Sabah iş için açılan gözlerde birikmişti yorgunluk, biraz çapak birazda hüzün vardı havada. Giy üstünü ve fırla, güneş daha yakmadan yakala tempoyu. Yanı başında muhteşem olan, elinde kediyle günaydın diye seslenirken bildiğin en yaratıcı küfürler yükselir seni o zamandan azat eden her şeye. İşe gitmek istemedim Jack. İşe gitmeyi dert de etmedim.


Masalar silindi, öncesinde Pink Floyd’un Hey You şarkısını açtım. Kimse dinlemedi ben müşteriler için servis açtım, çayı ocağa koyup dolaptaki ekmeği çıkardım, buz makinesi çalıştırıp bekleyene gülümsedim. Hoş geldiniz dedim Jack kocaman gülümsemeyle, bir şey arzu eder miydiniz? Onlar söyledi ben taşıdım. Yiyemeyecekleri çok şeyler elimde ağırlık yaparken birbirlerine gülümsediler. Almanya’dan gelem misafirleri varmış, Türkçeleri bozuk, pek kilolu ve pahalı ayakkabılarında tozlarla durmadan istediler, getirdim onlar yarısında doydu. Terasın sıcaklığında bir yemeğin, mideye inen o küçük lokmaların başka bir zaman ve mekan diliminde birisin canını acıtan kocaman bir evren olduğunu söylesem bana gülerler miydi Jack? Onlar yerken, attıkları acımasız bakışlar ve dinlemeden sessiz olanı kenara mahkum etmelerine kim ceza kesecek? Hassas olan ağladı ve kaçtı.


Onun yanına gitmek için zamanı sayan ben hızlı sigaralar içtim. Bir gitti diğerleri geldi, kapı açıktı ve onlar sormadan oturdu masalara; tozlarını aldığım, üstünde binlerce insanın çatalla yediği yemeğin izleri olan masalar işkal edildi. Patron pek sevinçli, patron pek sinirli. İşini iyi yapmayan birine iğneleyici laflar etti. İşini iyi yapamayan mahcup ve alnında ter var, beyaz önlüğü ıslanmış ve bakışları yerde.


Benim zamanım doldu benim aşkım bekler. Onu pencerede gördüm. Kolları havada bir bulut misali tepeme inen güneşe gölge olmuş, rüzgar silsilesi gibi gülümsetti. Sarıldım ve kokladım. Çok yemiş, havuç ve makarna. Hem de iki tabak. Ben güldüm. O güldü. İnan Jack gülmenin bu kadar değerli olduğunu anladığında, bu gibi anlar için insan özel banka kurmak istiyor; gülen yüzlerin ardındaki anılarını her sabah parlatıp kilitlemek ve bir kahve eşliğinde anımsamak kadar güzel bir şey nadirdir.


Uyuduk uyandık. Dışarı sıcak, dışarı özlenen bir umut. O çalışacak ve üstüne yakışan bir short giydi. Belki hala onun içine sığan ben varım diye sevinirken sorun değil dedim Jack, o çok göz alıcı. Dudağına çektiği ruj, dudaklarımı ondan uzağa sürükleyen ruj, ne güzel yakıştı ona öyle; kırmızı tonların ince bir hat şeklinde yol alırken kocaman küpesi ile beraberliği gözlerimi sulandırdı. Ben arkamı döndüm o gülümsedi. Heyecanlı ve pek sabırsız. O heyecanlanırken hep sabırsız. Daha gelmedik mi diyen bir çocuk gibi...


Kalabalığın içinde sessizce oturduğu ve gözleri ile heyecanla, korkuyla atılmak istediği işine karşı yayılan şüpheyi gözlerinde gördüm karşımda. Yanında değildim ve sorun değil diye fısıldayamadım. Uzaktan izledim onu. Dolu laflar ediliyor, sözler bir buluta sıkıştırılmış ve griye çalıp yağması için naralar eşliğinde dökülürken ağızlardan, o güneşin altında oturuyor. Gözleri bazen bacağına bazen de dışarıda bir görüntüye takılıyor. İzliyorum ve izliyorum; elini saçına gitmesini, çayını içerken her şeyden uzak olan sarı ceketiyle ne kadar güzel olduğunu ve onu gördüğümü fark ediyorum. Ona öpücük gönderip biraz güldürmek ve iki mamut olduğumuzu hatırlatmak istiyorum Jack. O hatırlıyor.


