Aslında her şey kadının doğuşuyla başlıyor. Tıpkı doğanın yeniden yeşermesi gibi büyüdükçe açıyor yaprakları. O eşsiz, huzur dolu manzaralar resmediliyor sanki. Mevsimlere benziyor aslında kadın. Hüzünlendiğinde dökülüyor çehresinden turuncu, kırmızı ve sarılıklar. Kızması kış gibi sert, soğuk rüzgarlar estiriyor. Estiriyor estirmesine de yine de hissettiriyor sevgisini gökten yere düşen kar taneleriyle. Zaten o eşsiz kar tanelerinin yere düşmesiyle ısınmıyor mu ortalık kışın ortasında? Kadın seviyor ve işte o zaman başlıyor ilkbahar. Çiçekler açıyor, ortalığı neşe kaplıyor ve gökte kuş cıvıltıları… Duygusal haliyle dahi güçlüdür kadın, vurulmaz ona. Kahkahasında iyilik taşır, bırakın gülsün. Annelerin ayakları altında değil miydi cennet? Kadın değil mi o da? Cenneti taşıyana zarar verilir mi hiç? “Kadınlar ile ilgili yapılabilecek üç şey vardır: Onu sevebilir, onun için acı çekebilir ya da onu edebiyata çevirebilirsin.’’ demiş Henry Miller. Kadına dize dize şiirler yazılır, güzelliği anlatılmaya çalışılır. Hikayelere konu olur, mısralar yetmez, dizelere taşar ve o güzel aşk şiirleri yazılır. Ellerinde huzuru taşır, yüreğinde şefkati. Zayıf sanma kadını, dünyaya yeni bir can getirmek kolay mı?


İşte Zühre’nin hikayesi de böyle başlıyor. 20’li yaşlarında genç bir kadın Anadolu’da, karnında canından çok sevdiği bebeğiyle tarlada. İlk çocuğudur bu belli, acemi bir heyecanla tutar karnını. “Adını Destina koyacağım.’’ der. “Okutacağım onu, yararlı olacak geleceğe.’’

Karnı burnunda Zühre alıyor sepetini eline, dönüyor geri evine. Tarladan dönme vakti geç de olsa çalışmalı evladının geleceği için, biliyor. Ah o yüce kadın; annelik duygusunu elini karnına koyduğunda hissettiği kıpırtılarda, gece sancılarında, mide bulantılarında ve gittikçe büyüyen karnında hissediyor. “Kızım olacak benim, saçlarına yağmur damlaları değecek.’’ diyor yüzünde tatlı bir tebessümle. Sonra düşüyor yüzü, biliyordur ki babasız büyüyecek Destina’sı. Elini koyuyor karnına, doluyor gözleri. “Güzel kızım, saçına değecek yağmur damlalarında hisset baba sevgisini eğer hissettiremezsem sana o sevgiyi.’’ diyor ve ilk yağmur damlası süzülüyor Zühre’nin gözlerinden ellerini kilitlediği kucağına doğru. Hüzün yeşeriyor orada koca bir orman olurmuşçasına. Koskoca evde yalnız başına Zühre, kolay mı sanırsınız siz yalnızlığı? Elini cebine attığında çıkan 5-10 kuruş neye yetecek? Karnını doyurmaya mı, yoksa evin ihtiyaçlarını karşılamaya mı? Çocuğu doğacak bir de, nasıl karşılayacak masraflarını? Oysa sabah ne neşeliydi kızı için. Hüzün ormanı sımsıkı sarmaşıklarla sarmıştı kalbini şimdi. Zaten birkaç ay anca oluyordu kaybedeli eşini, acısı tazeyken dimdik durmuştu kızı için. Şimdi durumu daha da zor geliyordu ona. Ah Zühre, sen ne yürekli kadınmışsın, göğüs gerersin acılara.


