Karanlık ormanda iri ağaçların arasından hızlıca koşuyordum. Boğazımdaki düğümü yutmaya çalışarak, dişlerimi sımsıkı sıkarak süratle ilerliyordum.

İçimdeki karanlık öyle derindi ki geceden bile zifiri ve öyle koyu ki gözlerime bir perde gibi. Sadece kaçmakta olduğum bir orman var. Neden? Kimden kaçıyorum ben? Olduğum şeyden mi? Ne zaman olduğu şeyden kaçar insan? Kaç kere? ‘’Boş ver, benim ilk kaçışım değil.’’ Önceden sorunları çözmek için çaba sarf ederken şimdi onlarla yaşamayı öğrenir hale mi gelmiştim?


Hayatımızda önümüze çıkan engelleri aşamasak bile düşeceğimiz yerleri bilebiliriz. Ben engelleri aşmak istemiyordum en başından beri. Sadece düşeceğim yerleri bilip kendimi kalkmaya hazırlıyordum. Hayatta ancak böyle ilerleyebiliriz zaten. Fakat süratimiz arttığı zaman ilerlemek kaçmaya dönüşürse ve aynalara yaklaşamıyorsa insan, hayat önümüze engel çıkarmaz, engelin ta kendisi olur.

'’Boş ver, benim ilk kaçışım değil.’’

Kendime yabancılaştığımdan beri hayatın akışına ters yönde kaçabileceğimi sandım. Düşeceğim yerleri umursamazsam dağları, çölleri aşarım sandım. Kendimi duymazsam hayata karşı yaşarım sandım. Yaşayamadım. Çünkü hayata karşı yaşanamaz sevgili okur, yaşanmaz. Ancak hayatla yaşanır, hayatın içinde yaşanır.

‘’Boş ver, benim ilk kaçışım değil.’’

Rüzgar yüzüme vururken ve ben süratle koşarken nefes almakta zorlanmaya başladım. Ne zamandır durmadan koşmaktaydım? Düşüncelerim, zihnime verdiği acıdan sıkılmış olmalı ki gözlerimden akmaya başladı. Yavaşladım ve elimin tersiyle akan gözyaşlarımı sildim. Durdum. Bir ağaca yaslandım. İki elimi şakaklarıma dayayıp bir süre yaşların süzülmesine izin verdim. Daha sonra parmaklarımı saçların arasından geçirdim. Sıkı bir at kuyruğu yapıp derin bir nefes aldım ve koşmaya devam ettim.

 ’Boş ver , benim ilk kaçışım değil.’’

Sandım ki koşmak sadece bedenimi değil düşüncelerimi de yorar da geçmezler aklımdan ve yine sandım ki tüm benliğime kazınan, ruhuma işleyen bu acı daha beter bir hal almaz. Kendime iyilik yapmak isterken zarar vermişim. Öyle ki kuvvetle ısırdığım dudaklarımı ağzıma gelen kan tadıyla fark edebildim. Ben koştukça bulunduğum yer, zaman, kişiler değişecek sandım. Başka bir ütopya, farklı zaman kavramıydı umduğum. Ama insan durmadan koşunca en fazla şehre inebiliyormuş.

'’Boş ver, benim ilk kaçışım değil.’’

Belki çoğu zaman insan bulunduğu konumdan memnun değildir ama ben memnundum. İnan bana sevgili okur, bazen insan sadece bıkar. Ben sadece bıkıyorum öyle ki bedenimi terk etmek istiyorum. Defalarca kaçtım insanlardan, korkulardan, ağlamaktan. Bazen insan kaçtıkça tam içinde bulur ya kendini, bu da öyle. Olur öyle. Kendinden mücadele etmek, kendinden bıkmak. ‘’Büyü artık.’’ diyorum kendime her kaçışımda. İçimdeki çocuğu büyütemediğim gibi yok da edemiyorum ya, neyse.

'’Boş ver, benim ilk kaçışım değil.’’

Son da olmayacak muhtemelen. Artık koşmayı bırakmış, ellerimi cebime sokmuş, sakince evimin bulunduğu sokağa dönmüştüm. Şimdi umutlu yarınlara bakmayı öğreniyorum. Umutsuzca umutlu yarınları arayan ben, bu yolda kendimi kaybediyorum, yine de ne umudu ne yarını buluyorum. Ben kaçıştan ibaretim, arayıştan... Sonuçlarla ilgilenmiyorum.