İki adem indi dünyaya

Gülmekleriyle -var olmanın mecburiyeti-

günahlarıyla, sevaplarıyla, koşmaklarıyla...


Bitmeyecek olana doğru iki adem indi


Dudaklarında yaralar bıraktılar çayırların

Topraklardan alışılmamış yürüdüler

Gamlı bir gelecek için,

izi için yaşamış olmanın


Kırmızı sanılara uzandı elleri

Doğmak için yoruldular


Çünkü kırmızı sanılan,

çünkü sanılan ne varsa

Yorulmak bilmezdi


Bu yüzden,

unuttular toprakla örtülü şeyi

Parmaklarını ortasında gezdirdiler okyanusların


Usul ve kırılgandılar

hâlbuki


Coşkun ve hırçınlara dönecekti dünya

dünler de onlarındı

yarınlar da onların olacaktı


Yarınlarda onlar olacaktı


...


Suya sevinçler yazdılar

bilmeden

Gülüşler kattılar


Fakat


su kırmızı aktı birden


ve


Adem ağladı.


Su aktı


Adem ağladı

Su aktı...


su ağladı


Adem solmanın harbinde kaldı uzun zaman

Ormanların üzerine sarktı ölümlü olmanın verdiği en ucuz rütbeyle

Ormanlara sarktı,

bilmeden


Su aktı kızıl kızıl sonra

üzerine sevinçlerin


...


Yılmışlık üzerine büyük kavgalar söylediler

Bereketlendiler yaşam için

Bitiyordu durmadan "her şey" denen kahraman


bildiler


Dağlara anıları yamalandı

genç, gümüş bir heyecan tarafından

korku edindiler diri diri ayaklarına

cesarete bulanmıştı oysa o yollarda ayakları

göğü kırıyormuşçasına cesarete bulanmıştı

cesarete, inanmakla inletiyormuşçasına vadileri

Cesarete bulanmıştı, evrenin kargaşalı oyununa


bilmeden.


"İki adem indi

bir dünyaya

gülmekleriyle, koşmaklarıyla.


İki adem indi


bitmeyecek olana doğru"