Gecenin bir vaktiydi. Rüzgâr esiyor; kuşların kimi tatlı, kimi sevimsiz, ötüşüyordu. Ağaçların dalları kırılmaktan korkmadan sallanıyor, yaşam her koşulda devam etmeye yeminli olduğunu insanlara gösteriyordu. Pencerelerinden umutsuzca bakınan insanlara... Pencerelerinden umutla bakınan insanlara... Yüzünü duvara dönmüş olanlara bile...


Bu pencerelerden birine bir taş atıldı. Gecenin sesine karıştı taşın sesi. Pencere önünde dikilmiş, umutlu mu, umutsuz mu olduğu belli olmayan bir adam; yüzüne gecenin soğuğunu yeme pahasına açtı camı. Aşağı baktı. Bir karartı gördü. Şöyle sesleniyordu karartı:

“Cemal! Bir aşağı gelsene lan!”

Tanıdıktı sesi karartının. Doğruca aşağı indi bu yüzden. Kapıyı sessizce açtı, sessizce çıktı dışarı. Yüzünü hâlâ göremiyordu arkadaşının. Yine de yürüdü yanına.

“Ne var lan bu saatte?”

“Kızma be birader. Bir işimiz düştü. Yanına gelelim dedik.”

“Ne işi?”

“Nergis’le kaçacağız biz bu gece. Yardımın lazım.”

Güldü Cemal. Bunun bir şaka olduğunu düşündü. Hemen sonra bir şeyler içmeye davet edileceğini düşünerek “Kaçın, kaçın!” dedi yine gülerek. Ciddiye alınmadığını gören öteki üsteledi.

“Oğlum kaçacağız diyorum. Kaç gündür bugünü kurduk biz. Yardımın lazım.”

“Bana mı sordun birader kaçarken? Ben ne yapayım? Nikahınızı mı kıyayım ayaküstü? İki adım yürüsek enselerler.”

“Oğlum ben bu kızı seviyorum lan. Kaçalım dedi. Ben de ne yapacağımı bilemedim. Gel, yardım et!”

Cemal düşündü. Önce içinden geçeni söyledi. 

“İki güne unutur bu kız seni. Demedi deme.”

Sonra yine gülerek ekledi:

“İyi madem. Bir taksi çağıralım. Yalnız kıza sorarım. Gönlü yoksa biliyorsun sana ne yapacağımı.”

“Var lan, var. O istedi zaten benden bunu. Yoksa manyak mıyım Hacı’nın kızını kaçırayım?”

“İpe dizer vallahi seni.”

“Dizer ki ne dizer! Varsın dizsin. Nergis yanımda olduktan sonra...”

Bir taksi çağırdılar. Gecenin içinde öyle sessizce beklediler. Nergis dışarı çıkacak ve onu aldıkları gibi bu sokaktan uzaklaşacaklardı. Karartı bunu da düşünmüştü. Kent dışına, örneğin İstanbul’a gitmekten söz ediyordu. Taksinin içinde sigaralarını yakmış bekliyorlarken seslerinin duyulmasından korkmadan konuşuyorlardı.

“Buradan otogara gittik diyelim. Aldın bileti İstanbul’a. Beklemeyecek misin oğlum paşa paşa otobüsü? Anası babası ilk nereye bakacak sanıyorsun?”

“Bilmiyorum kardeşim.” diye yanıt verdi karartı. “Saklanırız artık bir köşede otobüs kalkana kadar. Vallahi çok saçma iş yapıyoruz aslında.”

“Madem saçma, dönelim o zaman!” demek istedi Cemal. Vazgeçti. Eve dönmek istemiyordu. Bir şeyler olmalıydı. Bu iki insana yardım etmenin aklını başına almasına yardım edeceğini umuyordu. Niçin almalıydı aklını başına? Niçin kendine gelmeliydi? Bunu bilemeyecek denli vakit geçirmişti pencerenin kenarında. Neyse ki bir taş, karartının attığı taş, yetişmişti yardımına.

“Bana bak, ne diyeceğim! İstanbul’a gittikten sonra ne yapacaksınız? İş güç ayarlamak lazım ikinize de.”

