Makhmalbaf Sinemasına Dair

İran sinemasında Abbas Kiarostami’nin filmlerindeki samimi derinlik ve iç ısıtan anlatım, Makhmalbaf sinemasında ilk akla gelen unsurlar değildir. Burada elbette Makhmalbaf kötü filmler yapmıyor fakat gidilen yollar, verilen mesajlar farklı. Örneğin; Makhmalbaf filmlerinde gelişmeyen insan modellerini, iç acıtan, katı toplum modelini görmek mümkün. Öyle ki filmlerin çoğunda sıradan insan ilişkileri kurmak bile oldukça zordur. Bir tarafa yapılan yardımlar hep eksiktir, tamamlanamayan, açık uçlu filmler de bu paralellik doğrultusunda ilerler. Makhmalbaf filmografisinde genellikle Afgan insanları ve kültürlerini konu edinir. Kandahar için ise tam olarak aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Makhmalbaf'ın ülkesinde, filmlerinin gösterim ve sansür sorunuyla karşılaşması üstüne, üstelik açtığı sinema okuluna dışardan öğrenci alınmasına izin verilmemesi onun daha çok inanmasına, daha iyi filmler yapmasına vesile olmuştur. Nitekim eşinin, kızlarının ve oğlunun bu okulun ilk öğrencileri olması ve her birinin yönetmen ve yapımcı olmasını beraberinde getirmiştir. Bu da yasaklara rağmen bildiği yoldan ayrılmayan bir insanın başarı hikayesi olarak görülebilir.


Kandahar’a Dair

2001 İran - Fransa ortak yapımı Mohsen Makhmalbaf filmidir. Taliban dönemi Afganistan'ında geçer. Başarılı bir Afgan-Kanadalı olan Nafas'ın, ailesinin kaçarken Afganistan'da bıraktığı kız kardeşinden, milenyumun son Güneş tutulması sırasında intihar edeceğine dair bir mektup alması ve bunun üzerine döndüğü Afganistan'da yaşadıklarını konu alır. Filmin senaryosu, Nafas'ı oynayan Nelofer Pazira'nın yaşadığı gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılmıştır. Kısmen gerçeğe dayalı, kısmen kurgusaldır.


Filmin bir kısmı İran'da, kimi kısımları ise gizli olarak Afganistan'da çekildi. Nelofer Pazira başta olmak üzere çoğu oyuncu kendisini oynadı. Galası ilk olarak 2001 Cannes Film Festivali'nde yapıldı ancak önceleri fazla dikkat çekmedi. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra daha geniş gösterim olanağı buldu.


Film, 2001 Cannes Film Festivali Yarışmalı Bölümü Resmi Seçimi ve Ecumenical Ödülü ile Selanik Film Festivali Film Eleştirmenleri Ödülü aldı. Ayrıca, Makhmalbaf bu filmle, 2001 yılında Unesco'nun verdiği Federico Fellini Ödülü'nü kazandı.


Kandahar Neden Çelişkili Bir Film?

(1)

İstikrar olmadan özgürlüğü aramak beyhude bir çaba değil midir? Öyle ki Kandahar, burka altında hapsolmuş, özgürlüğü arayan kadınların yaşadığı çelişkileri bizlere göstermeye çalışır. Lakin istikrar olmayan yerde özgürlüğü aramak büyük bir çelişkiyi doğuruyor. Bu nedenle film, çelişkiler üzerine kurulu.


(2)

Afganistan’daki kız kardeşi, Kanada'da bulunan Nafas’a son güneş tutulmasında intihar edeceğini yazar. Bunun üzerine Kandahar yollarına düşen Nafas’ın yolculuk boyunca rastladığı tuhaf kişiliklerde kardeşine umut taşıyabilecek tüm detayları ses-kayıt cihazına kaydetmesi olayların maceravari bir şekilde gelişmesini sağlar. Bu yüzden film yer yer belgesel film hissiyatı veriyor. Filmde Nafas’ın kendisiyle ve ülkesiyle bir Batılının gözlerinden hesaplaşmasına şahit oluyoruz. Öyle ki, burka altında temel ihtiyaçlarını gören kadınların kimi zaman söz hakkının bile olmaması, giydikleri burkalarla kimi zaman toplu şekilde elbise yıkamaları, kimi zaman da uzun çöl yollarında pek tekin olmayan olaylar eşliğinde düğüne gitmeleri temel normlar ele alındığında eksiklik olarak gösteriliyor. Fakat filme oryantalist (doğu bilimci) bir hava katan kişilerin veya Batılı anlayışının bir eksikliği olarak da okunabilir bu durum.


