...Güneş dağlara doğru eğilmişti. Kürek mahkumu kafilesi ormandaki işlerinden dönüyordu. Trumov elini yüzünü yıkamış ve akşam yemeğini beklemek üzere tahta ranzasına uzanmıştı. Hüzün onu boğuyordu. Hiçbir şey görmek, işitmek bilmek istemiyordu. Kımıldadığında ayaklarındaki prangalar bir çığlık gibi tıngırdadı.

Sosyalist Leftel; Trumova doğru geldi, tahta ranzanın kenarına oturdu.

—Canın mı sıkkın yoksa nostalji mi yapıyorsun? Diye sordu sigarasını yakarak, Trınka oynamayı öğretecektiniz.

—Özgürlük istiyorum, dedi sessizce Trumov. Çok zor Leftel bunu açıklayamamak.

Leftel sesini alçalttı:

—O zaman ormana kaçın, yapabildiğiniz kadar o vahşi orman hayatını yaşayın.

Trumov sustu.

—Biliyor musunuz irade yetmiyor, dedi samimice ranzada otururken. Eğer kaçarsam ormana kaçmam, ya Rusya’ya ya da yurt dışına giderim. İradem çoktan zehirlendi. Aşılması gereken tüm engeller, devasa mesafeler, tüm sinirlerimde gezinen gerilimler gibi… Tüm fikirlerde bu hayal devasa, aşılmaz zorluklar resmediyor bana… Bu onun hastalığı elbette. Ve her seferinde bu atılım kayıtsızlıkla sona eriyor.

Trumov’u mahkumiyete kemancı Yagdin’in eşine duyduğu aşk sürüklemişti.

3 yıl önce Yagdin, Avrupa ve Amerika şehirlerinde konserler veriyordu. Trumov ve Yagdin’in eşi birbirlerini olağanüstü, karşısında hiçbir aşkın duramayacağı bir bağ ile sevmişlerdi. Olga Vasilyevna, kocasının yakında döneceğini anladığında Trumov ile Rusya’dan kaçmaya karar verdi. Trumov, bunun için birkaç bin ruble bulması gerektiğini gördüğünde adeta gafil avlandı, parası yoktu ve kimse ona borç vermiyordu. Akşam, Trumov’un hizmet ettiği ulaşım bürosunda çalışanlar gitmeye hazırlandıkları vakit büronun odalarından birine saklandı ve gece olduğunda paranın bulunduğu dolabı kırıp açtı. Uykusuzluktan muzdarip olan kurye gürültüye geldi. Trumov; umutsuzca sadece onu susturmayı dileyerek bronz kağıtlık ile kafasına vurup onu yere yatırdı, öldürdü. Voloçiskte yakalandı. Mahkemeden sonra Olga Vasilyevna kendini zehirleyip öldü.

—Bana fark etmez, dedi Leftel, aklın felsefi birikimi yardım ediyor. Hatta…

Gardiyan içeri girdi, bağırarak:

—Herkes avluya çabuk! Cezaevi müdüründen gelen resmi emri ilettikten sonra alışıldık sesiyle ekledi: Şu gelen müzisyen sayesinde, görüyor musunuz siz aptallara çalacak, mahkumlara konser tertip edildi.

Trumov ve Leftel, hoşlarına gitmişti, canlanmışçasına koridora yöneldiler, ekşi alkol kokan koridor boyunca gürültülü mahkum kafilesi ilerliyordu, prangaların sesi zaman zaman gürültüyü bastırıyordu. Mahkumlar şakalaşıyorlardı:

—Bizim koltuklar ilk sıradan olsun!

—Islık çaldığımda da…

—Kadrel dansına da kalkarız…

Biri oldukça mutlu gibiydi.

—Yine de henüz ütopyacılar ortaya savrulmadılar, dedi Trumov, onların o saf deliliklerini kıskanıyorum.

