Merhaba Sayın Okuyucular, Sevgili Dinleyiciler,


Bugünkü seyahatname yazımızda sizleri Bursa’ya götürüyoruz. Buram buram yeşil kokusu ve iskender kebabı kokularıyla sizleri baş başa bırakıyorum.


İstanbul-Bursa arası vapurla 2 saat İstanbul trafiğinden çıkmak bir ömür… Neyse ki sabahtan yola koyulduk -bana göre sabahın körü- Şehirler arası ilk gemi yolculuğum... Tabii ki gönül isterdi ki kitabımı çayımı alıp denize baka baka hem okuyup hem de düşüneyim fakat sizleri hayal kırıklığına uğratacağım. Sabah yapılan ekmek arası peynir ve domatesimi yedikten sonra Bursa’ya (Mudanya) kadar uyudum. Gözümü açtığımda Mudanya’daydık. [Burası Mersin Taşucu’na benziyor (az da olsa).] Bu ne koku? Otobüslere bine ine gideceğimiz yere vardık. Sonunda sora sora Bağdat’ı bulduk, Bağdat'tan döndük. Nişan telaşesiyle geçti ilk günümüz ve tanışmalar vb. klasik şeyler. Bu arada ilk defa bir kız isteme töreninde bulundum, garip bir histi. Garipten ziyade bilmediğim bir şey. İki insan hayatını birleştiriyor (Hayırlı uğurlu olsun, kalpleriniz Allah deyu deyu.).

Fark edebileceğiniz gibi yazımda Oğuz Atay’dan esinleniyorum. Zaten ''Tutunamayanlar''a başladım başlayalı içim bir huzursuz, sanırım ben de tutunamıyorum. Seyahatnamemizden şaşmayalım, içimizi buralara serip dökmeyelim.

Yorucu bir günün ardından gelenler gitti, gelmeyenler zaten gidemez. Akşam yorgunluk, sohbet, çay, yemek ile geçti. Hava soğuktu gece ama nefes almak için pencereye, balkona çıkmak güzeldi fakat geldiğimden beri farklı tanıdığım ama hiç solumadığım (Belki de solumam gereken kokuyu solutmamışlardı, mahrum bırakmışlardı.) bir koku vardı ama çözemiyorum. Peki diyeceksiniz böyle saçmalık olur mu, daha önce solumadığın kokuyu nasıl biliyorsun? Bilmiyorum a dostlar, belki de kendi kendime kuruntu yapıyorum.

Gece uyuduk koltuklarda çifter çifter. Döşek olsaydı yerde de yatabilirdim, yer yatakları güzeldir. Sanırım buralarda bu kültür yok. Ertesi gün rötarlı otobüsümüze binmeden (Gemi bileti bulamadık.) biraz gezelim dedik ve en turistik yerlere gittik. İskender İskenderoğlu’nun önündeki sıra da neydi? Hanlar, hamamlar gezildi; kokular içe çekildi. Ne kokusu? Bilmem. Koku işte, bir şeylerin kokusu. Başlattırma kokuna çelebi, gez Bursa’yı, iç şırayı.

Ataların (Orhan ve Osman Gazi) türbelerini de ziyaret edip dualarımızı ettik.

Derken, bol bol gezip yerken, otobüs saati yaklaşmışken arabaya doluşup otogar yolunu tuttuk. Rötarlı otobüsümüze binip monotonluğumuza yelken açtık.

Kokuyu mu merak ediyorsunuz dostlar? Koku Bursa sınırlarından çıkınca kesildi. Sanırım o kokuyu bir tek ben aldım, kimse bir şey demedi, ben de kimseye bir şey sormadım. Fakat o koku neydi? Ben o kokuyu neden aldım? Daha önce bu kokuyu içine çeken hiç olmadı mı? Belki de böyle bir koku hiç yoktur. Hayal dünyamdaki olmasını istediğim bir kokudur. Belki de tarihimizin kokusudur. Ne dersiniz sayın okuyucular, güzel dinleyiciler?


Satırlarımı bitirirken biraz soru cevap yapalım, çelebi soyuna bir virgül koyalım. Tesadüflere mi inanırsınız, yoksa kadere mi? Açık sözlülükten yana mısınız, yoksa dolambaçlı yollardan geçmeye mi? Cesaretinizden ötürü tebrikler! Bunu beklemiyordum. Neyi beklemiyordum? Cesaretli olmanızı…


Güzel günlerde okuyunuz.