Kadın olmanın ikincilleştirilmesi tarih boyunca sosyo-kültürel, ekonomik, politik vb. birçok alana tesir etmiş olsa da, kadının ‘şifacı’ kimliğinin sağlık alanından dışlanmış olduğu genelde çok fazla dikkat çekmemektedir. Eski çağlarda, 'sinirle', 'mistik yetilerle' ve 'bitkisel şifa' ile ağrıları dindiren ve hastalıkları iyileştiren kişinin gerek Doğu halk biliminde, gerek Batı literatüründe kadın olduğu birçok kere ele alınmıştır. Hatta, Anadolu kültünde kendilerinin ‘şifacı ebe’, ‘şaman’, ‘ocaklı’ gibi isimlerle anıldığı halk arasında oldukça yaygın olarak bilinir. Toplumsal cinsiyetin ortaya çıktığı ilk iş bölümü tanımında, erkeğin sapanını alıp ava çıkması, kadının toprak ile uğraşmayı seçip bakımı ve beslemeyi seçmesi şeklinde genel kabul vardır. Aydınlanma ile birlikte gelen modernleşmenin esir aldığı alanlardan birisi olan tıbbın da eril bir niteliğe bürünmesi ile kadının iyileştirici ve sağaltıcı tedavisi tıbbi sağlık alanından dışlanmıştır. Böylelikle tıp, eril bir kimlik kazanmış ve bilime yüklenen hegemonik misyon ile iyileştirici ve sağaltıcı tedavi, ‘mantık ve nesnelliğin’ ön planda olduğu bir süreç içerisinde ilerlemeye başlamıştır.



Orta Çağ'a kadar kadının sağaltıcı ve iyileştirici gücü ön plandayken, Orta Çağ’ın karanlık dönemlerinden kadının şifa verenden ‘şeytanla iş birliği yapan ve yok edilmesi gereken kara cadılara’ dönüşmesi, tıbbın erkekleşmesinin meşruluğunu besleyen bir tarihsel gelişme olduğu söylenebilir. 13. - 14. yy’a kadar insanların sağlık bakımından çeşitli sorunlarını danıştıkları ve hatta psikolojik iyi oluş anlamında da bütüncül destek sağlayan şifacı kadınlar bir anda 400 yıla yakın süren cadı avlarının failleri konumuna düşmüştür. Modern tıbbın tamamen erkekleşmesi ve modern bilimin kurucusu sayılan Bacon’ın da desteklediği gibi, ''doğanın tahakküm altına alınması'' kadının kendisini olduğu kadar şifacı yönünü de tedavi pratiğinden dışlamıştır. Kadınlar uzun yıllar boyunca kaynattıkları şifalı otlardan, doğadan geldiği düşünülen sihir ve mistik güçlere sahip olmalarından dolayı toplumdan aforoz edildiler. Kadınlar iyileştirici ve tedavi edici yönlerini geleneksel bir şekilde nesilden nesle el vererek aldıkları için Orta Çağ'ın erkek din bireyleri kilisede eğitim gören erkekleri ayrıcalıklı saymış ve kadınların hekimlik eğitim hakkı olmadığı ve eğitim alamadıkları için tarihte oynadıkları bu mistik rol yetkisiz bırakılmıştır. Kadınlar, bu eğitim hakkını çok sonralarda, 1800'lü yılların sonlarına doğru elde etseler de, hekim olarak mesleğe başlamaları da bir hayli geç olmuştur. Hatta, rahibelerin 'nonna' kökünden türeyen 'hasta bakıcı', 'süt anne' anlamına geldiği ancak, rahipler tarafından kilise duvarlarının dışına çıkmalarına izin verilmediği bilinmektedir. Böylelikle, kadınlar hem beden hem ruh açısından kendilerini iyileştirmelerini bekleyen insanlarla iletişim kuramamış ve tedavi, kilisenin kontrolünde eğitim gören erkeklerin alanı haline gelmiştir.



Esasında bu bütüncül anlayışın bölünüp madde ve ruh ayrımının ortaya çıktığı felsefi kökeni, René Descartes'ın cogito ergo sum anlayışında görmek mümkündür. 'Düşünüyorum o halde varım.' söylemi ile Descartes nesnelliği öne çıkaran ve metafiziği dışlayan bir modern bilim anlayışı ortaya atmıştır. Bu bağlamda, kadın şifacılar metafiziğin alanına dahil edilmiş ve diğer tüm görünmeyenler gibi görünürlüğün (nesnelliğin) alanından dışlanmışlardır.


20. yy ile birlikte ‘doğaya dönüş mitinin’ canlanması, bitkisel tedavi yöntemlerini alternatif tıp içerisinde yeniden gündeme getirmiştir. Bir zamanlar cadılıkla, büyücülükle, şeytanla iş birliği yapma ve kara büyüyle suçlanan şifacı kadınların kullandığı bitkisel yöntemlerin günümüzde kullanılmaya başlamasının oldukça manidar olduğu söylenebilir.


Ancak, günümüz tezahüründeki örneğindeki bitkisel tedavi alanını da tıp eğitimi almış erkek bireylerin işgal ettiği görülmektedir. Özellikle, medya önünde çeşitli bedensel veya psikolojik rahatsızlıklara karşı şifalı otlardan tarif veren birçok uzman kişinin erkek bireylerden oluştuğu söylenebilir. Kadınlar tarih başlangıcında dahi tedavi edici özellikleri ile bilinirken, sonrasında kurumsallaşan tıbbın hegemonik erkekliği içinde konumlandıran bir alana dönüşmesi ile sağlık alanındaki söylem ve pratikler de erk haline gelmiştir. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı fark etmeksizin hasta kişilere karşı iyileştirici tavsiyeyi bitkisel ve doğal yollarla veren kişinin erkek olduğunu görüyoruz. Modernliğin bir zamanlar modernleştirilemeyen kutsallar olarak gördüğü şifa pratiklerinin bugün karşımıza fitoterapi, aromaterapi ve çeşitli bitkisel tedavi yöntemleri olarak çıktığı söylenebilir.


Sonuç olarak, modern tıp her ne kadar erkekliği nesnellik ve mantıkla özdeşleştirip kendi hegemonyası içerisinde en tepede konumlandırarak kadınlığı ‘net olmamak ve öznellik’ ile dışlamış olsa da günümüzde tekrardan çıkış noktası kadın olan tedavi pratiklerine yönelmeye ihtiyaç duymuştur. Ancak, tedavinin ikiye bölünen (nesnel-metafizik) dilini bütüncül ve tamamlayıcı tıp altında birleştirmeye çalışan ve hekimin rolünü bu alan içerisinde yeniden üreten eril tıbbın, söz hakkını yine erkek lehine çevirmekten geri durmadığı aşikardır.




Referanslar:


Durur, E. K. (2016). Çirkin Cadılıktan Güzellik Uzmanlığına Uzanan Yolda: Şifacı Kadınlar. Global Media Journal: Turkish Edition, 7(13).


KAPLAN, M. (2015). GELENEKSEL TEDAVİ PRATİKLERİ VE UYGULAYICILARI:" KADIN ŞİFACILAR". Milli Folklor, 27(108).


KAPLAN, M. (2016). Kültürel Bir İnşa Süreci olarak Sağlık: Kavramsal ve Tarihsel Bir Bakış. Dört Öge, (10), 11-18.


Türkmen, H. Ö. (2011). Tarihsel olarak kadın şifacılık ve tıbbın değerleri. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi, 1(2), 21-27.