Alarm her sabah olduğu gibi altıyı 45 geçe çaldı. O, her sabah olduğu gibi alarm sesinin ilk notasından sonra gözlerini açtı ve evet, re olmalı, belki de mi ama bana re gibi geliyor diye düşündü. Kalkıp gece boyunca mesanesine yük olan idrarını boşalttıktan sonra ellerini ve yüzünü güzelce yıkadı. Kahvaltısını her zaman karşıdaki manavdan aldığı havuç ile yapardı.
Havuçları manavdan her sabah almak hoşuna giderdi, evde alıp beklettiği havuçlar dolapta ölüyordu ona göre. Çünkü sebzeler kapalı yerlerden hoşlanmaz, tezgahta sere serpe uzanmaktan hoşlanırdı ona göre. Böylesi daha lezzetliydi hem. Ayrıca karısı ve çocukları olmayan, tek dostu müşteriler olan manava da böylece merhaba demiş oluyordu.
"Bugün erkencisin." dedi manav.
Gülümsedi, hayır, her zamanki gibi, bir dakika bile ne erken ne de geç.
Havucunu aldı ve otobüs durağına doğru giderken sağ arka dişleriyle havuçtan koca bir parça kopardı. Ağzındaki kocaman havuç parçasını öğütmek için bir sağ bir sola çeviriyordu. Mideye inmeyecek kadar büyük havuç parçaları ağzının daha çok sulanmasına sebep oluyordu. Ağzından çıkan sular, dudak kenarlarından taşıyordu. Neyse ki ceketinin cebinde nane kokulu mendilleri her zaman vardı. Otobüs durağına bir at boyunda mesafe kalmışken nezaket kurallarını ihlal etmemek adına dudaklarının kenarlarından akıp paltosuna damlayan salyaların hepsini temizledi.
20 yıldır bu durakta hep yalnız beklemişti otobüsünü. Ama şimdiyse birini otururken gördü. Bu duraktan sadece iki otobüs geçerdi. Biri kendi bindiği şehrin banliyölerine giden, diğeri ise merkeze giden otobüs. İlk otobüs gittikten 5 dakika sonra durağa varır, 3 dakika bekler ve otobüsüne binip şehrin banliyölerine doğru işinin bulunduğu binaya gitmek üzere yola çıkardı. Şimdiyse 20 yıldan beri ilk defa durakta bekleyen birini görüyordu. Temkinli bir şekilde durağa yaklaşıp kibarca şapkasını çıkarıp bir de salya akıntılarından yeni arınmış dudak kenarlarına gülümseme kondurup selam verdi. Acaba salyalarımın hepsinin temizlemiş miydim diye de düşündü kendi kendine. Durakta bekleyen orta yaşlı bir kadındı. Kendisi ile yaşıt ya da bir iki yaş daha küçük olmalı diye düşündü.
—Hoş geldiniz, dedi adam.
—Nasıl, anlayamadım.
—Buraya yeni taşınmış olmalısınız, sizi ilk defa görüyorum bu durakta beklerken.
—Yooo, son 22 yıldır bu duraktan otobüse binerim ben, dedi.
—Benden bile eskisiniz yani. Ben de son 20 yıldır hep bu saatte durakta beklerim. Daha önce hiç karşılaşmamış olmamız çok garip. Sanırım bu sefer yolculuk başka bir yere ya da geç kalmış olmalısınız, tabii ya.
—Yo, hayır, geç falan kalmadım ve her zamanki gibi işe gidiyorum. Bu saatte başka nereye gidilir ki zaten? Siz saat kaçtaki otobüse biniyorsunuz beyefendi? Ben her sabah buradan yediyi 7 geçe kalkan, şehrin merkezine giden otobüse binerim.
—Ben de her sabah yediyi 15 geçe şehrin banliyösüne giden otobüse. Ama hanımefendi üzülerek söylemeliyim ki siz bugün biraz geç kalmışsınız.
—Yo, hayır, aksine, siz bugün oldukça erkencisiniz.
—Mümkün değil, her sabahki rutinimden ne eksik ne fazla. Alarmın sesinin ilk notasından sonra uyandım, elimi yüzümü yıkayıp köşedeki manavdan kahvaltı olarak havucumu aldıktan sonra buraya kadar yürüdüm. Manav ile sohbetimiz her zamanki gibiydi. Sadece bana bugün biraz erkenci olduğumu söyledi ve ben de itiraz ettim.
Bu fazladan gelmiş iki cümlelik diyalog ben durağa gelmek üzere yürürken yapıldığı için rutinimde bir aksamaya da sebebiyet vermeyecek kadar önemsizdi.
