kafanda bir senaryo kurdun, yaşıyorsun. her sabah gözlerini açtığın o dünya, kirpiklerinin titreyişi ve göz kapaklarının aralanışı... insan, gözleri kapalıyken karanlıkta olmaz mı? sen neden gördüğün halde bu denli karanlıkta, biçare arıyorsun önünü, arkanı, ardını... ne var ardında hem? adı üstünde, art değil mi bu? geçmişin artık onlar senin. peşinde değil ki hiçbiri. onlar bıraktı seni. geçmiş bile aşar kendini. bu böyledir. dünya bundan ibarettir. milyonlarca his, sayısız anlar ve haddi hesabı yapılmayacak insanlar... gelir ve geçerler. dünya buysa; yani gelip geçmekten, kimi zaman görmekten, kimi zaman ise bakıp da görememekten veyahut görülememekten ibaretse ne diye kovalayıp duruyorsun ezberinde olan o kaldırımlarda kime ait olduğunu bildiğin ayak seslerini? gün sonunda aynaya baktığın zaman gördüğün tek beden kendi bedenin ve kulaklarında çınlayan tek nabız seninkiyse, bir insanın, iki insanın veya bin insanın ne düşündüğü neden paramparça ediyor bir başkasında benzeri dahi bulunmayan o narin, hassas ve bir o kadar da kindar kalbini? geceleri sıcak yorganın altında bir türlü ısınamaz halde titrerken seni titreten şey yalnızca soğukluğu mu duvarlarının yoksa içinde bastırıp durduğun o hisler mi böylesine sarsıyor ellerini? yani hissetmek buysa; titremek, kimi zaman küçük bir öpücük, bir dokunuş, kimi zaman bir yumruk veya kısacık bir kelimeyle böylesine sallanmaksa en güçlü olmak için savaşmanın kime yararı olmuş bunca zaman? hıçkıra hıçkıra ağladığın gecelerde gözlerinin kırmızılığı denk düşüyor bazı gözlere ve sen eğiyorsun başını. ne diye çekinir insan kalabalıklarda ağlamaktan? ha kendi içindeki kalabalıkların yanında kızarmış gözlerin ha seni ağlarken gördüğünde üç saniyeliğine sana bakacak ve öylece yanından geçip gidecek o umarsız kalabalıkların yanında. yani demem o ki ben sana şimdi hitap dahi edemiyorsam günün birinde ezbere bildiğin tüm o isimler sıra sıra senin için birer yabancıya ve hatta kimisi birer düşmana dönüşecekken, dünya kendi kendine dönüyor ve sen ve o ve bir başkası bir şekilde kendine tutunacak bir köşe bulabiliyorken ve elbette her şey böylesine geçiciyken, gelecek olan şeylerin ardından ne diye son hız koşar insan? soluklan. seni sevgisiz ve yalnız yaşatan tanrı’na kızgınlığını bir kenara bırak ve bir kez olsun ardına değil, karanlık gökyüzüne bak. her zaman umut vadetmiyor biliyorum, biliyorsun. “ne anlamı var?” diye sor kendine ve bu sefer bir cevap arama. yürü, bir yolunu bulursun. yol uzuyor ve sen de koşmayı öğrendin artık. yolundaki taşlara rağmen öğrendin. düşmelerine rağmen öğrendin. bir şarkı mırıldan ve zehrini yak. derin bir nefes al ve bir daha ardına bakmayacakmışçasına bak önüne. senaryoyu bitir. kızgın olduğun tanrı’nı yendin. o senin senaryonu hâlâ yazıyorsa da sen artık bitirdin. gülümsedin çünkü artık ne anlamı var? bu defa kazanan sensin.