Hava çok soğuk idi, ne yapacağını bilmeyen bir adam ve onun sigarasıyla geçen gecelerden ibaretti. Arnavut kaldırımların soğukluğu vücudunun her hücresine kadar etkiliyordu. Kafası karışıktı, düşünüyordu ancak nerede olduğunu ve neyi düşündüğünü bilmiyordu. Sadece kurtulmak için alınan o hava, ciğerlerini dondurmaya başlamıştı. Hak ediyor muydu bu soğuğu, istemez miydi sıcacık bir evde müzikleriyle dışarıyı izlemek? İmkanlı dünyanın acımasızlığı buysa en büyük acıyı çeken soğuk havadaki düşünen o adam idi.


Bugün nasıl uyandığını bile bilmiyordu. Yatağından yavaş bir hareketle kalkarak yatağında birkaç saniye oturdu. Sadece etrafı izliyordu, bugün havanın soğuk olduğu camına vuran o lodostan belliydi. Yavaşça kalkıp uyanmak için yüzünü yıkamaya gitti; aynaya baktığında ise karşısında sakalları saçına karışmış, saçları uzun, düzensiz bir adam görüyordu. Yandığı ve yaşadığı adam bu muydu? Neden böyle idi? Anlatamıyordu. Kendine geldikten sonra odasında yavaş adımlar atarken telefonu çalmaya başladı. Kalın ve tok bir sesle, "Efendim?" diye cevapladı. Arayan en yakın arkadaşı Kerim idi, Kerim şöyle cevapladı: "Emre, saatin kaç olduğunu biliyor musun aga, hadi ama sözleşmiştik, geç kalacaksın!" diyerek Emre'yle konuşuyordu. Telefonu yavaşça kapatıp hazırlanması gerektiğini anladı. Daha kahvaltı yapmadığı için karnı ağrıyordu, ne zaman doymuştu ki bu karın, ne kadar doyumsuzsun be adam. Dolabından rastgele seçtiği kazağı ve pantolonu giyiyordu. Pantolonunu eline alınca yere bir kâğıt parçası düşmüştü. Kâğıtta bir çizim vardı ancak yeni uyandığı için gözleri o kadar iyi görmüyordu ya da gözlüğünü daha takmadığı içindi bu. Gözlüğünü alıp kapıya bakmaya başladı, bu bir taslak idi, bir çizim taslağı idi, bir bıçak ve bir adam bulunuyordu üzerinde. Anlamlandıramayıp, kağıdı masasının kenarına koyup kıyafetlerini giymeye devam etti.


Kim idi bu adam, kim idi Kerim, kim idi Emre? Kerim ile yaklaşık dört yıla yakın arkadaşlardı, hayatları çok benzeyen iki dostlardı. Kerim, Emre’nin durumundan rahatsız olup artık sosyalleşmesi mi istiyordu? Bu yüzden onu bir pub'a götürmek için randevulaşmışlardı. Canı çok sıkkındı Emre'nin, ne yapsa geçmiyordu. Ciğerleri sıcak bir havaya dayanamayacak hale gelmişti. ZOR MUYDU?

Zor olan zaman idi. Bu ona inanmıyordu, ümidiyle birlikte zamanın farkına varmayan... Sessizliğine savaşan bir adam idi.


Emre giyinmişti bile. Sigara paketini ve kulaklıkların alarak evinden çıkıyordu. Evi bir apartman dairesiydi. Beykoz'da, Çengelköy’de yaşıyordu. Huzurlu bir bina idi burası, buna güvenerek yedek anahtarını kapısının hemen yanındaki çiçeklerin içine saklıyordu. Evinden çıkan Emre, bu soğuk havada Beykoz’dan Beşiktaş'a gitmek için yürüyordu. Vapur iskelesine gelene kadar soğuktan yüzü kızarmıştı, burnu akıyordu. Burnunu çeke çeke yürümüştü. Vapur gelene kadar birkaç sigarayla birlikte keyfini çıkartıyordu. Çok güzeldi manzarası, nedeni ise kendisine müziğinin sessizce eşlik etmesiydi. Sigarasının tadını rahatlıkça alıyordu. Güzel manzara, güzel şarkı, tatlı bir sigara ancak bitmiş bir adam duruyordu. Aklının ucundan şuradan düşsem kim gelirdi ki düşüncesi geçiyordu. Umudu sadece bir insan adı olarak kabul etmişti bile. Uzun saçlarını bağlamaya zamanı kalmayan Emre, rüzgarla onların dalgalanışı izliyordu. Sonunda gelmişti vapur, gelmişti demirden tabut. Yavaş adımlarla vapura geçti, üşümüştü, içeri geçip sadece Beşiktaş'a kadar denizi izlemek istiyordu. Yanına birisi oturdu, Emre bir kere bile dönüp bakmaya tenezzül etmedi. Bir çığlık geldi vapurda: "Çok korkuyorum, korkuyorum!" diye ama umurunda bile değildi. Her zamanki ilgi toplamayı seven insanlardan birisi sanmıştı. Çığlıklar yükselmeye başladı "Yeter, yeter bu hayat!" diye devam etti. Yavaşça gülümsedi ve kısık bir sesle, "Çalma benim hayallerimi." diye mırıldandı. Ancak merak da etmiyor değildi, kim idi çığlık atan kadın, kim idi "o?" Kafasını yavaşça kaldırıp etrafına baktığında içeride kendisi dışında birisini görmüyordu. Ancak daha yanına birisi oturmuştu bile, yoksa hayal görmeye mi başlamıştı?


