Yağan karın ağırlığı altında herkes başını öne eğmiş bir şekilde yürürken, birileri ellerinin donmasına razı bir şekilde etrafın fotoğrafını çekiyordu. Herkesin bir yere yetişmeye çalışır hali canını sıkmıyordu ilk defa. Soğuktan korunmaya çalışan insanlar büzüşe büzüşe küçücük hale gelmişti. Soğuk onları içlerine gömmüş kendileriyle bir hesaplaşma içine girmişlerdi. Deniz kenarındaki martılar da öylesine kuvvetli kanat çırpıyordu ki bu bile onları zor bir şekilde havada tutuyordu. Rüzgarın şiddeti, martılara galip gelecek miydi bilmiyordu. Soğuk altında ezilen şehrin sokaklarında hiçbir rota olmadan yürümenin keyfini bir kendisi bilemezdi. Başkalarının da keyfince yürümek denen duygudan nasiplendiğini düşlüyor bundan keyif de alıyordu. Kulaklarında çalan şarkıyla öylesine güzel görünüyordu ki karın beyazlattığı şehir, elinden gelse tüm taşlarını, kuşlarını, ağaçlarını, kedilerini fotoğraflar; dünyanın her yerinde sergilerdi. Bir süre Eminönü iskelesinde etrafı seyredip fotoğraflamıştı. Elleri buz kesmiş, yüzü ve burnu kızarmıştı. Bir an önce sığınabileceği sıcak bir yer arıyordu. Neyse ki İstanbul Kitapçısı açıktı ve kendini kitaplarla dolu bu sıcak mekanın içinde attı. Kitapların varlığı bu ortamı olduğundan daha sıcak bir hale getirdiğini de düşünüyordu. Bu kitapçıda bir de çay ve kahve satan bir yeri vardı. Buraya geçip bir çay aldı. Sıcak çay bardağına ellerini sarmış, buz tutmuş ellerini ısıtıyordu. Bir yudum aldığında içi de ısınmaya başlamıştı. Oturduğu yerden dışarıda yağan karı izliyor, çatıdan damlayan su damlacıklarının sesini dinliyordu. Yan masalarda oturan insanlara da ara sıra göz atıyordu. Bir süre burada oturduktan sonra tekrar kitaplarla dolu olan bölüme geçti. Raflar arasında gezindi. Gözüne güzel bir defter ilişti. Fiyatının da uygun olduğunu görünce üstündeki ambalajı çıkarıp incelemeyen koyuldu. Az sonra almaya karar vermişti, ödemeye doğru giderken arkasında bir çalışanın kendisini izlemekte olduğunu gördü. Garip bir duyguya kapılsa da defterin ücretini ödeyip buradan çıktı. Çıktığı gibi soğuk havanın sert tokadını yüzünde hissetti. Buna aldırış etmeden deniz kenarına geçip fotoğraf çekmeye başladı. İskele boyunca fotoğraf çeke çeke yürüdü. Birazdan yerde kurumuş karanfil demeti gözüne çarptı. Yakınlaşıp eline aldı. Bir an için onu çok derin hikayelerin içine çekmiş, arkasında yatan hikayeyi kendi kafasında canlandırmıştı. Eline aldığı karanfil demetini kenardaki bankın üzerine koyup birkaç fotoğraf da çekti. Bankın üzeri karla kaplıydı. Karanfilin yanına parmağıyla ‘’Aşk’’ yazdı. Daha sonra oradan da uzaklaştı. İlerde bu anı düşününce karanfil demetinden bir karanfil almadığı için pişmanlık duyacak ve içinde ağır bir hüzün hissedecekti. Tipi şeklinde yağmakta olan karın içinde kendinden başka hızlı adımlarla yürüyen birkaç kişi vardı. Bir balıkçı Galata Köprüsü’nden olta atmayı bırakmış, ellerinde olta ve kovasıyla yanından geçiyordu. Derken yürüyerek galata köprüsüne çıktı. Buradan denizdeki birkaç vapuru fotoğrafladı. Tam karşısında ise rüzgara ve yağan kara tüm heybetiyle karşı koyan Galata Kulesi durmaktaydı. Yağan karın arkasında bir hayalet gibi İstanbul’u seyrediyordu. Belki de İstanbul’u görünmez güçlere karşı koruyordu. Galata Köprüsünde iki balıkçı olta atmıştı, elleri eldivenli olsa dahi oltayı tek elleriyle tutuyor, diğer ellerini montlarının cebinde ısıtıyorlardı. Bu fırtınaya inat olta atan balıkçıların gayretleri takdire şayandı onun gözünde. Bu köprüde onlarca fotoğraf çektikten sonra tramvay durağına geçip Sultanahmet’e geçti. Burada da Ayasofya’nın yüceliğini fotoğrafladı. Eminönü’ne göre daha çok insan vardı. Bazıları kar topu oynuyordu. Küçük çocukların kar sevinci gözlerinden okunuyordu. Etrafı seyrettikten sonra evinin yolunu tuttu. Yol boyunca gün boyu çekmiş olduğu fotoğrafları düşündü…