Günlük gürültülerin kuruluğunu ıslatıp bastıran gül kokulu kitabın eskimiş sayfalarını karalarım. Bunu, yıkım sürecindeki bir sabrın protestosu olarak görürüm. Yorulmuştur artık kalemlerim sayısız mesafeler çizmekten, yüksek sesleri susturmaktan. Tek istediğim bir miktar sessizlik iken telefonun o an çalası gelmiştir. Gözlerimi kapatıp sessizliğe kulak vermek istediğim an trafik sıkışmaya karar vermiştir her caddede. Komşular kapımın önünde birbirine uzun uzadıya anlatmak istemiştir o gün sokaklarda ne olup bittiyse. Başıma ağrılar girer iyice. Ufak tefek problemlerin birikintisi karşısında pes edecekken kulağımda en sevdiğim melodi bitiverir, kurtarır beni delirmekten. Gürültülerin susma vakti gelmiştir, melodiler konuşuyordur o an. Kitabın gül kokusu uçmuştur bu kısa süre içinde, sayfalarda minik sarhoşluklar bırakarak sıcak havaya karışmıştır. Karaladığım kıvrımlı çizgilerin konuşacak kelimesi kalmamıştır, başka sayfaya geçmişimdir ben de. Geceden beri açık kalmış penceremden hafifçe içeri süzülen rüzgar, kahvemin buharını da alıp beni ziyarete gelmiştir. Aslında bu sırada gürültüler susmamıştır hiç, ben sesler arasında sadece Çaykovski'yi duymuşumdur. Saatlerce demlediğim kahvemin burnumdaki kokusuyla, arka planda çalınan viyolanın kulağımdaki mülayim sesinin el ele vermesiyle kopmuşumdur o anki zaman diliminden. Birtakım huzurlu çocukluk anıları canlanmıştır kafamda birkaç saniyeliğine. Kitabın sayfaları dolmuştur yine. Bütün bunların bu hafta kaçıncı kez oluşunu saymamışımdır ve kapımın çalınması demek, gürültülerin yine kazanması demek olmuştur.