parmaklarımın arasında gevşekçe tuttuğum sigaramın külü uzadıkça uzuyor. zaman uzuyor, gün kısalıyor, radyodan bir sezen şarkısı çalıyor, karşı komşum ağlayan bebesinin ağzına memesini yaslıyor; görüyorum. bebecik onu minicik ağzıyla kavrıyor, annesi ona gülümsüyor. annenin dudak kıvrımlarında çok esmer bir güneş doğuyor. bu kentin kuşları güneye göç ediyor, göğün nazlı havası en edepsiz sokakları bağrına basıyor. ben öylece duruyorum. sadece duruyorum. bu zaman diliminde sigaramın külü uzamaya devam ediyor. az sonra sevim hanım kocasıyla yine hararetli bir şekilde tartışıyor. ben öyle sade ve ben öyle renksiz, duruyorum. hâlâ.



yaşadığım topraklar üzerinde parmaklarımın arasında tuttuğum sigara gibiyim. ha düşmüş, ha düşeceğim. ama kaderin cilvesi de bu olsa gerek ya, ne düşüyorum ne tutunabiliyorum. koca bir ömrü sallantılı eylemler arasına sığdırarak yaşamışım. buna yaşamak dersen. yaşayabilmek için hissetmek gerekir. biliyorsun. ve biliyorum. dünya alem biliyor; ben hissetmiyorum. eksiğim çünkü. çokça da yarım. eksik olmak demek yarım kalmak demek zaten bi' yerde, tamamlanmamışlık hâli. biliyorsun. ve biliyorum. yarım bir kalbim var. tek kolum, tek bacağım, tek gözüm... bu hayata tastamam gelip her uzvuyla yarım kalmış bir kadınım. inceciğim ve el kadarım. cümlelerin sonuna konulan üç noktalardan nefret ediyorum. ama işte eh, kullanıyorum da. çünkü hayat bu. sevmediğimiz ne varsa bizi onunla yüz göz olmak durumunda bırakır ve buna da imtihan, der. dünya inanır, ben inanmam. yarımım çünkü ben, benim sesim duyulmaz.



sigaramdan derin bir nefes çekiyorum. sigaramın külü pencere pervazıma dökülüyor. çıplak ayaklarım alabildiğine çirkin, bense olabildiğince güzelim. kapkara ve kocaman gözlerim var. dünya benim gözlerimin görebildiği kadar. çok büyük olması neyime yaramış? nereye bakarsam o kadardır çünkü benim dünyam. gözlerimi kapatıyorum. kapkaranlık şimdi dünyam. az önceki renklerden eser yok. ama var. sesler var. çocuk sesi, korna sesi, kuş sesi, kedi-köpek sesi... peki ya yüreğim? yüreğimin sesi nerede tanrı'm, kim susturdu benim yüreğimin sesini?



gülüyorum. sahicilikten uzak. bir ölünün size gülümsemesi gibi. cansız. çünkü nefes alıyor olmam, yaşadığım anlamına gelmez. gözlerimi açıyorum. tanrı böyle işi kahretsin, sigaramın külü yine alt komşunun balkonuna dökülüyor. sabahına kapıma gümbür gümbür dayanıp yine o kulak tırmalayıcı sesiyle beynimi ufak parçalara ayıracak; bulabilirse. uzun cümleler bile kuramayacak kadar yorgunum artık. hayır, çok yorgunum. yazamayacak kadar berbat durumdayım. aklıma geliyor, parmak uçlarımı kazımak istiyorum, yazamadıktan sonra ne işe yarıyorlar? sinirleniyorum. bu hayatta hiçbir işin rast gitmedi zaten, diyor benim iç ses. haklı da. şöyle bir bakınca dünya hiç benden yana olmadı da zaten. kaşlarım çatılıyor yine. bana o an keyif veren tek şey olan sigaramı anında söndürüyorum. elimde olsa, diyorum, elimde olsa güneşi dahi söndürmek istiyorum. iç sesim bana kahkaha atıyor, onu yarım kalan hangi yanım varsa hepsiyle boğmak istiyorum.



