Bir kalem aldım.  Bu kalemin üç öyküsü var. Birincisi anneannemin anlattığı öykü:  


Muallim olan teyzemin intihar mektubunu yazıp intihar ettikten sonra anneannemin, rahmi bereketsiz anneme gebe kalsın diye muska yazdığı kalem. Mürekkebi ölüme bulaşıp şifalar yazan kalem. Bir intihardan sonra bir yaşamı yazan kalem. Bir intihardan şifa bulan kalem. Hem ölümü hem doğumu yazan kalem.  


Tanrı’nın kalemi de böyle.  


İkincisi ise annemin genç kızken yazdığı günlüğünün anlattığı öykü:  


Annemin genç kızlığında, on yedinci yaşının güzünde, - babamla evliyken ve rahmine çocuk düşmediğinden yerden yere vurulurken, babamın kısır tohumlarına yazdığı muskalar işe yaramayınca - katrandan bir göğün altında, mini mini bir etekle, puslu, kirli sokakların ayazı bacaklarını yalarken gizli gizli evden çıkıp, gizli gizli teyzemin evine gidip, yıldızpatıların, çuha çiçeklerinin salındığı, limon ağaçlarının burcu burcu kokuttuğu o sıcak evin mutlu bahçesini çevreleyen bir sıra tahta çitlerden birine teyzemin kocası giydiği mini mini eteği görsün, eteği kaldırsın, karısını unutsun, çocuğunu unutsun, yalnız, yalnız annemin mini mini eteğinin altındaki ayazın yaladığı ak ve diri bacaklarını görsün, içine içinde ben de olduğum tohumlarını bıraksın, annem de o tohumları babamın ektiği tohumlarmış gibi içinde yetiştirsin diye domuz yağı sürüp büyü yazdığı kalem.  


Ve bir üçüncüsü de Tanrı’nın yazdığı öykü: 


Annemin genç kızlığında, on yedinci yaşının güzünde, mini mini bir etekle eve girdiği bir gecede muallim olan teyzemin kalemlerinden birini alıp inci boncu harfleriyle büyüyü yazdığı, sonra büyünün işe yaradığı bir gecede, kocasının annemin mini mini eteğinin altında inildediğini gören teyzemin eline geçip intihar mektubunun yazıldığı, sonra da anneannemin muallim olan teyzemin evinde rastgele bulup aslında hiçbir işe yaramayan muskayı yazdığı kalem. 


Bu kalem evime nasıl geldi bilmiyorum. Ama oradaydı işte; parlak, metal, soğuk yüzeyiyle komodinin çekmecesinin içinde öylece duruyordu. Yıllardır kullanılmadığından küsmüş mürekkebini getirmek için azıcık uğraştım. Mavi, masmavi bir mürekkep patladı kâğıda.  Boydan boya camın önüne boydan boya uzandım. Dirseklerim yere batıyor, kaburgalarım, şişkin göğüslerim ve sebepsiz sızıldayan bacaklarım. Sert, kuru parke zeminin üzerinde. Boş sayfada mavi, masmavi bir mürekkep lekesi. Bir süre lekeyle bakışıyorum. Kâğıt mürekkebi emmiş, sindirmiş hemen. Kâğıdı atmadan, ters yüzünü çevirip yazmaya başlamadan önce başımı boydan boya camın ötesinde, karşı apartmanda kendi boydan boya camının ardında yaşayan adamı görme umuduyla çeviriyorum. Adam yok, ışıklar sönük. Yalnızca bir karanlığın tuhaf gölgeleri salınıyor. Sarmaşık binayı daha da sarmış gibi. Yazıyorum. İçimdeki duygular da mürekkep gibi kâğıtta patlıyor. Yazdıklarım bitince kâğıdı dörde katlayıp, bir zarf alıp, zarfı yalayıp şimdi de bir mektubu yazan kalemle birlikte, sabah karşı apartmandaki adamın dairesine postalamak üzere çekmeceye koyuyorum



Not: Devamı gelecek.