İsmim önemli değil benim, zaten kimsenin de umurunda olduğunu düşünmüyorum. Sadece bir işçiyim; öyle işim de zor falan değil, masa başında oturup bütün gün gelen giden evrakları düzenler, patronlarıma doğru dürüst bir işçi olmak için uğraşırım. Nedenini bilmesem de etrafımdaki insanlar sürekli benimle uğraşır. Dışlarlar, dalga geçerler benimle; çok da umurumda olmaz ya hani, varsın dalga geçsinler. Ben kendimin ne olduğunu biliyorum. Normal bir sokakta, biraz yıkık dökük bir binada oturuyorum. Tek başımayım ve bunu da seviyorum. Hiçbir arkadaşım da yok, gerek de yok bence. Benim en iyi arkadaşım hayvanlar. Nedensizce severim onları; bilirim, onlar da beni sever. Söylemezler ama ben gözlerinden, kuyruk sallamalarından anlarım beni sevdiklerini. Mesela köşebaşında duran, adını Marki koyduğum bir köpek var. Arka bacakları sakat olduğundan sürekli aynı yerde durur. Hiç kıpırdamaz yerinden. Yemek bekler, sevgi bekler sadece insanlardan. Biraz da çirkin bir şey olduğu için insanlar pek sevmez onu. Uyuzdur bu, yanaşmayalım der; bakmadan, yanaşmadan geçer giderler. Herhalde bir tek ben severim onu.
Şimdi yine o çok sevdiğim işime doğru gidiyorum, sokağı döndüğüm anda görürüm Marki'yi orada; o da beni görünce kuyruk sallamaya çalışır, heyecanlandığını anlarım. Yüzümde ufak bir tebessüm olur, yanına yaklaşıp başını okşarım. Dünden hazırladığım yemeğini önüne koyar, onun minnet dolu bakışları ardından geçer giderim işime. Patronum, arkadaşlarım görür geldiğimi. Yine dalga geçmeler, konuşmalar başlar benim hakkımda. Masaya oturduğum an bir sürü evrak yığılır önüme ve onları bitirmeye koyulurum. Bittiğinde de kafamı kaldırıp dışarı bakarım ve bir günün daha bittiğini anlarım ya da yeni başladığını, bilemiyorum. Çünkü geceyi severim. O gökyüzünden güneşin gittiğini, yerini güzel yıldızlara bıraktığını görür, onları doya doya izlemeye koyulurum.
İş yerinden çıktım şimdi, her zaman gittiğim o deniz kenarında yüksek bir yer vardır. Ayaklarım kendi yolunu bulur ve bir bakmışım oradayım. Tek başıma olacağımı zannederken her zaman oturduğum yerde bir adam görüyorum şimdi. Paltosu yırtık pırtık, biraz esmer, çirkin bir adam. Yanaşırım yanına, selam veririm. İlk başta bakar, bir süzer beni, ne olduğunu anlamaya çalışır. Sonra oturduğu bankta kenara kayar, bana yer açar. Muhabbete dalarız. Ne olduğunu anlayamadan zaman su gibi akmış olur. Anlattığı şeylerden birazcık size bahsedeyim.
Yedi yıldır sokaklarda olduğundan, her gün yatmak için farklı yerler aradığından bahseder bana. Biraz acırım adama. Bir kendi halime bakarım, bir adama. Ama adam bilgilidir. Çok şey anlatır bana. Yatmak için bulduğu yerlerden nasıl kovulduğundan bahseder. Artık bıktığını söyler. Yaşamak için bir amacım kalmadı, der bana. Sahi yaşamdaki amaç nedir ki zaten? Kimi güzel kariyer yapıp evlenmek için yaşar, kimi hayallerini gerçekleştirmek için. Devam eder anlatmaya, intihar etmeye kalkıştığını anlatır bana. Korkarım ilk başta intihar konusundan. "Korkma," der bana, "korkma, o kadar da kötü bir şey değil, zaten ölmek için yaşamıyor muyuz bu dünyada?" Biraz hak veririm. Hayatımı gözden geçirdiğimde ne için yaşadığımı düşünürüm. Sahi niye yaşıyorum ben? Her gün işe git gel. Sonra aklıma Marki gelir nedensizce. Bütün gün sokağın köşesinde oturduğunu düşünürüm. Hiç kimsenin ona yanaşmadığını, kimsenin onu sevmediğini. Sonra kendimle bağdaştırırım onu. Ne kadar benziyoruz Marki'yle. Bir tek, benim bacaklarım sakat değil ve gezebiliyorum. İntihar düşüncesi gelir aklıma. Sonra korkar, geri çekilirim. Adam da anlatmaya devam eder. Havanın çok karardığını fark eder, gitme saatimin geldiğini söylerim. Ona baktığımda gözlerinden akan o uykuyu fark ederim. Hemen, derim, gideyim de rahat uyusun. Üstümdeki paltoyu da veririm ona. İlk başta şaşırır, sonra teşekkür eder ve sevincini gözlerinden okurum. Yavaşça kalkıp, selam verip giderim evime. Gece yatağımda hep intiharı ve o adamı düşünürüm. Gözüme bir türlü uyku girmeyince cam kenarına geçip yakarım sigaramı. Kafamın azıcık rahatladığını hissederim.