Vapur sonunda Beşiktaş'a gelmişti. Beşiktaş o gün soğuk olmasına rağmen çok kalabalık idi. Garip insanlarla doluydu. Bir kısmı kadınları etkilemek için şov yapıyordu, bir kısmı video çekiyordu, bir kısmı kavga ediyordu, bir kısmı ise etrafına şov yapmak için uğraşıyor idi. Kulaklığının sesini arttırıp hızlıca pub'a gidiyordu. İnsanlar umurunda değildi, dünya umurunda değildi, kendisi demir tabuttan çıkan yeni bir ölü idi. Telefonunu açıp, Kerim'i arayıp yaklaştığını haber verdi. Soğuk havadan dolayı ciğerleri üşümeye başlamıştı. Adımlarını hızlandırıp pub'a kadar gelmişti bile. Girişte bekleyen koruma hızlı bir şekilde Emre'nin kolundan tutup kapıdan uzaklaştırdı ve kalın bir sesle, "Senin gibi bir çapulcunun buraya gitmeye hakkı yok! Hadi yaylan buradan." diyerek kovmuştu. Umursamaz bakışlarıyla aklından şu cümleleri geçiriyordu Emre: "Ah insanlar ah, siz ne saygıyı ne de sevgiyi hak etmiyorsunuz. İşiniz gücünüz dış görünüş olan bu dünyada bir hiçsiniz." Telefonunu çıkartıp arkadaşına kısa bir mesaj attı. Kerim kısa bir süre sonra korumaya söyleyip onu içeriye almıştı. Sakin bir mekandı, daha akşam olmadığı için mekân daha dolmamıştı, bu sayede insanlar sakince konuşup muhabbet edebiliyorlardı. Arkadaşı onu yavaşça iki kadının bulunduğu bir masaya doğru götürüyordu.


Kadınlar tiksinir bir hareketle, "Aa Merhabalar, siz Kerim'in anlattığı o tasarımcı olmalısınız." diye söyledi. Emre, bakışlarını değiştirmeden ve bir kelime söylemeden ellerini sıkıp kenara oturdu. Arkadaşı, onu kadınlarla tanıştırmaya çalışıyordu ancak onun aklı burada değildi ki! Saatler geçti, içecekler içildi. Tek değişen, mekânın ışıklarıydı, daha parlak idi mekan. Kadınlar bir yalan uydurup masadan kaçalı yaklaşık 1 saat olmuştu bile. Kerim, Emre'ye dönerek şunları söyledi: "Kendine gel canım benim, artık kendimi perişan ettiğinin farkına değil misin? Agam ölüyorsun, ÖLÜYORSUN!" Elini uzatıp shot bardağında kalan son votkasından alarak tek bir kelime etti: "Alışkınım." dedi ve masadan kalkıp evin yolunu tuttu.


Evinin önüne gelince kapısının açık olduğunu fark etti. Hırsız mı girmişti, yoksa kapıyı açık mı bırakmıştı, bilmiyordu. Hızlı bir şekilde içeriye girince salonun koltuğunda oturan birisinin ona baktığını gördü. Oturan kadın idi ve o kadın yavaş bir şekilde "Hoş geldin." demişti. Sesi tanıdık geliyordu ancak bu kadının kim olduğunu bilmiyordu. Bir adım daha attığında kadın, "Sonun ben mi olacaktım Can?" diye söyledi. Emre duraksadı ve halısına takılıp yere düşüp kafasına vurdu.


Bir anda sıçrayarak kalktı, üstünde bir karton ve sokaklardaydı. Donarak ölüyordu. Ölüyordu, ölüyordu, öldü...


23 yaşında bir genç sokaklarda donarak ölmüştü.