Seren sandalyede oturuyordu. Seren sandalyede uzunca bir zamandır oturuyordu. Orada, pek beğenilmediği için giyilmek istenmeyen ve kenarda, köşede unutulmaya yüz tutmuş bir kıyafet gibi oturuyordu. Buzdolaplarında artık yenmeyecek hale gelen o yarım limon gibi oturuyordu. Hemen çöpü boylayan akşamdan kalmış sıcak bir bira gibi oturuyordu. Hevesle alınıp okunamayan kalın bir kitap gibi oturuyordu. Ağzına sıçılmış gibi oturuyordu. İntiharı düşünen, henüz otuz yaşlarında bir kadın gibi oturuyordu.
Donuk gözleri masanın üstündeki telefondayken bir anda çalmaya başlayan telefon, onu yeni tanıştığı komşusu ile kafasında kurmakta olduğu pembe hayallerden ve sağlıklı bir insanın bir an olsun aklına getirmek bile istemeyeceği karanlık düşüncelerin arasından çekip çıkardı, tekrar gerçeğe döndürdü.
Minik, gri, tuşlu telefonun ekranında bir numara belirmişti. Seren'in duygusuz yüzündeyse hala bir kıpırtı yoktu. "Yine onlardan biri arıyor" diye düşündü ve rahatsız edici bir ısrarla çalmaya devam eden telefonu isteksizce eline aldı. Gözü ekrandaki "00.27" rakamlarına takılmıştı. Onlar aynı zamanda tüm gününü orada oturarak geçirdiğini söylüyorlardı. Saatler zaten bunun için vardı ya, yani bize ne yaptığımızı ve ne yapacağımızı söylemeleri için... Yoksa nasıl yaşardık...
"Beni o şerefsizlerden başka arayacak kimse yok... Ama belki de benim bilmediğim, beni bilen biri vardır. Belki bana destek olacak, iyiliğimi düşünecek biri. Bizim Nazlı'yı ortaya çıkan sürpriz bir amcası kurtarmıştı, kızın hayatı birden döndü valla. En son konuştuğumda artık hiç çalışmadığını, bundan sonra sadece ev işlerine bakacağını ve 'yeni' amcasının böyle istediğini söyledi. Hatta 'Ehliyet alırsan ucuz yollu bir araba bile alırız.' demiş. Ben de 'Bir yeğen daha düşünürse ben olabilirim hemen.' demiştim şakayla karışık."
Bunlar aklına gelince tebessüm etti Seren, tebessümle birlikte gözleri de doldu.
"Belki beni de varlığından haberimin olmadığı bir amcam, bir dayım arıyordur."
Telefonun sesi saatlerdir ağlayan bir bebeğin tiz çığlıkları gibi yükseliyordu artık. Derin bir nefes alıp verdi ve parmağını yeşil düğmeye sürükledi ama o an, odayı umut ve hayatla dolduran tüm o ses ve titreşim kesiliverdi. İçinde çocuksu hayalleriyle yarattığı bir buz dağı daha hemencecik erimişti. Bu iyi hissettirmemişti. Öfkeyle mırıldanmaya başladı:
"Zaten kesin onlardan biriydi, o, orospu çocukları.." mırıldanması tekrar çalmaya başlayan telefonun sesiyle bölündü. İrkilmişti. Telefonu kulağına dayadı, eli titriyordu ve bu sefer o yeşil düğmeye basabildi. Sesi de eli gibi titreyerek konuşmaya başladı:
"Alo."
Biraz şiveli, sanki karşısındakini dalgaya alan bir tonlamayla konuşan biri "Meraba" dedi. Bir erkek sesiydi. Sigara içmekten olsa gerek, art arda şiddetli nefes sesleri duyuluyor ve sürekli öksürüyordu adam her an boğulacak gibiydi.
"Kimdiniz acaba?"
"Beni hatırlamadın deme."
"Hayır hatırlamadım." Seren bu sırada diğer eliyle artık gözlerinde tutamadığı yaşları siliyordu.
"Neyse hatırlatırım." Sinir bozucu bir kahkaha duyuldu.
"Ben artık çalışmıyorum."
"Bak yalan da hiç yakışmıyor ağzına." yine bir kıkırdama geldi.
Kadın başının ağrımasına sebep olacak şiddette bir öfke hissetti o an. "Çalışmıyorum! Anlamıyor musun? Anlamıyor musunuz? Çalışmıyorum! Ananızı sikeyim!"
Öfkeyle bağırırken ayağa kalkan Seren, telefonu bir hışımla karşıya doğru fırlattı. Aslında telefonu değil de geçmişini fırlatmak, tüm o nefretini bir çırpıda atmak istemişti ama yine de giden sadece telefon oldu. Mermi gibi ilerleyen telefon, ocağın kapağına çarpıp tuz gibi dağıldı. Öyle şiddetli çarpmıştı ki ocağın cam kapağını bile baştan başa çatlattı. Bağırmak istedi ama sesini çıkaramadı. Nefes alamadığını sandı bir an, telaşlandı, sonra aldığını fark etti ama bu pek bir işe yaramadı.
Masadan hızla kalktı ve diğer odalardan birine gitti. Sonra aynı hızla geri mutfağa geldi ama bu sefer elinde küçük siyah bir tabanca vardı. Üstündeki yazıları silinmiş olan eski bir tabancaydı bu. Seren onu masaya, şaşkınlıkla etrafına bakan kuşun kafesinin yanına koydu ama tam o an aklına gelen bir fikirden dolayı yeniden diğer odalara döndü. Biraz sonra elinde bir kağıt kalemle ve koşar adımlarla masaya geri geldi.
Şimdi önünde üç şey vardı. Doldurulmayı bekleyen, ilham dolu boş bir sayfa ve kararlılıkla ona iz bırakacak olan bir kalem, sonra ise ölüme götüren bir nesne olması için ustalıkla yaratılmış olan o tabanca...