Yine dalgın dalgın oturmuş tavanı izliyorum. Gözlerim tavanı görse de düşüncelerim çok farklı yerlerde. Binbir türlü düşünce geçiyor kafamdan, kendi kendime sorular sorup cevap arıyorum ama ne yazık ki bulamıyorum. Neler düşünmüyorum ki kendi kendime, bir cevap bulamasam da düşünmek bile iyi geliyor. Bazen kafayı yiyecek gibi oluyorum, düşünmek insanı çok yoruyor. Hiçbir şey yapmadan sadece düşünmek. O baktığım tavan başka bir şekle bürünüyor ve bazen o bile bana sorular soruyor. Ona da cevap veremiyorum, aynı kendi sorularıma cevap veremediğim gibi. Bazen yanında yattığım zemin kattaki pencere bana dönüyor ve beni soru yağmuruna tutuyor. Yeter, yeter demek istiyorum, susun artık. Ne kadar istesem de yapmıyorum çünkü düşünmek istiyorum. Kendi kendimle çelişerek susmayı tercih ediyorum. Çünkü bazen susmak en iyi cevaptır demişti birileri, onun da kim olduğunu hatırlamıyorum. Ara sıra odada kendi varlığımı bile unutuyor; tavanın, pencerenin, yağmurun birbirleriyle konuşmalarını dinliyor, araya girmemek için kendimi zor tutuyorum. Ne mi anlatıyorlar? İnanın onu ben de anlamıyorum. Sahi sizce nesneler konuşur mu? Bence hepsinin kendi dilleri var ve birbirlerini anlıyor, dertleşiyorlar. Tıpkı hayvanlar, bitkiler gibi. Hayvanlar demişken benim de tek gözü olmayan bir kedim var. Orada köşede kendi halinde yatıyor, dinleniyor. Belki o da kendini inzivaya çekmiş, orada düşüncelere dalmıştır kim bilir? Sonra sessizliği dinliyorum, az da olsa kafamı dağıtmaya çalışıyor, düşüncelerimden uzaklaşıyorum. Dışarıdaki yağmur sesine odaklanıyorum, ne güzel de yağıyor şarıl şarıl. Yarın dışarı çıktığımda burnuma gelecek ıslak toprak kokusunu şimdiden hissediyor gibi oluyorum. Az daha dinledikten sonra gözlerim dayanamıyor ve kapanıyor, o düşler alemine aralanan kapıdan içeri bir adım atıyorum. Ben kim miyim? Hazır uyku halindeyken size kendimi tanıtayım.
Adımı vermek istemiyorum, adımı siz koyun, ister isimsiz deyin isterseniz de kafanıza göre bir harf. Nasıl olsa ben ne anlatırsam anlatayım sizin düşündüğünüz kadar varım değil mi? İsimsiz biriyim; orta yaşlı, gezmeyi, okumayı, yazmayı, düşünmeyi seven biriyim. Kendimi de eh işte seviyorum. 27 yaşında uzun sayılabilecek bir boyda ve hafif kiloluyum. O da yemek yemeyi sevmemden kaynaklanıyor olabilir. Kedim Hırçın ve ben baş başa yaşıyoruz. Uzun zaman önce bir yerlerden gelen parayla satın aldığım zemin katta oturuyorum. Genellikle pencerenin yanına oturur, dışarıdan gelen geçeni izler, bazen onlarla muhabbet etme şerefine nail olurum. Gezerim dediğim gibi, yeni yerler keşfetmeyi doğayı severim. Çok arkadaşım yoktur, sevmezler beni, ben de zaten bağlı kalamam kimseye, düşüncelerimle baş başa olmak bana yeter. Böyleyim işte ben, kendisini ve kedisini seven bir insanım. Ha bir de unutmadan tek bir kötü alışkanlığım var, sigara içerim. O lanet şey olmadan yapamazmış gibi hissederim kendimi. Buna da bağımlılık deniyor. Kötü bağımlılık farkındayım ama elden bir şey gelmiyor. O da benim sırdaşım, bir nevi yol arkadaşım sayılır. O bensiz ben onsuz yapamam.