—Bakın, manav da bugün erkenci olduğunuzu fark etmiş. Belli ki saatiniz sizi yanıltmış. Bakın benim saatim yediyi beş geçiyor. Ya sizinki?
—Benimki... Nasıl olur, yediyi 15 geçiyor.
—Gördünüz mü, sizin hesabınıza göre otobüsünüz tam şu anda kapılarını açıyor olmalıydı.
—Belki de kırmızı ışığa takılmıştır.
—20 yıldır hiç kırmızı ışığa takılmayan otobüs mü?
—Evet, haklısınız, 20 yıldır hiç geç kalmadı. Belki de sizin gibi yeni birisi taşınmıştır gerideki mahallelerden birine ve bu biri tekerlekli sandalyede olduğundan şoförün yardım etmesi gereken bir durum oluştuğu için bir gecikmeye neden olmuştur. Neticede şoförün otobüsten inip, rampayı indirip sandalyedeki kadın ya da adamı otobüse bindirip, rampayı kaldırıp yerine oturması ciddi zaman alan şeyler. Nereden baksanız 3 dakikasına mal olur.
—Dedim size, ben yeni falan taşınmadım, son 22 yıldır bu mahalledeyim. Sizinle daha fazla bu konuyu tartışmayacağım, şu an saat yediyi 6 geçiyor ve bir dakika içinde otobüsüme binip gideceğim. Siz de kimin haklı olduğunu göreceksiniz.
Birkaç adım kadar adamdan uzaklaştı. Sabah sabah yaptığı bu gereksiz savunma biraz keyfini kaçırmış olacaktı. Adam da bunun üzerine bir şey söyleme gereği hissetmedi ya da içindeki şüphe, sohbetin akışını durduracak denli baskın geldi. Bir dakika diye düşündü, alt tarafı bir dakika içinde kadın haklı mı, değil mi göreceğiz.
Bir dakika geçmiş miydi? Aslında çoktan geçmiş olmalıydı, bir dakika bu kadar uzun sürer miydi? Bütün bu düşünceler ve şüpheler bir dakikaya sığabilir miydi derken otobüs dönemeçten çıkardı kafasını. Kadın mağrur bir edayla kafasını çevirmeden sadece gözleri ile adamdan yana bir bakış devirdi. Otobüs durağa yaklaştı ve kapılarını açtı. Adam, şoförde ve diğer yolcularda ters giden bir şey aradı. Yolda bir kaza olmuştu ve bugün tüm otobüs seferleri birbirine girmişti, o yüzdendi bütün bu karışıklık. Herkesin yüzünden bu kazayı okumaya çalıştı. Ama herkes her günkü gibi görünüyordu.
Adam saatine baktı, saat yediyi 22 geçiyordu. Nasıl olabilirdi bu, diyelim ki saati ileriyi gösteriyordu ama yine de deminki hesaba göre saatinin yediyi 17 geçeyi göstermesi gerekmez miydi?
Saati bunca yıldan sonra bozulmuş muydu, böyle bir anda hem de.
Çaresizce ve dehşete kapılmış bir vaziyette durakta omuzları düşük bir şekilde beklemeye başladı. Yediği havuçtan mı ne, midesi ağrıyordu. Halbuki her gün yediği havuçtu o da. Tam 8 dakika sonra otobüsü dönemeçten göründü ama adam otobüsü durağa bir at boyu kalınca fark etti. Kafasını kaldırdı, bu kendi otobüsüydü, sanki uzun yıllardan sonra ilk defa görüyormuş gibi geldi ona.
Her şey her günkü gibiydi. Daha fazla bir anormallik aramaya çabalamadı. Her gün oturduğu yere oturdu ve tam 28 dakika sonra iş yerinin bulunduğu binanın önündeki durakta indi.
Öğleye kadar yapması gereken işleri aksatmamaya çalışarak yaptı. Arada bir gözü saatine ilişti ve 3. ilişmede saatin dönüş hızında normal olmayan bir hız fark etti. Çalıştığı ofisteki duvarda asılı olan saatle kıyaslayınca saati gittikçe arayı açıyordu.
Öğleye kadar çalışıp öğle arası saatini bir tamirciye götürmeyi düşündü ama etrafta böyle bir yer olmadığını, sadece binalardan ve otoparklardan oluşan ıssız bir bölgede olduğundan bunu iş çıkışı halletmek tek çaresiydi. Eğer şanslıysa o saate kadar çalışan bir tamirci bulabilirdi.
