Kitabın 115. sayfasında geçen bir alıntıyla başlamak istiyorum: "Bir kitap bizi alıp diğer kitapların üzerine çıkarmıyorsa o kitabın neresi iyidir?"

Kitap için tanımım tam olarak bu: Bizi alıp diğer kitapların üzerine çıkaran kitap.


Böyle çarpıcı bir karakter kadrosuna sahip bir kitabın aksini yaşatması mümkün olamazdı zaten. Başrolümüz, Nietzsche (tek başına bir ordu). Ölümünden sonra doğacak. Zerdüşt diye biri yaşıyor zihninde. Henüz gerçekte hayat bulmamış ama ileride tüm dünyayı kasıp kavuracak. Başta sadece hastaydı, sonradan hasta bir doktor olacak.

Bir diğer çok önemli karakter Josef Breuer. Çaresizce, asla yaşayamadığı bir hayatın yasını tutuyor. O da Nietzsche gibi Tanrı'yı öldürmüş. Doğaüstü güçlere inanmıyor ve nihilizm içinde boğulmak üzere. Neden yaşadığını ve nasıl yaşayacağını bilmiyor. İlk başta sadece doktordu, sonradan hasta bir doktor olacak.

Sigmund Freud. Geleceği parlak bir delikanlı bu sayfaların içinde. Dahiyane fikirleri var. Henüz tanınmıyor, gelecekte çok büyük adam olacak.

Lou Salomé. Ah, Salomé! Kardeşi kardeşe düşman eder, o cinsten.

Bu dört büyük insan bir araya getiriliyor kitapta. Bu dört büyük insanın hayatları muazzam bir kurguyla birbirine bağlanıyor. 18. yüzyıl Viyanası'nda soğuk bir günde başlıyor maceraları. Çok büyük sorulara, sorunlara çözüm aranıyor 425 sayfa içerisinde. Bugünlerde herkes çok sık soruyor bana sen kimsin diye. Ben kimim? Bu baş belası sorudan çıkıyor tüm dertler. Kimiz, kim olmalıyız, neden buradayız? Bu çemberde dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Cevapsız. Ardından tekrar yola çıkıyoruz. Kimiz? Cevapsız. Dönüp dolaşıp aynı yer. Boşa bir çaba gibi görünüyor halbuki hiç öyle değilmiş.


"Kutsal olan hakikat değil, kişinin kendi hakikati için çıktığı arayıştır! Kendi kendini sorgulamaktan daha kutsal bir şey olabilir mi?" Nietzsche yetişiyor imdadımıza.

Kilit bir alıntı yukarıdaki. "Kişinin kendi hakikati için çıktığı arayış." İlk başlarda Nietzsche'nin doktoru olan Breuer için bu macera tam olarak bu. Nietzsche'nin yardımıyla kendini arıyor, bulamıyor. Arıyor, arıyor, arıyor. Sonra buluyor ve gördüğü manzara hiç hoşuna gitmiyor. Bakıyor ki bir hayatı olmamış. O, hayatı değil, hayat onu yaşamış. Önceden çizilmiş bir yolda hiçbir şey yapmadan elleri cebinde ıslık çalarak yürümüş meğerse.

Farkına varıyor bunların. Ve işte o zaman başlıyor acı. Farkındalık bir çığ gibi birikiyor omuzlarında. Ümitsizlik hastalığı tüm vücudunu kaplayan bir tümöre dönmüş. Yeni bir hayata başlamalı diyor. Ama zaman geçti, iş işten geçti fayda eder mi, diye düşünüyor bu sefer. Bunların hepsi Nietzsche önderliğinde gerçekleşiyor. Bir bakıyorlar ki hasta ile doktor yer değiştirmiş. Doktorumuzun kanaması artık dinmiyor ve kan kaybından ölmek üzere. Yeni bir hayata başlamalı ama ölüm kapıda.


Varoluşun baş düşmanları zaman, yaşlanma ve ölümle nasıl baş edebilirsiniz? İçine tıkılıp kaldığımız içi zehir dolu o kuyuda boğulmak mı çaremiz? Zamana inat mı yaşamalıyız yoksa? "Zaman durdurulamaz: Bu bizim sırtımızdaki en büyük yük. En büyük mücadelemiz de bu yüke rağmen yaşayabilmek." (s. 314) Nietzsche yine imdadımıza yetişiyor. Breuer'in imdadına yetişiyor. Mücadele etmeliyiz diyor. Zamana karşı amansız bir mücadele.

Nietzsche Breuer'i iyileştiriyor. Breuer Nietzsche'yi iyileştiriyor. Bu iki muhteşem dost bir kış günü yürürken yaptıkları bir konuşmayla tüm insanlığı değiştirecek, iyileştirecek fikirlere ev sahipliği yapıyorlar.


Irvin D. Yalom bu iki muhteşem insanı bir araya getirip böyle çarpıcı bir eser ortaya koyduğu için kendisine ne kadar övgüler yağdırsam az.

Edebiyat ve felsefenin bu fevkalade birleşimi okurken apayrı bir zevk veriyor insana. Felsefeye ilgisi olan, olmayan herkes okumalı. Her kesimden insanın beğenebileceğini düşünüyorum ama hele bir de felsefe hakkında bilginiz ve sevginiz varsa 425 sayfa boyunca mest olursunuz. Okumaya başlamadan önce Nietzsche'nin din felsefesi hakkında bilgi sahibi olmanız sizin için avantajlı olur. Kitapta ilerledikçe özellikle son 70 sayfa boyunca sanki elimde tuttuğum bir nesne değildi, harflerin bir araya gelmesinden oluşan bir kitap değildi, sayfalar yığını değildi. Olayların hepsi canlıydı sanki. Nietzsche ile Breuer'in konuştuğu odada sanki ben de köşedeki kanepede oturmuş, sessizce elimdeki deftere not alarak onları izliyordum.

Dediğim gibi herkesin okumasını şiddetle tavsiye ederim. Okunmakla kalmayıp anlanması halinde hayata çok farklı anlamlar katmamıza, çok farklı pencerelerden bakmamıza yarayabilecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Sağlıklı, mutlu günler. Kitapla kalın

Sevgilerimle.