Hırçın'ın yüzümü yalamasıyla uyanıyorum. Uyandığımı görünce kuyruğunu sallıyor, yalamayı kesip yatağımdan aşağıya atlıyor ve tekrar eski köşesine geçiyor. Bunu huy haline getirdi. Neyse benim de işime geliyor zaten. Esniyor, geriliyorum. O sıcak yatağımdan kalkıp yatağımın kenarında duran hırkayı üstüme geçiriyorum. İçerisi hafif soğuk. Kendime güzel bir kahvaltı hazırlayıp sıcacık kahvemi de aldıktan sonra yine yatağıma dönüyor, pencereyi açıyorum. O dün akşamki yağan yağmurun toprakta bıraktığı o güzel kokuyu içime çekiyor, kahvemi yudumluyorum. Hırçın'ın arkadaşı geçiyor sonra camın önünden, beni görünce hemen kuyruğunu havaya dikip usulca pencereden içeriye girip Hırçın'ın yanına kıvrılıyor o da. Hafif bir tebessümle kahvaltımı yapıyorum, tepsiyi çekmecenin üstüne koyup kahvemi yudumlamaya devam ediyorum. Masanın üstünde duran sigara paketine uzanıp bir sigara ve yanında duran çakmağı alıyorum. Pencereden kafamı uzatıp sigaramı yakıyorum. O sırada oradan geçmekte olan kağıt toplayıcı çocuk gözüme ilişiyor. Ağır hareketlerle çöpten kağıtları alıp arkasında duran kendisinin iki katı büyüklüğünde olan çöp arabasına düzgünce yerleştiriyor. Bir iki el hareketi yapıp yanıma çağırıyorum çocuğu. Çocuk ilk başta etrafına bakınıyor, ona seslenip seslenmediğimi anlamıyor. Tekrardan el hareketi yapıp "gel gel, sana diyorum" deyince elindeki kartonu da arabaya gelişigüzel atıp yanıma yaklaşıyor. Camın önündeki korkuluğa yanaşıyor, "Buyur abi beni mi çağırmıştın?" diyor. Sigaramdan bir duman daha çekip "evet seni çağırmıştım, adın ne senin bakayım?" diyorum, o arada gözüm saate ilişiyor ve saatin sabah 7 olduğunun farkına varıyorum. Çocuğun bu saate dışarıda olmasına birazcık üzülüyorum.
"Adım Faruk abi" diyor. Ne güzel bir isim Faruk.
"Okula gidiyor musun?" diye bir soru yöneltiyorum bu sefer de.
"Yok abi," diyor, "neredee... Gitmek çok istedim ama görüyorsun" deyip çöp arabasını gösteriyor. "Şartlar pek el vermedi, mecburen gidemedim". Boynunu büküyor sonra.
"Aç mısın?" diyorum. Bir şey demiyor, halinden aç olduğunu anlıyorum. Arabasını bir kenarı çekip eve gelmesini söylüyorum. İlk başta tereddüt ediyor ama sonra açlığına yenik düşüp geliyor. Çocuk dediğime bakmayın, bildiğin delikanlı yani 15-16 yaşlarında var. İçeriye giriyor ve çekmecenin yanında duran sandalyeye oturuyor. Hızlı bir kahvaltı hazırlayıp çayla birlikte önüne koyuyorum. O yemeğe bakan gözlerindeki parıltı görüyorum. "Abi zahmet etmeseydin" der gibi oluyor ama yemeklere bakmaktan sözleri yarıda kesiliyor. Önüne koyuyorum ve yatağıma geçip sigaramı bitiriyorum. O sırada delikanlı da yemeğini bitirmiş oluyor. "Çok sağ ol abi, seni de uğraştırdım" diyor mahcup gözlerle bana bakarken. Ne demek diyorum, her zaman, biraz daha muhabbet koyulaşırken sigara isteyip istemediğini soruyorum. Biliyorum bu yaşta çocuğa sigara uzatılmaz ama ben içerken nasıl baktığını görüyorum. Canının istediği belli oluyor. Sigarayı uzatınca bir şey anlatmak istiyor bana. Anlat diyorum.
