştü ve dudakları sarktı, iri kadın durmadı kollarıyla kavradı bebeğin başını ve onu güç bela duvara sabitlerken bir eliyle de burnunu sıkıyordu, geri çekildiğinde bebeğin saçları ellerinde kalmıştı, dudaklarını ayırdı ve gülme efektleri çıkardı gırtlağından, yapmacık, tekrar eden, aynı sesler topluluğu, bebek duvarda çökmüş iki büklüm olmuştu, küçük elleri iri yüzünü kapatıyordu, kulakları kızarmıştı, iri kadın beşiğe gitti ve yastığın altındaki tabancayı aldı, sert ve koca adımlar attı, salonda hala sitcom izleyen kocasının yanına gitti, sitcomdaki iri kadın uyuyordu ve kocası bebeği emziriyordu. Kadın silahını doğrulttu, odayı dolduran ses ardından devrilen cesetler, kocası ve bebeği de yerde kanlar içinde uzanıyordu, kadın neredeyse çığlık atarak uyandı, alnından akan iri ter boncukları ürpertiyle vücudunu sarmalamıştı, hızlıca üstüne bir şeyler geçirdi, hızlı adımlarla odasını terk etti, salonu, dış kapıyı gerisinde bıraktı ve kendini evin bahçesinde buldu, rüzgar tıpkı rüyasındaki gibi çetin cevizdi, terli bedenini hırpalıyor belinin ağrımasına neden oluyordu, hızlı adımlarla küçük kulübesinden kazma aldı ve incir ağacının altındaki sert toprağı kazmaya başladı, nefes alacak zaman dahi yoktu, kafasının içindeki sesler uğultuya dönüşmüş boğazına yapışmıştı, kazmaya devam etti, bir süre sonra eşilmiş toprağın altından kocasının çürümüş kafasını gördü, uzun uzun baktı, o günkü gibi kurşun hala kafatasını parçalamıştı, içi rahatladı ve bebek odasına doğru yürümeye başladı, bebeği beşinde huzurlu bir şekilde uyuyordu, pencereden süzülen dolunayın ışığı mavi ve soluktu, rüyasında neden bebeğine nefret beslediğini şimdi anlıyordu, öldürdüğü kocasına çok benziyordu çünkü, onu nazikçe kollarına aldı, ve nefret etse dahi hafifçe bir ninni tutturup söylemeye başladı, her şey geçmişti, yanındaydı bebeğinin ve kimse onu incitemezdi, buna izin vermeyecekti. Bir anda sarsıldı her şey, duvarlar titremeye ve yer gümbürdemeye başladı, ninnisi bir karabasanın iniltisine dönüşürken, bebeğinin suratı ezilip büzülüyor, çirkin bir yaratığın kabuğuna benzeşiyordu, iri kadın nefesi kesilmiş bir halde uyandı, boğuluyormuş gibi hissediyordu, atağı boğazında kocaman bir yumru gibi büyümüştü, uzun tırnaklı elleri boğazına yapıştı, iyi bir nefes alabilene kadar öylece durdu orada, sonunda solukları düzene girdiğinde yatağından indi, bir ruhsuz gibi perdeleri sıkıca kapatılmış soğuk ve karanlık evin içinde yürüdü, dış kapıyı açtı, güneş tepedeydi, sıcak yüzüne çarptı, bahçede yarım kalan işleri onu bekliyordu ama midesinde yükselen ekşi tadı görmezden gelip bir şeylere devam edemezdi, küçük kulübesinden kazmayı aldı, incir ağacının altındaki kuru toprağı kazmaya başladı, alnından terler şap şap düşüyordu, sonunda kazma sert bir şeye çarptı, alnı parçalanmış iskelet ve yanında uzanan küçük iskelet açığa çıktığında olduğu yere çöktü ve kazmayı bıraktı, hiç rüzgar yoktu havada, güneş ensesini ve sırtını kavuruyordu, herkes yerinde ben de yerimdeyim diye düşündü, artık rahatlamıştı, kazmayı aldı ve toprağı cesetlerin üstüne örttü, evine girdi, her zamanki koltuğuna kuruldu, bir sigara yaktı ve en sevdiği sitcomu açtı.