(3)

Film, düşündürücü birkaç şeyi merkezinde barındırıyor. Mesela, Amerika’dan gelen, Tanrı'yı aramak için iç savaşı desteklediğini belirten, sahte doktorluk yapan ama en önemlisi insan hayatına direkt tesir edecek kararlarda ve önemli davranışlarda bulunan CIA ajanı bir Amerikalı'nın olması üzerinde durulması gereken bir nokta. Dolayısıyla bu gözlem bize, filmin genel janrının bazı ideolojilere çıkar sağladığını gösteriyor. Peki neden bir yönetmen kendi ülkesinde böyle bir sorun varken başka bir ülke üzerinden bu konuyu işler? Cevap olarak ilk aklıma geleni söyleyecek olursam; bu durum Afganistan ve İran yönetimlerinin sertlik seviyesinden kaynaklanıyor diyebiliriz. Afganistan sahipsiz bir ülke, nitekim Amerika sömürüsü altında kaldı yıllarca. İran ise baskıcı bir yönetim anlayışına sahip. Bir senaryo aylarca incelendiği gibi devleti eleştiren bir durum olduğunda film yapan kişiye ret kararı verilebiliyor. İşte bu yüzden yıllarca çekilmeyi bekleyen senaryolar bile olduğu söyleniyor. Kandahar'a dönecek olursak; işte bu yüzden düşündürücü olan bu şeyler çelişkileri de beraberinde getiriyor. Bir filmin en büyük özelliği, temel taşların bir bütünlük oluşturmasıdır; bahsettiğim nokta bir ideolojiye hizmet etmiyorsa tabii. Örneğin; kutsal sayılan bir din ile bir suç aletini yan yana getirmek bilinçsiz olarak bir filme öylesine konulmaz. Mutlaka bir mesaj niteliği vardır. Hiç şüphesiz savaşlar ve yasaklar insan psikolojisi üzerinde derin izler bırakır. İşte bu yüzden hem yönetmen hem de filmin çekildiği ülke Afganistan bu yıkımları yaşamış olduğundan yönlendirilmeleri -çözümlemenin başında belirttiğim gibi- istikrar yokken daha kolaydır. Film bu yüzden çelişkiler üzerine kuruludur. Sonuç olarak, Makhmalbaf sineması bu nedenle ülkesinde tek başına muhalefet edebilecek bir konuma kadar yükselmiştir.


(4)

''Kandahar’da daha önce genel olarak hatlarını verdiğimiz bu ayırt edici özelliklerin vardığı yer, Afganistan’daki yoksulluğun, burada yaşananların nedenlerini göz ardı eden ve hatta örten bir biçimde dev, renkli tablolar olmuştur. Gerçekliğe mesafe koyan bu tarz, Nafas’ın kullandığı dil ve yabancılığıyla daha da pekişmiştir. Tablolar bir bir geçiyor filmde: İran’daki kamptan ülkelerine geri dönen ailelerin yan yana sıralanışı, paraşütlerle atılan protez bacaklar ve tek bacağı olan erkeklerin koşuşturması, başlarındaki mollanın sorularıyla aynı hareketlerle kuran okuyan çocuklar, kuyu başında çamaşır yıkayan kadınlar, rengarenk burkalarıyla yürüyen düğün alayı… Kanada’da yaşayan Afgan asıllı Nafas’ın, kardeşini kurtarmak için Kandahar’a yaptığı yolculukta karşılaştığı tüm insanlar, özellikle Hayat, Sahip ve Hak, bir anlamda Nafas’ı yarı yolda bırakırlar ya da istemeden bırakmak zorunda kalırlar. Afganistan gerçekliğini anlatırken temsiliyetlerin, imgelerin ve tabii görüntülerin dağılımına -nihai amaç bu gerçekliğe dikkat çekmek olsa da- daha çok dikkat etmiştir Makhmalbaf.''


Sonuç olarak: Belki bu bir talihsizlik, Kandahar filmi ister istemez 11 Eylül sonrası şekillenen bir gerçeklik içerisinde değerlendirildi. Kandahar’ın ağırlıklı olarak Makhmalbaf sinemasının taşıdığı ahlakçı, biçimci özelliklerin varlığıyla belirlenmiş bir film olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz. Ve bu film üzerinden bir dini, bir milleti, bir kadını, bir erkeği vs. yargılamak bizi hataya düşürebilir. Bu yüzden sadece bu film özelinde değil genel anlamda, olaylara geniş perspektiften bakılması daha objektif bir bakış açısı sunacaktır bizlere.


Kaynakça:

Vikipedi

Film günlüğüm (Sezer Baydar)

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/11/02/bir-donusumun-hikayesi-muhsin-mahmelbaf

https://www.bisav.org.tr/Bulten/8/94/ayin_ardindaki_gunes_kandahar