İskender Hocam,

 

Sana ilk defa yazıyorum. Sana niye yazıyorum bilmiyorum, bir kitabında biz Rimbaudlara mektup yazmalarını salık vermiştin, "bana da yaz" diye eklemiştin. Zannediyorum dertleşeceğim bir şiir abisine sahip olma fikri hoşuma gitti. Bütün ıvır zıvır konulardan bahsetmeden önce kendimi tanıtsam daha hoş olur herhalde, böylesi senin de hoşuna gider. Tok sesinle "kimsin sen" diye sorduğunu hissediyorum. Gerçek sen olsa böyle sormazdı muhtemelen ama zaten mektup yazdığım adam da biraz benim küçük İskender'im, yani senden bize kalan küçük İskender. Kimim ben? Ben etkilenen bir ruhum hocam, kim ne yaparsa, ne söylerse ona göre şekil alır, başkalaşırım. Bu yüzden tutunamadığım, sığamadığım çok olur. Nedense beni anlıyormuşsun, yaşadıklarımı yaşamışsın gibime geliyor. Etkilenen ruhluğumu keşfedeli çok olmadı. Senden de etkilendim hocam, şiirime şekil verdin, yazdığım kötü şiirlerin kabuğunu kırmam için bana yol gösterdin. Şu sıralar biraz biraz senin yörüngenden çıkmaya uğraşıyorum. Benim gibi genç şairlerin başka şiirlerle uzun süreli içli dışlı olması iyi değil. Dedim ya etkilenen bir ruhum. Sonra bir bakmışsın senin gibi yazmaya başlamışım. 

 

Gerçekle alıp veremediğim var. Gerçeğin sıkıcılığıyla yetinemiyorum. Gerçek denilen şey bozulmalı, başkalaştırılmalı ki o gerçek sandığınız köhnelikten yeni yaşamlar, yeni dünyalar, hiç değilse yeni fikirler türeyebilsin. Şunu da araya sıkıştırayım, öyle yeni fikirler üretmek için canhıraş uğraşan birisi değilim. Bütün bir insanlık birikimi arkamda dururken, şairin görevi biraz da bu devasa hazineyi kazıp sorular sormak olmalı. Edebiyatçıların çoğu böyle yapmıyor mu zaten, sorular sorup soruların birçoğunun cevaplarını vermeden kenara çekiliyorlar. Benim de sorular üreten sorularım var, okuyucunun okudukça başka başka sorun üzerine kafa yorması, beni okurken hem yeni bir kendi türetmesi hem de etrafındakilerde benzer bir değişim yaratmaya güdülenmesi ihtimali hoşuma gidiyor. Edebiyat denilen şeye belki de çok büyük bir misyon yüklüyorumdur. Ama böyle de olmalı zaten, siyasetçilerin bu kadar büyüklendiği yerde biz edebiyatçılar işimizi hafife alıp sessiz kalamayız. 

 

Yeni yeni Rimbaudlaşıyorum, daha doğrusu Rimbaudlaşmanın önemini yeni yeni anladım. Zannediyordum ki şiir yazmak yeter. Bu bir nebze de olsa doğru fakat sorunun öznesini değiştirince cevap da 180 derece değişiyor. Şiir yazmak kimin için yeterli? Şiire ilk başladığım andan itibaren şiiri bir çeşit rehabilitasyon aracı olarak kullandım. Belli bir süre boyunca bu böyle gitti. Son zamanlarda şu soruyu kendime soruyorum: “Ben şiir yazmasam Türk edebiyatı ne kaybeder?” İşte bu noktada yazdığım şiir farklı bir kıvam almaya başladı. Yavaş yavaş kendi çarpık sesimi buluyorum. Rimbaudlaşıyorum hocam, Rimbaudlaşıyorum...

 

Muhabbetle,

Reşat Kızılgök