“Ev filan da bulmak lazım. Bilmiyorum Cemal. Bir yolunu bulacağız artık.”

“İstanbul’da bir tanıdığın bile yok. Benim de yok. Hani eşe dosta sorsak, kimin var ki İstanbul’dan bir tanıdığı? Şuraya baksana. Az çok tanıdıkları biri bile olsa düşerler peşlerine. Yok ki, hepsi burada kaldı. Bana kalırsa sen vazgeç bu İstanbul işinden. Bizim Muğla neyinize yetmiyor? Gidersiniz merkeze. Biraz akıllı davranırsanız kimse sizi bulamaz.”

“Öyle deme! Hacı’yı tanıyorsun sen de. Ne yapar eder bulur bizi burada. Cemal be! Aklıma ne geldi? Bu bizim Hacı, küçükken bizim topları sürekli keserdi bıçakla. Hatırladın mı?”

“Hatırlamam mı? Herif kaç paramı yuttu öyle. Hiçbirine yanmam da bir keresinde bedavadan kazanmıştım. Onu da kesti manyak. Kayınbaban zor adam be birader. İşin zor.”

Güldüler. Böylece bekleyişleri uzunca bir vakit sürdü. Taksici şikayetçi değildi. Nasıl olsa yolacaktı bu iki adamı. Sigarasını yakıyor, usulca bekliyordu. Ötekiler ise sabırsızlıklarından, ne olup bittiğini anlamadıklarından parlatıyorlardı sigaralarını. Beklediler, beklediler. Artık sabahın ilk ışıklarını görmeye başladıklarında bir terslik olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar.

“Hani lan, gelmedi Nergis!”

“Gelecekti lan. Gelir belki. Bekleyelim biraz daha.”

“Ulan daha ne beklemesi? Diktin bizi buraya. Sabahın körü oldu. Gelse gelirdi bu saate. Gönlü yok değil mi lan kızın? Öyle kaçalım dedin. Nasıl olsa gelir dedin. Senin ben aklını!”

“Diyorum ya, kendisi söyledi bana. Ben deli miyim Hacı’nın kızını kaçırayım? Gel dedi, geldim. Kusura bakma!”

Taksinin ücretini ödemek için elini cüzdanına götürdü. Cemal tersledi.

“Sok lan onu cebine!”

Parayı uzatıp taksiden çıktı. Karartı da ardından geldi. Yürüdüler. Cemal’in evinin bahçesine geçtiler. Birer sigara da burada yakıp biraz olsun sakinleştiler.

“Bir daha da böyle saçma sapan işler yapma! Bırak, kiminle kaçıyorsa kaçsın. Seninle kaçacaksa da tutsun gelsin yanına. İlle gece mi kaçacaksınız? Asıl gündüz kaçılır. Gece ortada olmadın mı herkes seni arar. Gündüz git gidebildiğin yere kadar! Aklını başına topla oğlum! Hem ne kaçması? Düzgünce bir gezip dolaşın önce. Birbirinizi tanıyın.”

Biraz soluklandı. Sonra bunu nasıl yaptığına şaşar gibi söylenmeye başladı.

“Ulan! Taksiye de durduk yerde ne para bayıldık!”

“Yiyip içerdik lan o parayla.”

“Elini cüzdanına atmasını biliyorsun. Ismarla bir şeyler de yiyip içelim.”

“Olur.”

“Gelmediği iyi oldu he Nergis’in. Şimdi otogarda kıçın donuyordu. Hem soğuktan hem korkudan. Fena mı oldu? Şimdi kuracağız bir sağlam sofra. Oh! Değmesinler keyfimize!”

“Değmesinler!”

Yürüdüler. Yolda Nergis’le karşılaştılar. Kapının önünde, elinde eşyalarıyla dikilmiş duruyordu. Onları görünce direkt yanlarına gitmek istedi ancak Cemal ile karartının yürümeye devam ettiklerini, kendisini görmemiş gibi davrandıklarını görünce gerisin geriye döndü eve. Niçin kapıyı kapatmamıştı? Belki geri dönerim diye kuşkusuz. Başka niçin olacak? O bile inanmamış olacaktı bu kaçıp gitme işine.