Eğreti durduğumuzun farkındayım bu hayatta. Çok değil, üç gün önce uzunca bir süre gördüğüm fakat pek tanışma fırsatımızın olmadığı bir kıza, sınav haftası olması sebebiyle malum sosyal medyadan bir kahve içip içemeyeceğimizi sorduğumda teşekkürler deyip kibarca reddedilişimde anladım. Madem sevmiyorsun, o zaman sahip çık gözlerine be kadın diyesim geldi ama sözlerin telifi vardı, sustum. Hayır, bu yazarlar da çok küstah. Ben bir yazı yazdım, gideyim de bunun benim olduğunu belgeleteyim, yayın ve basım haklarını da alayım gibi bir kaygısı olan biriyle tanışmadım henüz. Ben daha çok attığım tweetleri, mesajları falan benim değil de kuzenimin attığına falan ikna etmeye çalışıyorum milleti. Bu yazıyı da kuzenim yazdı mesela, ne olur ne olmaz, Türkiye şartları.

Neyse işte, biraz kırıldım. Bence herkesçe ben bir kahve içilecek kadar farklı bir insanımdır. Sanki sözleneceğiz sen de! Az ileride bir kahveciye gidip bu soğukta iced latte içişini izlemekten keyif alacağımdan değil de çok sıkıldım be. Hep aynı yüzler. Her gün sütlaç yiyor gibiyim. Tamam, en sevdiğim sizsiniz de arada profiterol de yemeyelim mi? He bu arada çok edebi bir günlük, mektup anlayışım yoktur. Sahici de gelmez doğrusu. O yazılanları okuyunca "Ağlamaktan yazmaya nasıl fırsat buldun be abi, bize de iki numara öğret." diyesim geliyor. Marifet o kadar duygululukla sevdiği kızın ona ne kadar kötü davrandığını anlatıp hiçbir şey olmamış gibi yazmakta. Şahsen ben yapamam.

Yapamayım da siz de yapmayın. Mutlu olmak için bir başkasına sormayın, gidin kahvenizi yalnız için.