İnsanoğlu çılgınca kendinden kaçmanın telâşını yaşıyor bu çağda. Ne fiziksel ne de dijital ortamda kalabalıklar olmadan yapamıyor. Kalabalık saklanabileceği en güvenli yer. Fark edilmeden, kendisini de fark etmeden yaşayıp gitmenin en kolay yolu. Sivrilmeden, uçlara yaklaşmadan, düşünmeden, üretmeden, kalabalığa karışmak ve kalabalığın ritmiyle hareket etmek. Kazara düşülen bir yalnızlık ânı, dehşete kapılmasına yetiyor da artıyor bile. Hem de ne dehşet.
Doğduğu anda fiziksel olmasa da dijital olarak kalabalık bir dünyaya adım atıyor. Bu dünyayı gerçek dünya belliyor ve ötesinde kendisine dair bir farkındalık geliştiremiyor. İnsana dair temel meselelere ise hep uzaktan bakıyor. Sevgi, saygı, arkadaşlık, iyilik kavramlarının tarifi bambaşka bu dünyaya ayak basanlar için. Varlığının farkında olan ebeveyne sahip olanlar nispeten şanslı ve bu grubun biraz olsun dışında kalabiliyorlar. Tek tük hayatla, sanatla, kendisiyle dertlenenler de bunlar arasından çıkıyor. Ama geri kalanlar için durum bambaşka. Dünya hızla bu yöne gidiyor. Kendisini, doğalı, doğayı, fiziksel yaşamı, yüzbinlerce yıllık öğretileri, insanlığı tanımayan bireyler yetişiyor gümbür gümbür. Üstelik yalnızca yeni doğanlardan ibaret de değil bu çoğunluk. Aralarında sonradan dönüşen de pek çokları var. Kapitalist düzenin sevk ettiği robotik hayatlar içinde kısılıp kalmış, kölelikle efendilik arasında mekik dokuyanlar. Birinin diğerine üstünlüğü yok aslında. Hepsi de aynı cenderenin içinde nefes almaya çalışıyor.
Hayal kurmak, yaratıcılık sadece dijitali geliştirmekten ibaret. Puan toplamayı, beğeni almayı, en iyi olmayı en çok tıkla ilişkilendirenlerin yanında gerçek bir çiçeği büyütmenin hazzını tadabilenler ne kadar da şanslı.
Sadece dünyanın kaynakları değil hızla tükenen; insan olma, varoluş gerçeği de tükenişte. İnsanoğlu ölümsüzlüğü sanatla keşfetmişti. Kendisi bu dünyadan göçüp gitse de ardında bıraktığı eserleri yüzlerce, binlerce yıl boyunca isminin anılmasına yetiyor da artıyordu. Ama yakın gelecekte bu binlerce yıl öncesinin zihniyetini, eserlerini, kitaplarını, bakış açılarını anlayıp yorumlayabilecek, bunlara kıymet verebilecek kaç kişi kalacak merak ediyorum. Ölümsüzlüğü dijital ortamda keşfettik. Kemikleri çoktan toprağa karışan birinin sosyal medya hesabı açık kalmaya ve birileri, o hâlâ hayattaymışçasına, paylaşımlar yapmaya devam ettikçe; alın size ölümsüzlük. Daha fazlasına uğraşmaya ne hacet.
Bir kitaba dokunarak, kokusunu hissederek almayı ve okumayı ayrıcalık sayan, bundan keyif alan kaç kişi kalacak? Basılı kitaplar, dergiler, makaleler, yazılar olacak mı? Kalem tutmayı bilen kaç el kalacak? Bugün sanat olarak nitelendirilen eserlerin kaçı hayatına devam edebilecek? İnsanlarla göz göze, yüz yüze gelinebilecek kaç sergi ortamı, kaç konser ortamı, kaç tiyatro ortamı kalacak? Yoksa günün birinde bu yazdıklarım herhangi biri tarafından okuduğunda bu kadın neden bahsediyor böyle mi denecek?
Kendinden kaçan insanoğlu tamamen kendini yitirecek mi? Yitip gitmemek için bugün sahip çıkılması gereken çok şeyimiz var. Kaybolmamak dileğim.
Es Geç
2022-08-01T23:35:14+03:00Popüler kültürün bir öğesi bu da. Kendi içinden bile kaybolmak. Kendi kendini kaybetmek.. Güzel bir yazıydı, üzerinde konuşulması gereken çok iyi noktalar var, düşüncelerinize sağlık.
Ebru Atar
2022-08-01T17:28:00+03:00Çok teşekkür ediyorum @Mısra Ergök
Mısra Ergök
2022-08-01T11:30:33+03:00Güzel bir tema, güzel bir deneme, kaleminize sağlık. 🌺
Ebru Atar
2022-08-01T07:44:34+03:00Çok teşekkür ediyorum :) @Sümeyye
Sümeyye
2022-07-31T23:46:24+03:00İçimizdeki kabul edilme dürtüsü hep vardı, var olmaya devam edecek. Zamanla bunu bulduğumuz yerler değişiyor tabii ki ama bu çağda kabul edilmenin yolu buyken insan kendini ne kadar uzak tutmaya çalışsa da içindeki bir parça o yönde kabul edilmeyi istiyor maalesef. Ne kadar yazıp çizsek de her birimizin içinde yatan "o" şeyden kurtulamayacağız.
Güzel noktalara değinmişsiniz, ellerinize sağlık :)