İstanbul akşamındasındır sen.

Yol kenarındaki ayyaşın sararmış bıyıklarıyla üstündeki o eski kirli battaniyede, inadına tutunuşundasındır ısınma istemine.

Sahil boyu kayalıklarda oturan yaşlı çiftin, mavi örtülü küçük masalarının üzerindeki o eski ve paslanmış radyodan çalan müziğin rutubetli sesinde ve peşine düştükleri o beş kuruş paranın, şapkaya düştüğündeki çıkardığı sestesin.

Üstelik bir ekmek arası köfte bile alamayacak olmalarına rağmen, umutla tekrar tekrar her akşam dalga boyu akşamı seyrediyorlar. 

Ve bekliyorlar şapkanın içinden gelecek o çın sesini. 

Bir kadın geliyor uzaktan, sağ eli çantasının altını iyice kavramış ve Parmak boğumları sararmıştır sıkmaktan. Sol eli ise fazlasıyla rahat ve dingindir. İşte buradasındır sen; hem ıssız bir sokak, hemde aynı hiddetle dingin.

Sokağı aydınlatan o apartman dairesinin sarı ışığındadır yüzün, kahkaha ve çorba kasesine çarpan kaşıkların sesindedir.

Çöpün içinden aniden fırlayan tekir kedilerin, köşedeki dükkanın sahibi tarafından beslenmesinde ve aynı hızla defedilmesindedir. İstanbul akşamındasındır sen, kargacık burgacık ve bir istisna!