Saçları yanlarından açılmış bir arkadaşım vardı. Biri ona saçların dökülüyor mu diye sorunca, “Hayır, benim saçlarım hep böyleydi.” derdi. Saçlarının döküldüğünü kabullenmemek konusunda o kadar ısrarcıydı ki saçlarının hep yarı dökülmüş şekilde olduğuna kendini ikna etmişti. Bunun savunmasını ise hep kendinden emin bir şekilde yapardı. 


“Ücretsiz İçsel Seyahat” yazısında kimseyi özlemediği yazmıştım. Bu kimseyi özlememek meselesi kendimi yıllardır inandırmak istediğim bir yalandan başka hiçbir şey değil. Bazı günler o taşraya geri dönmek istiyorum. Yeniden o derenin yanında onunla beraber yürümek ve içimde duyduğum o heyecanı yeniden yaşamak istiyorum. Klişe kelimeleri ardı ardına sıralamak konusunda yüksek lisans yapmış bir adamım. Burada bunu yapmayacağım. Çünkü insan kendiyle yüzleşirken kendine söylediği yalanlara inanmaya fazlasıyla meyilli oluyor.


Kimseyi özlemediğim konusunda kendimi öyle bir ikna ettim ki özlediğim ne varsa hiç yaşamamış gibi oldum. Yarın herhangi bir yerde muhabbet ederken eskilerden konu açılsa yine aynı şekilde davranırım. Çünkü insan kabul ettiği şeylerden öyle kolay vazgeçemiyor. Bu içinde bulunduğumuz durumun ise tek bir açıklaması var: Kendimizi yalancı çıkarmaktan korkuyoruz. 


Eğer aynaya bakarken ışık tam tepenizde değilse yarı karanlıkta seyrelen saçlarınızı net görmezsiniz. Benim içinse ışık nerede biliyorum.