Tüm o yabancı sözlerin arasında sessizce oturup bilmediğin ve ilgini çekmediği o dünyalara dalmak hep istenmeyen bir korkudur benim için Jack. Oturursun ve sadece zamana karşı işlenmiş bir katil gibi izlersin olup biteni. Zaman senin için faklı akar, gülmek yada verilen cevaplar dışarıda dalından kopan bir yaprak kadar anlamsızdır senin için. Biri görmedi diğeri üstüne bastı ve kimse göz yaşı dökmeyecek. Bu hissin yatıştırıcı bir melankolisi vardır Jack. Çoğu kaçar. Gül ve eğlen, sen gülersen herkes güler ama o, o mamut öylece sessizce oturup kuaföre 70tl vermemek için kestiği saçını söylerken onunla gurur duydum. Jack o çok cesur. Herkes konuşurken karaladığı kağıt, sigarasını içerken yamulttuğu ağız ve sindiği koltukta ne kadar da muhteşem. Bir yaz akşamı ve o çok güzel.


Canı sessiz olmak isteyen ruhların kendi kenarına çekilip bir an zamanda kaybolmaları, sessizlikle karşılanacak gürültülerin dışarıda bir yerde akıntıya karşı kürek çekmeden yol almasını izlerken bir an kendine dönmek; kalemin ucunda yarattığın bir gerçeklik gerçek olanından daha da gerçek.


Onla yürüdük önden ve arkadan, bize seslenildi biz eve yol aldık. Otobüs dolu ve ben öncesinde durakta gelmek bilmeyen otobüsün boş bıraktığı zamanları keşfettiğim şeyleri fısıldayarak geçirdim; seninle gurur duyuyorum, başka söz söylemem kalabalık olurdu ona.

Otobüste konuştum ve onu öptüm. Tıklım tıklım otobüsün loş ışığında sarıldım mamutuma; eve gitmek isteyen insanların ve gittikleri yere kaçan kalabalığın içinde fısıldaştık, kimse duymadı o utandı. Onu utandırdım ve biraz gözleri nemlendi. Hayır Jack toz yoktu ortalıkta. o da dondurma yemek istediğini fısıldadı, daha gelmedik mi dedi çocukça. Benim canım da dondurma çekti Jack.


Dondurma ve baklava, beklenen sıra ve soğuk dudaklarda bulunun bir öpücüktü heyecan. Evin kapısını aralayan anahtar anıların kilidini zorlar. Kedi biraz huysuz ve oynak bir dansöz. Ayakkabılılara saklanan bir şarlatan. Zıpla ve kaç. Tabağa doldu makarna ve ısıtmadan çatalla. Bir Roma soylusu gibi mamutumun yaptığı makarnayı yerken, dondurmayı düşündüm, baklavayı ve ayağıma saldıran kediyi iteledim.


Yine çocuk anılarımı döktüm ona ve o dondurmasını yerken şaşkın bir ifadeyle dinledi beni. Ağızında biraz çikolata ve biraz da antepfıstığı dondurma. Bana çok şey anlattı o bakışlar ve göbeği şişip kendini yatağa attığında gülümsemesi, işte bunun için ölünür Jack.


Ona muhteşemsin dedim, lafı geveledi tekrar ettim ve o teşekkür etti. İşte Jack, o anı dondurup bir tabloya sıkıştırmak ve odama asmak istedim.


Şimdi o uyuyor ve dışarıda motor seslerine sövüyorum. Uyu bebeğim diyorum ben buradayım. Anılarını yoklayıp onların tadını çıkaran bir tiryaki...


Şimdi koltukta uzanmış yazan ben daha da yazmak istiyor Jack. Kendisi olanı izlemenin verdiği cesareti ve gururu kelimelere sıkıştırmak kadar beceriksiz ama onlara minnet duyacak kadar aziz birisiyimdir belki. Ne de olsa o bana aziz olduğumu söyler arada.


Bugün uzaktan izleyen bir seyirci olurken, dışarısı sıcak ve ben kahvemle otururken, fark ettiklerim ve anılarımda yaşayan anıları düşünüyorum; bir kurşun asker yarat ve elinde silah olmasın, pencere kenarında aynı renkte yeşilliğe bürünmüş gözleri hep uzakta ve hep kendine baksın. Amacı alınmış bir oyuncak ya da kukla olmak değil sessizlik, fazla söylenmiş sözler ya da eksik kelimeler hiç değil. Bazen sessiz olursun ve karşında kareye benzeyen bir surat seni güldürmek için bir zamanlar onur ve korumaya çalıştığı o güçlü yanını çöpe atıp surat yapar. Hayat bazen surat yapmakla anlamlıdır Jack.