"Abi diyor, ben bu sigaradan nefret ederdim babam içerdi, hep bıraksın diye dua ederdim. Birkaç kez Allah affetsin denemek istedim babamın paketlerden ala ala baktım ki bir zaman sonra ben de içmeye başlamışım. Sonra babam vefat etti abi, benim kardeşimle kaldık baş başa evde, annem desen o zaten çoktan terk etmişti bizi. Sevmemişti herhalde bizi hiç. En son hatırladığıma göre babamla tartışıp pılını pırtınï toplayıp gitti. Babam arkasından hiçbir şey demedi, sadece babamla o an bakışmamızı hatırlıyorum. Bana baktı, sonra kardeşime. Biraz tebessüm etti, yanağından dökülen yaşı gördüm abi. O an anlamıştım bir daha annemi göremeyeceğimi, öyle de oldu zaten bir daha göremedim. Babam elinden geldiği kadar bize baktı, sonra o da göçtü gitti öbür tarafa abi. Ama çok seviyorum babamı Allah ondan razı olsun. Babam öldükten sonra sigaraya daha çok sarıldım abi. Tabii elde de para kalmayınca kağıt, karton toplamaya başladım. Bir türlü karnımızı doyurmak lazımdı. Hadi beni geçtim kız kardeşim vardı abi, onu doyurmam lazımdı. Bir gün abi, yine kağıt toplarken bir adam geçti yanımdan, sigarasını yere attı. Canım çok çekti. Etrafa bakındım kimse yoktu, uzanıp yerden aldım izmariti. Adam yarıda bırakmıştı. Devamını içtim, en son o zaman sigara içtim abi. Ha bir de bir kızı sevmiştim abi, bir türlü açılamasam da en azından sevme duygusunu bir müddet hissettim. Çok güzel bir şey, karşılık görmeyi beklemiyordum zaten.
Çok güzeldi abi kız. Tabii güzellik göreceli ama benim için çok güzeldi. Sonra abi nasıl desem açılmak istedim ama yapmadım, yaparsam sevgimin biteceğinden, sonumun babam ve annem gibi olacağından korktum belki de. Sonra kız taşındı abi, babası zengindi zaten bana uymayacağı her türlü belliydi, sonra da yavaş yavaş unutmaya başladım. Eskisi kadar düşünmez oldum. Öyle işte abi, sonra kapandı o mevzu da. Neyse abi senin de kafanı yormayayım, ben kalkayım artık" dedi.
"Dur," dedim, "nereye gidiyorsun, otur." O arada gözüne bizim Hırçın ve arkadaşı takıldı. Hırçın da hemen Faruk'un baktığını fark edip kendini sevdirecek birini bulduğunu anlayarak yanına sokuldu. Faruk'un o Hırçın'a olan ilgilisi asla aklımdan çıkmayacak bir şekilde kafama kazındı. İzlerken kendi kendime tebessüm ettim. "Ne güzelmiş abi bu kedi" dedi, "adı ne?" Hırçın miyavlayıp daha da sokuldu Faruk'a. İsmini söyledim. Faruk Hırçın'ın gözünün tekinin kör olduğunu fark etti. Daha da bir içtenlikle sevdi. Sonra yavaşça kafası saate dönünce hemen acele edip kalkmaya başladı. Hırçın'ı yavaşça öpüp yere bıraktı. "Abi artık kalkayım, bayağı da vakit geçmiş." dedi, artık bir şey demedim. O kapıya doğru yönelirken ben de uzanıp sigara paketini aldım, içine bir miktar da para koydum. Sonra "Faruk," dedim, "dur al şunu abim senin olsun, içindekini de güzel tasarruflu harca. Kardeşine de bol bol selamımı söyle. Ne zaman isterseniz çıkıp gelin kapım size hep açık. Nerede yaşıyorsun onu da şu kağıda yazar mısın?"
Sonra okuma yazma bilmediği aklıma geldi, "sen bana söyle ben yazarım" dedim. Adresini de söyledikten sonra bol bol teşekkür ederken ve gözlerinin içi gülerken uğurladım onu. O çıktı, ben pencereden arkasından bakarken buldum kendimi. Hırçın da elimin altına gelmiş, Faruk'un gittiği yöne doğru bakıyordu. O yoluna doğru gitti, son bir arkasına bakıp el salladı, o güzel yüzü gülüyordu.