Gün boyunca düşüncelere kapılmamak için çok çalıştı. Eve dönüş yolunda otobüsteyken sabah olanları kafasında çok büyüttüğünü, alt tarafı bozuk ve tamir edilmeyi bekleyen saatinin onu neden bu kadar üzdüğüne anlam veremedi. Sabah yaşadığı bu şok ona şimdi uzak, anlamsız ve duygusuz görünmeye başladı. Saati de yaptırmaktan vazgeçti. Kendisine yeni bir saat alacaktı, tamir edilip eski haline döneceği bile kesin olmayan bir saat için uğraşmaya değmezdi. Hem yeni bir saat zamanını planlamada ona daha yardımcı olurdu. Eski saatini tamir etse bile yeniden bozulmayacağının garantisi yoktu. Eve vardığında yeni saatini koluna takmıştı bile. Satıcının tavsiyesi üzerine hareket etmişti ve bundan pişman olmayacağına emindi, Bir saat satıcısı kadar bu konuya hakim olmam beklenemez, hem adamın bana güven veren birkaç sözcüğü oldu.
“Benim amacım para kazanmak değil, doğru saati esas sahibi ile buluşturmak. Sizin gibi zamanı değerli olan bir müşteri de böyle bir saati kolunda taşımayı hak ediyor.”
Yemek saati gelmiş olmalıydı, yeni saatine baktı ve haklıydı, saat sekize 5 vardı. Dünden kalan salatalık yemeğini ısıtıp yiyecekti bugün. Yemek ısınırken saatine bir daha baktı.
Henüz yemek ısınmamıştı bile ama saati şimdiden sekizi 10 geçiyordu. Bu nasıl olabilirdi? Böyle her satıcıya güvenmekle ne kadar yanlış bir şey yaptığını fark etti. Adam dükkanını kapatmadan onu yakalamalıydı. Ocağı kapattı ve hemen evden çıktı.
Olayların 7. dakikasında inanılmaz bir şey oldu. Satıcı, adama sattığı saati kendi koluna taktığında saat normal hızında ilerlerken adam kendi koluna taktığında ise saat inanılmaz derecede dönmeye başlıyordu. Nasıl olabildiğine anlam verememişlerdi.
Demek ki siz de hayatı hızlı yaşayacaksınız, yapacak bir şey yok. Geç oldu, dükkanı kapatacağım, akşam yemeği vaktim geldi.
Hayatı hızlı yaşamak... Bunu daha önce kimseden duymamıştı. Demek ki benim gibi başka insanlar da var. Peki nasıl olacak? Yani herkes 1 gün yaşarken ben o bir güne iki gün mü sığdıracağım demek oluyor bu. Bunun için tüm düzenini değiştirmesi gerekecekti, ayrıca iş yerindekilerle de konuşmalıydı bunu. Neticede bu onların da iyiliğine olacaktı, tek memur iki memurun işini yapacaktı. İş yerinden alacağı övgüyü düşününce bir gurur oturdu adamın suratına.
Yapacak bir şey yok, bundan sonra bütün zamanı bunun üzerine kurmak gerekecek. Otobüs saatleri yemek saatleri... Artık ne durakta beklemek için 3 dakikası ne de yemek yemek için yarım saati olacaktı.
Bir şeyi fark etti.
Sabah saatim böyle hızlı dönmüyordu. Bu hızlı dönüşü fark etmemek mümkün olamazdı çünkü. Demek ki saat gittikçe hızlanıyor. Ya bir güne 3 gün sığdırmam gerekirse diye düşündü. O zaman her şey yine değişecekti, bu ihtimali göz ardı edemezdi. Patronuna bu ihtimalide söylemeliydi. Peki saatin hızı hep böyle artmaya devam mı edecekti? Hızına yetişemeyeceği zaman ne yapacaktı? Artık eskisi kadar genç değildi. Küçük bir çocuk gibi oradan oraya koşturacak yaşı çoktan geçmişti. Bu düşünceler karabasan gibi oturdu vücuduna. Sonra derin bir uykuya daldı. Alarmı kurmayı unuttuğundan saat çalmamıştı. Çalar saatine baktı, saat altıyı 45 geçiyordu. Hemen kolundan çıkarıp çalar saatin yanına koyduğu kol saatine baktı. Altıyı 45 geçiyordu. İki saatin de dönüş hızlarını dikkatlice inceledi. Dün tüm suçu kol saatine yüklemişti ama çalar saatini kontrol etmek hiç aklına gelmemişti. Şimdiyse ikisi de aynı hızlarda yollarına devam ediyordu.
Bir heyecan kapladı içini, demek ki her şey yoluna girmişti. Nasıl da güzeldi rutinler, hep aynı şeyler, hiçbir aksamanın olmaması, neyin, ne zaman, ne kadar süre ile yapılacağının bilinmesi... Bu düzeni ne kadar sevdiğini tekrar hatırlattı kendi kendine.
Otobüs durağına varmak üzereyken dün gördüğü kadın aklına bile gelmemişti, her şeyi çoktan unutmuştu, ta ki onu bu sabah da görene kadar...
