Bu bir şaka değil ve asla olmadı. Gerçekten her gün hayallerimin paramparça olmaması için mücadele ediyorum. Herkese iyi davranmak için ki bu gerçeklik çok üzücü, Geleceğe ve bilinmeyene dair korkularımla mücadele ediyorum. Her gün yataktan istemeden kalkıyor, insanlardan saklanmak için unutmadığım psikolojik bozukluklara ve anlara, hâlâ hafızamda sıkışmış ve hâlâ kalbimi inciten ayrıntılara direniyorum. Hayat, hayallerim ve kendim. Her şeyi bırakıp sonsuza dek uyuma arzuma direniyorum.


Gözlerimi açtığımda bir an nefes alamadım. Düşüncelerim boğazımı sıkı sıkıya tutmuş, bırakmıyordu. Her şeye rağmen kendime gelip yataktan çıktım.


Sadece midem değil, tüm bedenim vücudumun besine ihtiyaç duyduğunu haykırıyor gibiydi. Aldırış etmedim bu haykırışa. Bastırdım sesi bilgisayar masama oturarak.


Karşımda açık duran oyuna baktım. Dün gece geç saatlere kadar oynamış fakat oyunun sonunun kötü biteceğini anlayınca bırakıp uyumuştum. Simdi ise yüzleşme vaktiydi. Gözlerimi ovuşturdum. Oyuna tekrar girdim. Bu sefer bitirecektim.

*

Ne kadar süre geçmişti bu sandalyeye oturalı? İyice gerindim. Ve ekrana tekrar baktım. Kötü bitmişti Kendimi en yakın hissettiğim karakter intihar etmişti. O neden benim gibi direnmemişti. Ben de bilmez miydim sorunlardan kaçmak için intiharı? Bilirdim, en iyi ben bilirdim hem de. O bir kod diye sayıkladım durdum. Hayır, değildi. Oldukça gerçekti. Belki de ekrandan uzatsam tutacaktım. Kucaklayacak yapma diyecektim.


Yüzümü elimin arasına alıp öylece durdum. O şekilde durmam uzun sürmedi. Sandalyemden kalkarak odadan çıktım. Odadan çıktıktan sonra dış kapının yanında duran portmantodan ince hırkamı alıp dışarıya attım kendimi.


Güneş yerini yavaş yavaş aya bırakmaya başlamışken çoğu insan da yaz sıcağından bunalıp kendini dışarı atmıştı. Ben de o insanlardanım. Ama bunaldığım şey kızgın güneş değil, kendimdi. Bomboş yaşantımdı beni bunaltan.


Dalgın dalgın yürürken gözlerimi açtım. Hayır hayır, tam anlamıyla açtım gözlerimi. Bakındım etrafa.


İzbe bir sokakta yalnızdım. Çıkmak istedim sokaktan. Çıkamadım, yürüdüm karanlığa doğru daha da emin adımlarla. Sağa sapmamla beraber karşılaştığım manzara ile duraksamam bir oldu.


Yaklaşık 20 metre ötemde bir adam dizlerinin üstüne düşmüş, elindeki silahı da kalbine dayamıştı. Koşmak istedim, Beni görmesin, orada öylece bırakmak istedim onu Ama yapamadım. Seri adımlarla yanına yaklaştım. Adamın bakışları bana döndü. Sonra gözleri tekrar boşluğa düştü.


“Silahı kalbine değil, kafana daya.” diye yanına temkinli adımlarla yaklaştım. Sessizliğini korudu fakat dikkatini çekmiş olmalıyım ki bakışları tekrar beni buldu.


“Kafandaki sesleri sustur önce. Çünkü mermiyi kabinde patlattığında beynin yaşamak için savaşmaya başlayacak. O yüzden kafana koy.” 


“Beni kurtarmak için bir şeyler söylersin sanıyordum.” Biraz durdum öylece. Sonra tekrardan:


“Neden söyleyeyim? Bunun bir kurtuluş olduğuna inanan birine daha ne anlatabilirim?” dedim. Aslında çok tedirgindim. Anlatmak istediğim çok fazla şey vardı. Ya gerçekten tetiği çekerse düşüncesi tüm bedenimi kaplamış, beni korkutmaya yetmişti. Ben kendi hikayemde ana karakter değildim. Ama onun da en sevdiğim oyun karakteri gibi silinip gitmesine göz yummayacaktım. Dediğimi yapıp, silahı kalbinden çekip kafasına dayadı demek isterdim fakat bu sefer silahın ucundaki kişi bendim. Hedef bendim!


“Ne yapıyorsun?” diye çıkmıştım. Bedenim titrerken onda hiçbir belirti yoktu. Büyümeyen göz bebekleri, titremeyen elleri ve benim aksime bir o kadar yorgun bedeni ile benden tamamen ayrılıyordu. 


“Ne mi yapıyorum? Kafamdaki o lanet sesi susturuyorum.” Tetiği çekip gözünü kırpmadan silahı ateşledi. Gözlerime bir ağrı çökmüş gibi hissettim. Sonra bir el ateş daha etti. Bu sefer hedef onun kalbiydi. 


Sonra... sonra bir kuş gibi hafiftim sanki. Gözümden tüm hayatım geçti gibi oldu. 


İkimiz de bir yana düştük. Adam hem yaşama sevincini hem de kafasındaki sesleri susturmuştu böylece.