Son dönemde internet ortamında popülaritesi artan Kader filmi hakkında konuşmak, biraz meramımı anlatmak istiyorum. Keyifli okumalar.


2006 yapımı bu film Zeki Demirkubuz’un 1997'de çektiği Masumiyet adlı filmin içindeki bir tirattan yola çıkılarak yazılmış. Haluk Bilginer ve Ufuk Bayraktar’ın Bekir karakteri bize bu hikayede Mecnun rolünde eşlik ediyor diyebilirim. Filmin başlarında kendi halinde, silik bir karakter iken filmin ilerleyen noktalarında ne hale geldiğine tanıklık ettiğimiz Bekir’in yolculuğu üzerine konuşmayı uygun gördüm. Bekir Uğur’a, Uğur Zagor’a, Zagor da serseriliğe aşıktır. Karşılığını bulamayan kalplere tutkun bu üç insanın yolu, tutkunun beslediği bir kaderle birbirine bağlanır. Uğur, Zagor’un hapisten çıktığı gece, mahallede işlenen bir cinayetin ardından ortadan kaybolur. Bu kayboluş, ilk başta Bekir’in umutsuz aşkından kurtulması için bir umut olsa da, aylar sonra Zagor’un İzmir’de işlediği bir cinayet sonrası hapse girmesinin ardından Uğur’un mahalleye dönmesi ile Bekir için yıllar sürecek amansız bir kovalamaca başlayacaktır. İşte bu kovalamacanın başladığı yer de Bekir’in kendi konfor alanı. Önceleri inanacak bir tutkusu olmadığını gördüğümüz, mahallede üç beş arkadaşıyla beraber kahveye gitse bile sadece uzaktan izleyebildiğimiz Bekir’in hayatı, dükkana gelen Uğur’un onunla alay edip onu etkilemesiyle değişmeye başlar. İşbu filmde aksiliktir ki, Uğur bir fotoğraf albümü unutmuştur her şeyin başladığı bu dükkanda. İşte bu albüm Bekir’in uzun saatler bakıştığı aynası olacaktır. Bekir’in Uğur’u görmeden önceki hayatının son derece monoton olduğu gözümüze sokuluyor. Baştaki kahve sahnesinde Bekir kimsenin göremeyeceği bir yerde konumlanmış, o da bizim gibi, olanı biteni izliyor. Sonrasında arkadaşlarıyla yorumluyor.


Bekir, bu albümü eline geçirdikten sonra körü körüne aşık olacak, sadece Uğur ile beraber olmak değil onun peşinden gitmek için bile birçok defa ölümden dönecektir. Nedir Bekir’in motivasyonu? Yolda olmak. Tıpkı Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun hikayesinde Kays karakterinin başından geçenler gibi Bekir’in de başından geçenler onu bir mecnuna dönüştürecektir. Çölde, kurda kuşa arkadaş olan Mecnun, aşkın binbir türlü cefa ve ıstırabıyla öyle yoğruluyor ki dünyada yalnız ruhu ile yaşar bir mahlûk haline geliyor. Fakat hikayemizdeki üçüncü kişinin varlığı ise bu aşkı daha imkansız hale getiriyor. Bekir bu imkansızlığı bilmesine rağmen bu yola tek başına çıkabiliyor.


Tıpkı Adem’i ayartan yılan gibi ilk sahnede gözüken ve gözlerimizin içine sokularak bize cazibesi gösterilen hikayemizin bence esas karakteri, tabiri caizse ‘femme fatale’, Uğur. Bekir’in kolay manipüle olabilecek yapısını görüp onunla dalga geçmesi, ardından ilgi göstermemesi onu Bekir’in gözünde daha da ulaşılmaz kılıyor. Zagor’un varlığı bile Bekir’i geri adım attırmıyor. Defalarca kez geri dönüyor Bekir, hatta evleniyor fakat her seferinde kendisini Uğur’u, hayatındaki tek tutkusunu ararken buluyor. Ne karısı ne babası ne de mal varlığı ona Uğur olmadan bir hayatı yaşamayı mümkün kılmıyor. Uğur’un peşinden her gittiğinde daha kötü ve daha yaşlanmış bir Bekir görüyoruz. Tutkusuna ulaşamadığı bu süre zarfında konuşma tarzı ve görünüşü de değişiyor. Filmin başındaki uslu aile çocuğu Bekir, filmin sonunda uğruna kurşunlar yediği Uğur’un arkasından, bir erkek ortamında kurmaca hikayelerle kendisinin onu gerçek olmayan bir tatminle elde etmesinden gururlanarak bahseden, binbir iftira atabilecek bir hale geliyor. Fakat Bekir’in arayışı bu hikayenin anlatıldığı an bitmiş olmuyor. Burada başlıyor. Kızına ilaç almak için çıktığı yolda gözlerini Kars’ta açan Bekir yine Uğur’u sayıklamaya başlıyor. Bir süre sonra bu arayış kendi sonunu getirecek dahi olsa, sapkınlık derecesinde bağlandığı bu kızdan kendini bir türlü ayıramıyor. Açıkçası filmin son dönemde popülerleşmesi ve internetteki yeni oluşan arabesk kültürüne meze olması beni rahatsız etse de oyunculuklar ve özellikle hikayenin yazılma şekli gerçekten ustaca. Herkesin etrafında bir Bekir, bir Uğur ya da bir Zagor vardır. Denk gelmiştir. Bu film bize bizi anlatan, bizim ne olduğumuzu yüzümüze çok güzel vurabilen bir film. Bir arayışın timsali olarak Bekir, istediği şeye bir türlü ulaşamamanın verdiği hırsla kendisini ölüme sürüklerken Uğur da Bekir’den farksız. O da Zagor hangi hapishaneye gönderilirse gönderilsin peşinden gidiyor. Arayış hiçbir zaman bitmiyor. Ölürken bile, Uğur Zagor’u arıyor, Bekir ise Uğur’u. Çevremizdeki saplantılı Bekirler, saplantılı Uğurlar ve serseri Zagorlar ise şu anda dışarıda başlarına geleceklerden belki de habersiz biçimde öyle bakıyor işte. Tıpkı filmdeki gibi. Her şeyi bir kenara bırakırsak bu sorunlu arkadaşların son dönem internette övülüp şişirildiği kadar da sağlıklı ilişkilerinin olduğunu düşünmüyorum. Zeki Demirkubuz, kötü insanların portresini iyi çizebilen bir ressam. Sinematografik olarak ne kadar başarılıdır tartışılır, ama iyi bir gözlemci olduğunu düşünüyorum.