Tedirginlikle saatine baktı. Saat 7^'yi 11 geçiyordu, yani bir aksilik yok gibiydi ama dün de her şey böyle başlamıştı, bir aksilik yok gibiydi.
Kadının arkası dönüktü, biraz daha ilerleyince kadın irkilmiş gibi:
—Siz miydiniz, dedi.
—Bu sefer yanılmış olmamın imkanı yok. Dün haklıydınız, evet. Ama artık yeni bir saatim var ve bugün doğru saatte geldiğime eminim.
Dün hatırladığı mağrur edadan eser yoktu kadında.
—Evet, saatimde bir sorun var sanırım, saat şimdiden sekizi 25 geçiyor. Nasıl oldu anlamadım. Aslında her şeyi her günkü gibi yaptığıma eminim.
Kadının bu halini gören adam, kadını yatıştırmak için dünün getirdiği erken ama derin tecrübe ile kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı.
—Sanırım havalardan kaynaklı bir nem problemi yaşıyor mekanikler. Dün biliyorsunuz, ben de aynı sorunu yaşadım. Bence telaş etmenize gerek yok. Ertesi güne her şey düzelmiş olacaktır.
Kadın bu açıklamalardan biraz rahatlamış gözüktü ve saatine bakıverdi.
—Demin saat kaç demiştim size?
—Sekizi 25 geçiyor dediniz
—Evet, şimdi de altıyı 10 geçiyor. Şu akreple yelkovana bakın, delirmiş gibi dönüyor.
—Acaba gelgitlerin bir etkisi olabilir mi bu?
—Kafam çok karıştı, bu hesaba göre ben aslında yarın da yaşıyorum, yoksa saat akşam altıyı mı gösteriyor? Delirmemek elde değil bu saçmalık üzerine. Şuna bakın, gittikçe hızlanıyor, ben şimdiden 2 gün önde yaşıyorum sizden.
—Hanımefendi. Saçınızdaki beyazlar artmaya başladı. Sanırım saatiniz gördüğümüzden de hızlı dönüyor. Siz şimdiden birkaç sene ileridesiniz.
—Ne yapacağım peki?
—Bence bir tamirci bulmalı size.
—Tamirci mi, doktora gitsem daha iyi değil mi?
—Doktorların zamanın ilacına sahip olduğunu hiç duymadım. Bence siz bugün işe gitmeyin ve hemen bir tamirci bulup saatinizin neyi varmış baktırın.
Kadın ellerine baktı. Kırışıklıklar oluşmuştu.
Yüzü şimdiden yaşlı bir kadının yüzü gibi geçirdi içinden kaygı ile acıyarak, biraz da sevindi. Bütün bunları dün kendisi de yaşayabilirdi, ucuz atlatmıştı.
—Sanırım kalbim sıkışıyor.
—Gelin şöyle, oturun, panik yapmayın, bakın tamirci saatinizi tamir eder ve geri aldığında belki de eski halinize geri dönersiniz. Ama önce sakin olun.
Adam sözlerini ardı arkasına sıralarken kadın oracıkta gözlerini kapatıp kendini ölümün kucağına çoktan bırakmıştı bile.
Ambulans gelip kadını aldığında adam olanları bütün gerçekliğiyle anlattığını düşünüyordu ama karşısındaki görevliler yeterince hayrete düşmüş görünmüyorlardı.
Bu haftaki 1262. vaka. İlkin biz de şaşırdık ama doktorlar bunun yeni bir ölüm şekli olduğunu konuşuyorlar. Böyle şeylere alışsanız iyi edersiniz beyefendi.
Adam saatine baktı, saati oraya vardığı saati gösteriyordu, 7'yi 12 geçiyordu. Başının döndüğünü fark etti, soğuk soğuk terliyordu. Bütün bunlar rüya olmalı diye düşündü, evet, birazdan alarmı çalacaktı.
Sanırım re diyez, dedi. Evet, ne re kadar ince ne de mi kadar kalın, bu ses re diyez olmalı.
Şehnaz Dule
2023-06-20T22:07:56+03:00Teşekkür ederim yorumlarınız için :)
Server Fethi
2023-06-20T17:36:47+03:00Ne hoş bir üslup. Aktı gitti öykü. Ve üslubu da özgün, kendine has buldum. Tebrik ederim ve aramıza hoş geldiniz.
Meriç Koç
2023-06-20T17:10:42+03:00Güzel öykü gerçekten, ilginç. :)
Mısra Ergök
2023-06-20T17:05:12+03:00Çok orijinal bir konu seçmişsiniz. Hikayenin işlenişini de beğendim. Kaleminize sağlık. :)