Kirinden pek de bir şey göremediğim aynadan genç yaşımda aklanmış saçlarıma bakıp ardından güzelce taradım. Banyomdan da karanlık olan, sadece duvardaki asılı bir gaz lambasının sarı sarı aydınlattığı salonuma geri dönüp bir ayağı kırık, kitaplarla dengelediğim masanın üstünden limon kolonyasını yüzüme çarpıp kalanıyla ellerimi ovuşturdum.

Bugün yine geceleri sokağı izlemeye çıktığım günlerden biriydi. 2 senedir süren depresyonumdan kurtulmak amacıyla kendimi gecenin ortasında dışarı attığım bir gün aslında güneşten saklananların yerlerinden teker teker yeryüzüne çıktığını fark ettiğim an artık geceleri dışarı çıkmak vazgeçilmezim olmuştu. Çoğunlukla her gece defterimi alıp sokak sokak geziyor, gözüme çarpan farklı olayları ve insanları not alıyordum. Bu yüzden arkadaşlarım arasında gece kuşu diye adım çıkmıştı. Elime yadigar siyah not defterimi alıp paltomun içine soktum. Eski dairemden aşağı inerken bodrumdan gelen fare ölüsü ile kömürün karıştığı kokuyu duymamaya gayret göstererek kendimi hızlıca binadan dışarı attım. Sessiz adımlarla ezberlediğim sokağı bitirip ana caddeye çıktım. Evlerine geç kalmış gençlerin ve işine yeni dönen adamların omuzlarına çarpa çarpa ellerim cebimde hızlı ve heyecanlı adımlarla hedefime doğru ilerliyordum. Hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordum. Bu heyecanımın nedeni belki de kendi hayatımın olmamasındandı ya da hikâyelerime malzeme arıyordum. Sonunda son kalan dükkanlarında ışıklarını söndürdüğünü gördüm. Bir kameraymışçasına meydandaki en köşe yeri bulup yerimi almıştım. Daha geldiğim gibi bir lambanın altında duran kadını fark ettim. Kadın beni çoktan fark etmiş uzaktan uzun süre ateşli bir şekilde bana doğru bakıyordu. Gençliğimin verdiği düşünceleri kafamdan uzaklaştırırken nefsime galebe çalmayı kendime öğütleyerek not defterimi çıkarıp kadının fiziksel özelliklerini kısaca yazıverdim. Sonrasında belki kadının neden bu işi yapmak zorunda kaldığını anlamaya çalıştığım bir hikâye yazardım. Bunları not ederken çokta uzağımda olmayan bir bağrışma sesi duyuldu. Çoğunlukla iki sarhoşun rol aldığı sokak kavgalarından biri başlamıştı. Fakat bu seferki iki sarhoşun değil biri cüsseli ve kıyafetlerinden ötekine göre daha zengin olduğu anlaşılan adamla, ondan daha kısa ve yaşlı bir esnaf tipli adamın arasında geçiyordu. Yaşlı olan karşısındakine bağırarak parasını geri vermesi gerektiğini söylüyor ama karşısındaki gittikçe küstahlaşıyor tükürükler saçarak ''Yalan söyleme seni dilenci, sen önce Burhan abiye olan borcunu öde!'' diyerek o da yaşlı adama bağırıyordu. Yaşlı adam daha da sinirlenip küfürler savurmaya ve adamın üstüne gitmeye başlayınca adamda belinden aniden doğrulttuğu silahını adama tuttu. Yaşlı adam ne yapacağını şaşırıp kaçmaya yeltendi ki arkasından gelen silah sesiyle yere düşüverdi. Etrafta tekdüze kalmış insanlar çığlıklar atarak bir yerlere saklandı. Ben ise donup kalmıştım. Kulaklarım çınlıyordu ellerimi hareket ettiremiyordum. Yerde yüzüstü yatan adamın altından yavaş yavaş akan kanı gördüm. Kendimi toparlayıp adamın yanına koştum. Silahı çeken orta çağdan kalma zihniyetli ilkel varlık kaçıp karanlıklarda kaybolmuştu bile. Yaşlı adamı çevirip yarasına baktım, ölmüştü. Gözündeki şok hâlâ duruyordu. İnanamadım. O an sadece, o kötü histen varlığımı ayıracak ne varsa yapmalıydım. Kaçtım. Titreyen kanlı ellerimi adamın vücudundan çekip yere düşen not defterimi alıp hızla evime doğru koşmaya başladım. Ben giderken silah sesini duyan insanlar evlerinden çıkıp adamın başına üşüşmüştü. Hâlâ kendimde değildim. Yolları karıştırdığım için yanlış bir sokağa girdim. Kaybolmuştum başım dönmeye başlamıştı doğru yolu bulup koşarak nefes nefese evime vardım. Yavaş yavaş kararan gözlerimle banyoya yığıldım. Uyandığımda sabah olmuştu, başımın ağrısıyla ellerimi yüzüme götürdüğümde ilk fark ettiğim şey elimdeki kurumuş kan lekeleri oldu. Kan lekelerini görünce dün gece olanları hatırlamam bir oldu. Ayağı kalkıp bir ileri bir geri gitmeye başladım kendimi sakinleştirip ellerimi hızlıca lavaboda yıkadım kan bulaşmış montumu koltuğa atıp düşüncelerimi kontrol altına almaya çalıştım. Ama olmuyordu içimdeki vicdan bir türlü susmuyordu belki kavga büyümeden aralarına girip engel olabilirdim ama ben bunu bir gösteri gibi izlemeyi tercih etmiştim. Kendi kendimi suçlarken kapının çaldığını duydum. Hatta geç fark etmiş olmalıyım ki daha sert çalmaya başlamıştı. Bu saatte kimse gelmezdi bana. Kim olduğuna bakmadan sersemliğimle tahta kapıyı açtığımda karşımda iki polisin durduğunu gördüm. Kemal Dinç siz misiniz diye sordular. Evet diyemedim ağzımdan hı hı diye bir ses çıktı. Polis bana bakıp ''Cinayet şüphesiyle tutuklusun.'' dedi.