koskoca cehennemin bu dünyadaki beden bulmuş en ufak hâliyim. insanlığımı yitirdim. hâlâ insan kalan yanlarımla kedilerin başını okşuyorum, çiçekleri suluyorum ama bazen onları koparıyorum da, cezmi ersöz okuyorum ve sezen aksu dinliyorum. başkaca da bir şey yapmıyorum. nefes almaya devam ettikçe yaşayan dev bir yaratığa dönüşüyorum. ama küçücüğüm. öyle küçücüğüm ki, bu devle savaşmaya gücüm yetmiyor. biliyorsun. ve biliyorum. beş para etmeyecek son insan parçamı da bir ağacın altına gömmeyi arzuluyorum. o parçamın bir ağacın gövdesinde yaşayabilmesini istiyorum.



yelkovan akrebin üzerine dökülmeye devam ediyor. oturduğum yerden kalkarak odanın diğer köşesindeki tek kişilik yatağıma geçiyorum. uzanıyorum ve bacaklarımı karnıma doğru çekiyorum. uzun siyah saçlarım, beyaz çarşafın üzerine bir mürekkep lekesi gibi yayılıyor. karşımda bomboş bir duvar. yüreğim var ama sanki hiç atmıyor. sırtımdaki kamburun adı yalnızlık. günlerden pazar. iki kürek kemiğimin tam ortası sızlıyor. elimi iki göğsümün ortasına yaslıyorum. tam ortasına. göğüs kafesimdeki kemikler ellerime dökülüyor. karşımdaki duvarda şimdi annemin silüeti, annem bana bir ninni söylüyor. yaşı otuz iki. tam öldüğü yaşta. bana gülümsüyor. tanrı'm, diyorum, tanrı'm. bir ölü nasıl bu kadar canlı ve taze gülümseyebilir?



bir nefes alıyorum. bir nefes daha. böylece akşam karanlığı evimin omuzlarında. annem beni çok seviyor. ellerim küçücük, inceciğim, kaybolmuşum ve yapayalnızım. adımın, kaç yaşında olduğumun, kim olduğumun, nerede olduğumun bir önemi yok. yörüngesiz ve çapsızım. kırılmış ve yarım bırakılmış ne kadar yanım varsa seni o kadar çok özlüyorum. ölümün soğuk nefesini ensemde hissediyorum. kapımda intiharın ta kendisi. annem bana ninni söylüyor ve beni ölümün tatlı uykusuna hazırlıyor. biliyorum. ve biliyorsun. odamın duvarlarına sinmiş bu cesedin arsız ve iştah kabartıcı kokusu, kokusu. mest oluyorum. ve soğuyorum. ağzıma doldurduğum bir avuç ilacın etkisi kendini usul usul gösteriyor. hissediyorum. tanrı'm, diyorum bir kez daha. ve belki de son kez. gülüyorum. inanır mısınız bilmiyorum, öyle içten, öyle sıcak. tanrı'm hissediyorum: midemdeki kasılmaları, göğsümün üzerine oturan fili, kulaklarımda söylenen ağıdı, soğuyan bedenimi, karanlığa koşan gözlerimi... hepsini hissediyorum. odamın kapısının eşiğindeki intihar şimdi tam karşımda. yaşamak, diyorum, ne güzel şey. biliyorum. ve biliyorsun. yelkovan akrebin üzerinden geçiyor. işte tam o an, yüreğimin sesini duyuyorum.



adım, ölümün ta kendisi. günlerden pazar. artık kedilerin başını okşamıyorum. çiçekleri sulamıyorum ama koparmıyorum da. cezmi ersöz okumuyorum. sezen aksu dinlemiyorum. kısacası hayatla hiçbir bağım kalmadı. ben, işte bu her zamanki ben yatağımda uzanmışım. ölüyorum. öldükçe yaşıyorum. cesedimin başında yalnızlıktan bir senfoni orkestrası. bu hayattan bir ben geçiyorum. ama bunu kimseler bilmiyor. yaşım yirmi bir, öldüğüm yaştayım. odamdaki tüm kandilleri söndürüyorum. biliyorum. ve biliyorsun; seni hiç affetmiyorum.