Ertesi gün ve ondan sonraki günler sürekli aynı şeyleri yapar, Marki'yi sever, işe gider, iş çıkışı da adamın yanına uğrar muhabbet ederim. Adamın gitgide intiharı daha çok istediğinin farkına varırım. Benim de aklımı karıştırır iyice. Ama bir türlü cesaret edemem.
Aradan bir ay geçti ve bir arkadaş edindim. Adı Olric. Yakışıklı biri; uzun boylu, güzel gözlü ve biraz şişman. Nasıl benimle arkadaş oldu bilmiyorum. Marki sayesinde yine. Nasıl, kısaca özet geçeyim: Marki'nin olduğu sokağa doğru giderken Olric'i gördüm. Orada Marki'nin yanında durmuş, onu seviyor ve ona yemek veriyor. Biraz kıskandım ilk başta, yalan yok ama sonra gidip tanışınca iyi biri olduğunu anladım. Sonra da muhabbet etmeye, beraber gezinmeye başladık; işte böyle.
Olric ile bir gün gezerken onu biriyle tanıştırmak istediğimi söyledim. O da olur deyince benim her zaman gittiğim tepeye gittik. Oradaki adam yine bankın üstünde yatmış uyuyordu. "Bak," dedim, "orada duran adam, onunla tanıştıracağım seni." Olric bir oraya baktı, bir bana; yüzünde anlayamadığım bir ifade belirdi. Sonra orada kimsenin olmadığını söyledi. "Nasıl?" dedim. "Bak, orada, bankın orada yatıyor." Bir daha baktı ve deliymişim gibi beni süzdü. Sonra bir işinin çıktığını söyledi ve gitti. Herhalde deli sandı beni ama oradaki adamı görmedi. Gözlerimi ovalayıp ben de baktım ve orada olduğunu yine görünce herhalde uzakta diye pek göremediğini düşündüm. Olric'in gitmesi çok da umurumda olmadı. Adamın yanına gidip oturdum. Bana artık intihar etmek istediğini söyledi. Ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Bana baktı ve "Mesela," dedi, "sen niye intihar etmiyorsun, söyle bana." Aklıma birçok şey geldi. Ağzımı açıp tek kelime edemedim. Sadece Marki diye bir şey geveledim. Adam bu halimi görünce tebessüm etti. Hiçbir şey demeden yatıp uyumaya devam etti. Ertesi güne kadar hep aklımdaydı intihar düşüncesi. O adamın sorusuna cevap verememem sürekli aklımdaydı. Yine evden çıkıp sokağın köşesine, Marki'nin olduğu yere doğru giderken. Orada beni kimsenin beklemediğini gördüm. Ne Olric ne de Marki orada değildi. Etrafa bakındım, nereye gitmiş olabilirdi ki? Sonra etraftaki o iğrenç koku burnuma geldi. Etrafa az daha bakınca çöpün orada bir şey gördüm. Marki'nin cansız yatan bedeni. O an sanki başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Bunu kimin yaptığını, neden yaptığını düşündüm. Neden bir insan köpeğe bunu yapardı ki? Marki'nin o kesilmiş kafasının nasıl göründüğünü size anlatmak istemiyorum. O an bir hışımla koşup her zaman gittiğim tepeye doğru ilerledim. Baktığımda bizim oradaki adam tepenin ucunda duruyordu. Artık yaşamak için hiçbir nedenimin kalmadığını anladım. Yanına gittim onun. O bana bakıp geçen gün sorusuna cevap veremedikten sonra güldüğü gibi güldü bana. Ve aşağıya atladı. Korkuyla aşağıya baktığımda hiçbir şey göremedim. Adam yok olmuştu. Sonra Marki'nin o kesilmiş kafası gözümün önüne geldi, hiçbir şey düşünmeden kendimi tepeden aşağıya bıraktım...
