Büyük bir gemide sallanıyor. Geminin kayıkları var, kayıklarının küçük insanları. Bu gemiye ait beş kayık ve mürettebat 17 kişi. Birine beş küçük insan sığışmış, biri öksürdü mü diğerleri de etkileniyor. Arkadaki kayıkların birinden bebek sesi geliyor, gece uyutmadı, şimdi de neşeli sesler çıkarıyor. Güvertedeki yolcular büyük insanlar. Boyları uzun ve dudaklarında puro var.


Soğuk ve gri bir sisin altında ilerliyor gemi. Deniz son günlerde durgun ama bir hafta önce büyük bir fırtına atlattı. Ölümü en çok mürettebat hissetti, sonra kaptan, yolcuların bir kısmı ise kustu. Purolarını çıkarmak ve ağızlarına gelen mide suyunu tükürmek zorunda kaldılar. Bebek neşesini yitirmemişti, hem gülüyor bir yandan da annesini emiyordu. Bazen dozunu kaçırıp ısırdığında kadın hafif bir inleme çıkarıyordu. Gözleri yaşlanmıştı, bu yolculuktan artık bezdiğini söylüyordu.


Kamarasından çıkmayan bir iki ekip vardı; bunlar gece gündüz batak oynuyor, arsızca bağırıp küfrederek birbirlerine sataşıyor, sarhoşluk içinde günlerini gün ediyorlardı. Canları kumar isteyen olursa bu kapılarda nöbet tutuyor canı sıkılan veya tuvalete giden biri oldu mu hemen peşinden odaya dalıp yerini kapıyordu. Ta ki o giden gelene kadar... Çünkü ana ekip gemiye batmak için binmişti, onlar kamaranın demir başlarıydılar. Ve diğer yolculara kıyasla daha uzunlardı, purolarını da daha derin çekiyorlardı. Belalı tip gibiydiler kimse onların keyfini bozmak istemezdi. Sadece ilk hafta kaptan münakaşa etmişti, otoritesini kurmaya çalışmıştı ancak kuyruğunu kıstırarak geri dönmek zorunda kaldı ve kimse bilmiyor kamarada ne yaşandı, ve o çıkar çıkmaz demir başlar nasıl da çirkin gür kahkahalar attı… Doğrusu gemide otorite hiç kurulamamıştı. Belki sadece ilk gün, güvertede herkesin toplandığı gün, pruvaya çıkan kaptan ve asker misali önüne diktiği 17’lik tayfa yolculardan selam almıştı. Ve sonrasında ortalık karıştı, curcuna saatler sürdü. Herkes kamarasına çekildiğinde kaptan nefesini koyverdiği gibi kendini köşküne kapattı. Bebek ve mürettebat kayıklarına çekildi, meydanı yolculara bıraktılar. 


Yolcular kaba insanlardı, puro içmek ve yemek yemek dışında dişe dokunur bir şey yapmıyorlardı. Ya güvertede volta atıyor ya da balgamlarını ağızlarına getirip denize tükürüyorlardı. Bebek en çok bu görüntüye gülmüştü ve sonra alıştı onlardan yana bakmadı. Annesi ise nefretle izliyordu gemiyi. Gemiden atılan her şey midesini kaldırıyordu. Şüphesiz en iğrenci de yaşlı heriflerin yaptıklarıydı. Bu utanmazlar pipilerini çıkartıp kayığı hedef alıyordu. Bir baş denk gelince inanılmaz keyifleniyor, kayıkta kargaşa çıkınca da pipisini dört yana sallayıp şelale gibi yağdırıyordu. Bu sırada bebek kıkır kıkır gülerdi sidiğe ve heyecanla ellerini çırpardı. İlerleyen zamanlarda çocuklarda katıldı eğlenceye. Amcadan gördüklerini tekrarladılar. Bir çocuk diğerini tutuyor, diğeri de kendini aşağı sarkıtıp fermuarını indirmeye uğraşıyordu.


Bağrışan çocuklardan uzaklaşmak isteyen bir çift, pupaya ilerledi. Bir kadının ninnisini işittiler, ona tatlı mırıltılarıyla bir bebek eşlik ediyordu. Başparmağını ağzına sokmuştu, gözleri hafif açık, sağı solu gözetliyordu. Rüyasına şeytanlar girmiş olmalı ki tetikte gibiydi bebek ve kaşlarını çatmıştı. Bu sırada gemi hafif bir sarsıntı geçirdi, çift birbirine sokuldu. Deniz kararmaya yüz tutmuş, gece ayazıyla gelmişti, titremeye başladılar. Bebek de soğukla birlikte uyandı, parmağını bırakıp memeye uzandı. Kuvvetle ısırdı annesini. Annesi inledi. Çift güldü ve kamaraya gitmek üzere geri döndüler.


Yıllar geçiyordu, gemi yolculuğuna devam etti. Yaşlı olanları denize attılar, çok yaramaz çocuklar da denize itilmekle tehdit edildi. Denizdeki mürettebat kaptandan emir beklemeye devam etti. Kaptan çok nadir çıktı köşkünden. Kumarbazlar yılda bir güverteye çıkıp güneşlendi, derileri kabuk gibi sertleşmiş ve kararmıştı. Yüzlerindeki donuk ifadeyi yalnızca söverken dağıttılar. Yolculara, bitmek bilmeyen purolara, büyümüş, artık emmeyen bebeğe bağırdılar. Yüzleri şevkle kızarıyor, bıyıkları terliyordu. Onlar odasına çekilir çekilmez ise güverte eski canlılığına dönüyordu. Şakalar ve iğrençliklerle geçti günler.

Büyüyen bebek on sekizine bastığı gün annesine şunu sordu:

-Bu gemi neden durmuyor?


Ve annesi yaşlanmıştı, memeleri pörsümüş, eski canlılığını yitirmişti. Soğuktan çatlamış dudakları, tuzlu ve şişmiş diliyle ağırca öksürdü. Gözleri yuvalarına çökmüş gibiydi, artık ne hırs ne nefret vardı bu gözlerde. ‘’Neden dursun ki!’’ diye bağırabilirdi belki sinirle. Belki kayıktan atlamak lazımdı, bebeğim seni duymaya tahammül edemiyorum… Bunun yerine işemeyi tercih etti. Külotunu sıyırmadan oturduğu yere işedi.