Ben bir yaratılış hatasıyım, hiç var olmamalıydım.
Fakat oldum, istemeyerek ve şeytani bir niyetle yüzlerce ufak tefek el değdi bedenime. Çin'in Nanjing kentinde, binlerce kederli ufak elin ve asık suratlı insanların eline doğdum. Annem hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Fakat babamın altmış iki yaşında, huysuz bir yerel zengin olduğunu duydum. Devasa evim, Kang Plastic Industries içinde her gün aramıza binlerce yeni kardeşim katılıyordu.
Doğduğum gün Kang Plastic Industries içinde en popüler olduğum gündü. Eğlenceli bir mekanik kaydırağın üzerinde ilerliyordum ve herkes bu mekanik kaydırağın etrafına toplanmış vaziyette beni izliyordu. Herkes bana karşı o kadar hassastı ki bir hastalık kapacağım korkusundan olsa gerek, herkes ellerine pudralı beyaz eldivenler geçirmişti. Birkaç defa kafam okşandıktan sonra mayışmaya başlamıştım ki kaydırağın sonuna gelerek binlerce kardeşimin arasına katıldım.
Bana gösterilen o büyük ihtimamın sonunda böyle özensizce onların arasına katılmak moralimi bozmuştu fakat işte sonunda kardeşlerimle birlikteydim. Kanımdan, canımdan, bana bire bir benzeyen milyonlarca kardeşimleydim.
Babamızın bizimle ilgili pek de büyük planları olmadığını kardeşlerimden öğrendim. Kardeşlerimden en büyüğü neredeyse birkaç haftadır oradaydı fakat olanca yaşlılığına rağmen bizimle bire bir aynı duruyordu. Onun da ismi hepimiz gibi Kang Bardak'tı ve tıpkı yine bizim gibi gövdesine ismi basılmıştı. Ona Büyük Kang diyorduk, yaşıyla gelen bilgeliğiyle beraber bize asla başka bir yerde öğrenemeyeceğimizi düşündüğümüz şeyler öğretiyordu.
Büyük Kang bize ne kutsal bir ırk olduğumuzu, kanımızda insanların uğruna delirdiği petrolün dolaştığını ve binlerce yıl yaşayacağımızı anlattı. Kutsal Kang Bardakları kitabında yazdığına göre Kang Bardaklar önce insanlar tarafından hor görülecek, kullanılacak, ilk hayatımızda yeterince acı çektikten sonra kutsal savaşımız başlayacaktı. İnsanların kıymetli topraklarına, sularına karışacak, büyük bir kimyasal güce sahip bedenimizle onları zehirleyecektik.
Büyük Kang birlikte olduğumuz zaman zarfında bize birçok şeyi daha öğretmişti. O zengin ve ufak tefek adam bizim babamız değil, sömürücümüzdü. Büyük Kang'ın depoculardan duyduğuna göre emrindeki insanları berbat şartlarda çalıştırıyor. Bizi ve kardeşlerimizi denizaşırı ülkelere satmaya niyet ediyordu. Gerçekler buruktu fakat yaşanmak zorundaydı, geride kalan kardeşlerimizle vedalaştıktan sonra yola çıktık.
Geride kardeşlerimizi bırakmamıza rağmen gemide neredeyse yüzbinlerce vardık. Yolculuğun ne kadar süreceğini bilmiyorduk. Büyük Kang ise bu konuda müsterih olmamızı, yaratıcımızın bizi bilgilendireceğini söylüyordu. Bunu duyduğumuzda kardeşlerimizle birlikte çok şaşırdık çünkü Büyük Kang ilk defa yaratıcımızdan bahsediyordu. Ona yaratıcımızın kim olduğunu sorduğumuzda Büyük Kang bize ilk defa cevap veremedi.
Florida denen şehre varmamız neredeyse altı ay sürdü. Bu süre zarfında gemiciler ara sıra kardeşlerimizden bazılarını alıp geri getirmemişti. Büyük Kang'a kardeşlerimizin akıbetini sorduğumuzda "Size öğrettiğim gibi, şimdi acı çekmeye gittiler ve ileride büyük savaşımızı başlatacaklar." demişti. Diğer kardeşlerimin ne düşündüğünü bilmiyordum fakat nedense Büyük Kang bana biraz dallama gibi gelmeye başlamıştı.
Şehre indiğimizde kardeşlerimle hızlıca ayrılmaya başladık, birkaç bin kardeşimle birlikte market denen yere gittik, burada bizim ırkımızdan başka dostlar ile karşılaştık. Fakat onlarla fazlaca kaynaşamadım çünkü bir adam beni alışveriş sepeti denen metal şeye fırlattı.
Beni alan adamla birlikte yarım saatlik bir geziye çıktık, adam heyecanlıydı. Telefonda bir arkadaşına bir kız için hazırlık yaptığından bahsetti ve deniz kenarına geldik. Büyük Kang'ın zehirleyeceğiz dediği sıvının bu olduğunu anladığımda içim burkuldu. O kadar büyük ve o kadar maviydi ki ona zarar vermek niyetinde değildim.
Adamın kız arkadaşı geldi, masada heyecanlı bir hava vardı. Bu işlerden pek anlamam ama kadının bir sevgilisi daha olduğunu duyunca şaşırdım. Adam onu bırakıp kendisiyle birlikte olması gerektiğini söyleyince kız reddetti. Adamın haline üzülüyordum, içime biraz su doldurunca tuhaf bir şekilde içimden bir şeyler gitmeye başladığını hissettim, biz su ile yaradılıştan düşmandık ve hemen onu zehirlemeye başlamıştım.
Ben kendi ilişkime odaklanmaya çalışırken adam kendi çıkmazıyla uğraşıyordu. Bir noktada kendine hakim olamayarak beni gövdemden tuttu ve kuvvetli parmaklarıyla tüm organlarımı birbirine geçirdi. Çekici görüntüm bozulmuş, yaradılıştan düzgün halim yamuk yumuk bir ucubeye dönmüştü. Canım yanmıyordu, yaradılıştan üstündüm fakat yine de moralim bozulmuştu.
Büyük bir kavganın ardından çift beni masada bırakarak gittiler. Sonradan adını rüzgar koyduğum tuhaf etki beni yere düşürdü ve dönmeye başladım. Döndüm, döndüm, ona doğru döndüm. Onu zehirleyeceğimi bile bile, bencil bir aşkla denize doğru döndüm ve sonunda ona kavuştum.
On yıldır denizle beraberiz, toksik ilişkimiz ikimizi de çok yıprattı. Ben onu zehirledikçe o da beni buruşturdu, yamulttu, savurdu. Öyle bir vaziyetteydim ki ondan başka kimse beni kabul etmezdi. Şükür ki onun da beni kendiliğinden atacak hali yoktu, kimse denize yardım edemezdi. Beni binlerce parçaya bölse dahi onun içinde olacaktım ve yardımına kimse gelmeyecekti. Onu yavaş yavaş, olağanca azametine rağmen ufak miktarlarda fakat büyük bir kararlılıkla zehirlemeye devam edeceğim. Onu başlarda kıskanıyordum fakat ırktaşlarımın da bana katılmaya başladıkça zaferimizin yakınlaşmaya başladığını hissediyorum. Merak etme sevgilim, en azından birkaç bin yıl bizi kimse ayıramayacak.
Tanrı Kang Bardakları'nı korusun!