Daha dün gece kaldırımda uzanırken gördüm seni Murtaza.

Elinde; yarısına gelmeden yere atılmış bir izmarit, üstün başın paçavra.

Sormazdı halini kimse, sokaktaki uyuz it bile vermezdi selam.

"Zamkla mı yapıştın kaldırıma? Kalk ulan deyyus!" diyen çöpçü de görmezdi seni, koymazdı insan yerine.

Dilenmezdin de oysa, ne bir ekmek ne cıgara.

İçi acırdı komşu teyzenin, kordu önüne bir kap yemek.

Bazen aç karnının sesine sağır kalamaz da yerdin.

Bazen de ar eder, dayanamaz giderdin.

Toprağın altındaki evladı aç kalmış gibi ağlatırdın kadıncağızı, bilmezdin.

Geçenlerde Topal Abdi sıkıştırmış gene seni, lağım kokan bir sokakta.

"Nereye?" diye sormuş ayı, bilmez gibi konuşmadığını.

Bakmadın diye suratına, indirmiş sırtına köşedeki pavyondan atılmış, iskemleden bir parça.

Olmamış gene eden yardım, yine kalmışsın bir başına.

Tam da inecekken kaburgalarına bir darbe daha,

Bereket, borçlularından kaçan bizim Ahmet senin de yetişmiş sessiz imdadına.

Bekçinin düdüğü çalmış uzaktan,

Topal'ın çalan düdükten de uzakta kalmış adamlığı.

Topukları kıçını döve döve kaçmış oracıktan.

"İyi misin?" der susarsın, "Hoş musun?" der susarsın.

Seni bilen hangi fani duymuş ki sesini, bizim gariban Ahmet ne yapsın?

Girmiş koluna, getirmiş en iyi bildiği adrese.

Kiminin uyuduğu, kiminin uyandığı bir sabahçı kahvesine.

Oturtmuş seni, sigara külünden yanmış yeşil örtülü kırık masalardan birine.

Isındıkça gevşemiş yumruk yaptığın ellerin.

Kahveci koymuş önüne ince bellide çay, Ahmet de delik cebinden çıkarıp uzatıvermiş bir cıgara.

Bir çaya bakmışsın bir televizyona.

Hep bir telaş içindeymiş insanlar sabah ajansında.

Dün mayısın on üçüydü demiş titreyen sesiyle spiker,

Çelenkler bırakıldı demiş, unutulmadı gidenler.

Dolmuş bir anda gözlerin, aniden kenetlenmiş az önce gevşeyen ellerin.

Sesi titreyen spiker başka bir habere geçmiş hemen,

Başlamış yaz tatilinde gidilecek yerleri anlatmaya.

Titreyen sesi meğerse bir emanetmiş,

Başlamış bülbül gibi şen şakrak şakımaya.

Bir hışımla çıkmışsın sabahçı kahvesinden,

Seslenmiş bizim Ahmet, geriye bakmamışsın giderken.

Tövbeli miydin gelmemeye? O günden beri ne duyan var ne gören,

Komşu teyze haricinde inan, soran da olmadı seni zaten.

Kadıncağız, senin kaldırıma bir kap yemek kor her gün.

Ara sıra geldiğini bilir gibi bakar yüzüme şefkatle,

Bazen de sanırsın seni ben kovmuşum gibi bakış atar hiddetle.

Anlatırım ona geldiğini, penceresine gece vakti o gülü senin bırakıp gittiğini.

İyiydi derim senin için yüzü gülüyordu, belli ki doymuş derim.

Ama dinlemez ana yüreği beni, her gün elinde bir kap yemek, dolu dolu

Konuşa konuşa döner evine, arar seni getirecek bir yolu.

Mahalleye yeni taşınan Mualla bilmediğinden bu durumu,

Aramış etekleri tutuşa tutuşa bizim karakolu.

Fabrikadan yeni çıkmış varmışım bizim sokağa,

Bir de baktım ne göreyim "delidir bu kadın" diye bağırıyor bizim yeni komşu Mualla.

Koştum vardım yanlarına, anlattım bildiğimi iri kıyım komisere.

Dedim, şu canına yandığımın dünyasında bir Murtaza vardı.

Gözleri en az elleri kadar kömür karasıydı,

Deli dediğiniz bu kadın da işte onun anasıydı.