Aradan 3 ay anca geçiyor, hamileliğinin son ayı Zühre’nin. Her gece bebeğinin beşiğine gidip “Az kaldı bebeğim, alacağım seni kucağıma.’’ diyor. Eh, çok da çalıştı, vardı artık parası. Kızının varlığıyla atlatmıştı kötü günleri. Güçlüydü artık, yıkılmazdı. Zaten doğsun bebeği gidecekti buralardan. Kızı nerede iyi eğitim görebilecekse orada okutacaktı onu. Düşüncelerine dalmışken yine aldı eline minicik pembe patikleri. Elinde kayboluyordu, kızı mı giyecekti şimdi bunları? Karnına sancı giriyor yine, alıştı artık Zühre. “Ne oldu, sıkıldı mı canın? Rahat durmuyorsun yerinde.’’ diyor, gidiyor yatağına. Gözlerini kapar ama nafile, bekler geçsin diye ağrı. Giderek şiddetlenir aksine. “Yoksa…’’ der, ‘’Yoksa doğma vaktin mi geldi Destina?’’ Köy yerinde yaşar Zühre, yoktur ki gidecek bir doktor. Kalkar ayağa, karnını tuta tuta ilerler artık yaşlanmış olan ebenin evine doğru. Ağrı o kadar çoktur ki bacakları titrer, düşecektir neredeyse. Gece geç vakit kimse de yoktur sokakta yardım etsin Zühre’ye. Çok dayandın acılara Zühre, biraz daha dayan ki doğabilsin yavrucağın. Toparlar gücünü, duvara tutuna tutuna ilerler. Gelmiştir evin önüne artık. Tıklar kapıyı. Uzunca bir süre dişini sıkarak bekler ama açan olmaz kapıyı. Zühre düşer oracıkta yere, suyu gelmiştir artık. Destina gelmek üzeredir. Şans ya, bir genç geçer o sırada oradan arabasıyla, görür bir başına çaresiz Zühre’yi. Alır arabasına, yetiştirmeye çalıştırır hastaneye. Zühre yetiştirilir hastaneye, hemen alınır doğumhaneye. “Derin nefes al.’’ denir. Her nefeste acıyı çeker içine bilmezler. Tamı tamına çığlık çığlığa geçen 2 saatin sonunda doğar Destina. Bir sorun vardır belli, gülmez doktorun yüzü. Hemşireler acıyarak bakıyordur Zühre’ye “Nasıl bebeğim?’’ der yarı baygın bir halde, kucağına versinler diye bekler kızını. Neden ağlamamıştı her bebek gibi? Ağla Destina, ağla ki gülsün annenin çileli yüzü. Daha yeni hemşire olmuş kadının gözleri dolar ama ne çare. Nasıl söylenir umutla bakan anneye “Ölü doğdu bebeğin.’’ diye? Ağlamasını bekler Zühre, ölü doğan bebek hiç ağlar mı? Ne gariptir şimdi çekilen onca acı. Anlar durumu Zühre. “Verin kucağıma.’’ der. “Bir kez göreyim onu, verin bebeğimi.’’ Sesi titrer, titreyen sadece sesi olsa keşke. Gönlü titrer aslında. Karanlık, soyut bir ifade olmaktan çıkar onun için. Vals yapar gözyaşlarıyla içinde bulunduğu karanlık durum.


Destina’yı gömme vaktidir artık. Kucağına sığdıramadığı miniğini koca mezara sığdıracaktır Zühre. Yürek dayanır mı bu acıya? Köylü tutuyordur Zühre’nin elinden. Bir ağıt dökülür dudaklarından Zühre’nin:


“Ağlamadın Destina’m,

Ağlamadın, ağlattın.

Annen hala bekler ağlamanı,

Ağlamazsan bir gül,

Göreyim cennet nasıldır?’’


İşte nice kadın çekiyor bu acıları. Zühre bir örnektir bunlara. Şimdi siz söyleyin, kadın güçsüz müdür? Doğurur, büyütür, besler. Aşık olur, sever, sayar. Nice duyguların resmedilmiş halidir kadın. Kadın olmasaydı olur muydu anlamı şiirlerin, hikayelerin ve koca evrenin? Kadın anlatılmaya çalışıldıkça çoğalacaktır kelimeler. Bu hikaye de burada biter. Başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir kadını anlatmak üzere…