Gazetede bir haber:
Görevliler uçurumun altındaki taşlarda bulunan cesedin kime ait olduğunu bugün teşhis ettiler. Darly Provski adlı bir işçiye ait. Neden intihar ettiği hâlâ araştırılıyor. Hiçbir yakınının bulunmamasından dolayı cenaze işlemleri hızlıca halledilecek ve kimsesizler mezarlığına defnedilecek. Olric adlı biri, intihar eden Darly adlı kişiyi tanıdığını ve biraz değişik bir insan olduğunu söyledi. "İntihar ettiği tepedeki bankta olmayan biriyle konuştuğunu gördüm ve bence delinin tekiydi," diye de ekledi.
Darly kendi halinde yaşayan biriydi ve tek sevdiği şey Marki adlı köpekti. Onun da öldürülmesi sonucunda artık bu dünyada yaşamaya değer bir şey görmediğini anladı ve intihar etti. O tepede konuştuğu adam da kendisiydi. Olric'in orada adamı görmemesi bu sebepten dolayıydı. Tek arkadaşı, tek dertleşebildiği kişi yine kendisiydi yani. Herkesin dışladığı, kimsenin sevmediği ve deli diye görünen kişiydi Darly. Aslında deli sayılmaz çünkü bu kadar hastalıklı ve ikiyüzlü insanın bulunduğu yerde deli diye anılan kişiler tam tersine en çok doğru olan kişilerdir. Şükrü Erbaşın da dediği gibi: "Delilik mi dedin? Kim bilir... Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu." Ne güzel demiş. Herkesin farklı bir gözle baktığı kişiler değil midir onlar? Delidir onlar ya da insanlar öyle görmüştür onları. Neye göre yargılandıkları bilinmez ama herkes kendi içinde biraz deli değil midir zaten? Darly de öyleydi; belki hastalıklı biriydi, hayal ürünü biriyle konuşuyordu, yani kendisiyle, ama bu onun iyi bir insan olduğu gerçeğini değiştirmez. İntihar etmesi ne kadar doğru, onu bilemeyeceğim ama önemli olan onu intihara sürükleyen sebepler. Kendine yaşamak için ne kadar sebep aradıysa bir türlü bulamadı, aksine daha da çok sanki istenmiyormuş hissine kapıldı. İnsanlardan soğudu çünkü onu dışladılar, dalga geçtiler ve en kötüsü Marki'nin ölümüne sebep oldular. Belki Darly de bu hastalıklı insanların içinde yaşamak istemedi. Uzun lafın kısası Darly ve Marki gitti, ikisi de aslında birbirinin aynısıydı. Kimsenin sevmediği, herkesin dalga geçip yanına yanaşmadığı kimselerdi onlar. Ve şimdi göçüp gittiler; belki gittikleri yerde buradakinden daha mutludurlar, en azından beraberdirler belki, bilemeyiz.
Büşra
2021-06-16T15:14:48+03:00Tüylerimi diken diken etti, yine ölümü sevdik inceden.
Aslı
2021-06-16T14:45:54+03:00Biraz daha kapalı bir anlatım olsa daha iyi olurdu diye düşünüyorum. "O tepede konuştuğu adam da kendisiydi. Olric'in orada adamı görmemesi bu sebepten dolayıydı." Mesela burası hiç yazılmayabilirdi, zaten anlaşılıyordu. Anlaşılmasa da yazılmayabilirdi, okurun hayal gücüne bırakılabilirdi bence. Ben çok severek okudum. Tabii okurken içimi buran kısımlar oldu, metin duygusunu tamamen geçirdi bana. Elinize sağlık.