Unutmak ve hatırlamak arasında savrulan insanın derin çaresizliği güçlü belleğine ânlar ve anılar eklemesiyle başladı. Themistocles, hatırlamak istediklerini hatırlıyorken unutmak istediklerini unutamıyordu. Güçlü bir elin, kendi elinin-zihninin odalarına ait anahtarları sakladığını göremiyor, kabullenemiyordu belki de. Milattan beş yüz yıl önce bile unutmak için çabalıyordu beşer. Hatırlamak kolay olanıydı belli ki. Çünkü yeter ki hatırlamak istesindi insan... Mecnun açlıktan kıvranırken tuzağına düşen ceylanı, 'Leyla'yı hatırlatan bir şeye kıyamam.' diye hür bırakmamış mıydı?


Unutmak ile aramıza unutulma korkusunu aldık sonra. Bir belleğin karla kaplı ormanlarına basmaktan korkmadık iz bırakabilmek için. Yalınayak yürüdük ömürlerin kızgın çöl kumlarında. Ve korku sardı benliklerimizi bir Kızılderili sözüne kulak verince: 'Adını bilen son kişi öldüğünde, aslında hiç doğmamış gibi olacaksın.' Beyhudeydi bundan sonra unutulmamak için çabalamak. İnsanlar, zihinler değişmek kaderiyle mühürlüydü. Keşke mevsimlere has olsaydı, diyemedim bile içli bir sesle.

Coğrafya ve unutulmak kaderdi.


Unutmak ise zor ama pekâla bir seçim olabilirdi. Kalabalıklarda yürürken telaşla, aslında yetişmesi gereken bir yerin olmadığını fark etti. Birbirleriyle yarışırcasına yürüyen insanların kaygılarına ortak olmamak için belki de, çakılırcasına kaldı meydanda. Bir ize rastladı zihninde, ansızın. Unutmak istediği ama unutmaya kıyamadığı bir izdi bu. Yaşamak bu kadardı belki de. Zihnin unutmak, hatırlamak ve unutamamak arasındaki sırlı oyunu. Kalabalıklar dolusu ağırlığı sırtından atıp ömrün raflarını nasıl yeni ânlar ile doldurabilirdi bilmiyordu. 'Giden gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lazım.' diyen sözü anımsamasa belki çok daha duracaktı çakılı ve takılı kaldığı yerde. Sol göğsünün altındaki cevahir ile umut dolu bir bakış attı yaşamaya. Yürümeye devam etti, telaşsız.

Coğrafya ve unutulmak kader; yaşamak ise bir elemi parlatmak işlemiydi.