1984, herhalde dünya kurma konusunda Dune, Yüzüklerin Efendisi gibi fantastik edebiyatın devleriyle yarışabilecek düzeydedir. Dünya kurma sadece onlarca ırk, millet veya devlet yaratmak değildir. Dünya kurmanın temel hilesi çok fazla detay vermek değil, verdiği detayları tasarruflu kullanmaktır. Böylelikle okuyucu gerçek dünyayla kurmaca dünya arasındaki farkı düşünmek zorunda kalmaz. Bu da okuyucuyu kurulan dünyaya sokar. Bu kitap ise, daha ilk sayfadan bizi kendi dünyasına sokuyor. Betimlemelerin çok canlı ve yeterli düzeyde olması da bunu sağlıyor. Aslında yaratılan dünyanın bağlam dahilinde büyük bir önemi yok. Çünkü kitap, çoğu distopyadan farklı olarak bir başkaldırı değil, kendi değerini bulma hikayesi. Benim kitaptahayran kaldığım şey de bu. Kitapta, getto göndermesi olduğunu düşündüğümmahalledeki bombardımana maruz kalan kişilerden birinin isyanını değil, sistemin içinden birinin isyanını okumak büyük bir zevk. Çünkü ele geçirilmiş birinin zincirden kurtulması; ele geçirilmemiş, manipüle edilmemiş birinin mücadelesinden çok daha kutsaldır. İsyan ve hiddet ile değil, mantıkla ortaya çıkıyor. Orwell, kurduğu dünyada Winston'ın serüvenini o kadar iyi anlatıyor ki kitabın hiçbir yerinde karakterin motivasyonunu anlamamazlık etmiyorsunuz. Bir sonraki adımını tahmin etmek olanaksız ama attığı adımın nedenlerini anlamak mümkün oluyor. Çünkü o noktaya kadar her şeyilmek ilmek dokunmuş. Büyük bir işçilik var kitabın her yerinde.


Kitabın üzerinde durulması gereken en önemli özelliği, kendi zamanına kadar kurulmuş klişeleri yıkmasıdır. Romantizm akımının getirdiği salt iyilik ve salt kötülük anlayışını, klasisizmin getirdiği asil edebiyat anlayışını, natüralizmin gözlemci tavrını bir kenara itip insanın çok boyutlu bir varlık olarak anlatıldığı güzide bir eser. Hikayenin gerçekçi olmasının yanında kurulan dünyanın hiçbir pürüz barındırmaması okuyucunun kendini kitabın akışına bırakmasını kolaylaştırıyor. Olay akışı kadar olayların anlatılması da takdir edilesidir.


Kitabın ana karakteri Winston'ın, içinde barındırdığı isyan ateşini kitap boyunca koruyamaması ise yine çok cesurca bir tercih. Çünkü aynı dönemdeki eserlere baktığımızda tanrısal devrimcilerin sık sık anlatıldığını ve bundan vazgeçilmediğinigörüyoruz. Orwell'ın bu tercihinin neden cesurca olduğuna gelirsek Orwell, öncelikle, karakterin motivasyonuna bizi inandırıyor. Daha sonra bunu kendi yıkıyor. Karaktere olan inancımız yok olunca kitabın gerçekliğine olan inancımız artıyor. Çünkü '1984' dünyasında manipüle gücünden çok sık bahsediliyor. Eğer sıradan bir memurun manipüle edilemediğini okusaydık, Orwell'ın hükümetin manipülasyon gücünden sayfalarca bahsetmesinin bir anlamı olmazdı. Ve bu kitap için büyük bir açık olurdu.


Kitapta takdir ettiğim en güzel şey Winston ve Julia'nın aşkıdır. Bu aşk duygusal değil, tamamen tenseldir. Çünkü zaten insanlık tek bir yöne iletilmiş ve bu yön onları amaçsal olmayan her şeyden mahrum bırakmıştır. Kitapta Julia ile Winston'ın arasındaki ilişkinin amaçsız ve hayvani içgüdüden oluştuğunu anlayan okuyucu, kitapta Winston'ın motivasyonuna olan inancını tazeliyor.


Kitaptaki twist benceen kaliteli twistlerden biri. Aynı zamanda en beklenilen twistlerden biri. Kitap zaten o kısma gelene kadar beklentileri inşa ediyor. Ama kitabın dünyası o kadar yoğun ki olaylarla ilgilenme fırsatınız pek olmuyor. Bir oyunda etrafı izlemekten kendinizi oyuna veremememiz gibi, bu kitapta da dünyayı keşfetmekten olaylara dikkat edemiyorsunuz. Tabii ki de olay merkezli kitapları seven bir okur için gelişen olaylar yeterlidir.


Kitabın kendisinden sonrasını etkileme, bir kültür yaratma ve kendi sınırları içinde olan başarıları ile okunmasını gerekli kılar. Bir distopya eserinden istenen her şey kitapta mevcut. Benim okuduğum ilk distopya 1984'tür. Sonrasında okuduğum hiçbir distopya 1984'ün önüne geçemedi. Ne 'Fahrenheit 451' ne de 'Cesur Yeni Dünya' bu seviyede eserler değil.