Seyrek tarlalarla çevrili geniş taş avluda mahkumlar iki sıra halinde yarım daire şeklinde dizildiler; bir yerlerden pranga sesleri geliyordu. Akşamın sihirli, hoş renkli kumaşıyla örtülmüş dağların enginliğinden güneş son ışıklarını bırakıyordu. Güzel kokulu vahşi çöl zincire vurulmuş mahkumların özgürlük umuduyla iştahını kabartıyordu.

Cezaevi müdürü ofisinden çıktı. Ufak tefek ama şüpheciydi, hiçbir müziği sevmezdi, Yagdin’in mahkumlar önünde müzik yapma girişimini sadece kınanacak ya da mahcup edici bir şey olarak değil, utanç verici, sanki onun hiçbir zayıflık göstermeden kurallarına tamamen bağlı cezaevinin katı anlamını yere bir edecek bir şeymiş gibi görüyordu.

—İşte, diye yüksek sesle konuşmaya başladı, siz aranızda böyle uluyup durun, geçek müziği daha duymadınız. Böyle diyordu çünkü valiyi korkutmuştu. İşte şimdi dinleyin. Şimdi size değerli kemancı Yagdin keman çalacak, o; siz haydutlar için cezaevlerini geziyor, anladınız mı?

Trumov donakalmıştı. Leftel (Bu hikayeyi biliyordu.) acıyarak ona baktı.

—Neden, diye fısıldadı Leftel’e şaşkınlıkla ve alaycı bir gülümseme ile. Bacakları aniden titremeye başladı, güçsüzleşti, kederlendi. Hiç gitmeyen bilincindeki hatıralar acısını artırdı.

—Dayanın, dedi Leftel.

Trumov büronun yakınında ilk sarada ayağa kalktı. Sonunda Yagdin göründü, ilk basamaklarda duraksadı, çevresi dikkatle ona bakan mahkumlar ile çevriliydi ve fark etmeden gülümseyerek başı ile ve bitkin ve donakalmış Trumov’u selamladı. Yagdin’in gözleri kendine sahip olmaya uğraşan iradenin hastalıklı ateşiyle yanıp tutuşuyordu. O son derece tatlı, geçip giden nefret duygusunu tatmış, neredeyse düşmanına hayran olmuş, onun acılarına müteşekkir kalmıştı.

Trumov gururundan gözlerini bir yere ayırmadı ama ruhu yanıyordu; geçmiş, Yagdin’in,lanet olsun, tekrar ortaya çıkışıyla doğrulup ayağa kalkmıştı. Mahkum giysisi onu boğuyordu. Yagdin bunu hesaba katmıştı.

Müzisyen tarafından intikam özenle baştan sona iyice düşünülmüştü. İntikam planı şu şekildeydi: Yagdin Trumov’un karşısına çıkacaktı, Trumov Yagdin’in özgür, iyi görünümlü, zengin, yetenekli ve eskiye göre daha ünlü olduğunu görecek, o anda Trumov rezil olmuş, zincire vurulmuş, beti benzi atmış, pis, ve ne kadar zayıf olduğunu anlayıp hayatının sonsuza kadar mahvolduğunun farkına varacaktı. Tüm bunların dışında Trumov ondan mahkuma güzel ve özgür hayatı hatırlatan harika ve heyecan verici müziği duyacaktı: bu müzik ruhu baskılayıp zehirleyecekti.

Yagdin, bunu bilinçli bir şekilde nefret ettiği insanın korkunç kaderinin ağır yükünün altında bunaldığını görmek için Trumov’un cezasının üçüncü yılına kadar bekletmiş, şu an ise onu tamamen yıkmak için gelmişti. Mahkum bunu anladı. Müzisyen henüz parlak altın işlemeli kutusundan diğer kemanını çıkarmadan Trumov onu gözden geçirdi. Kemancı çok şık beyaz bir kostüm ile sarı botlar giymiş, pahalı bir şapka takmıştı. Açık kahverengi kravatı tıpkı bir bukete benziyordu. Gözlerini yukarıya diktikten sonra öne doğru sallandı, aynı anda yayını oynatmaya ve keman çalmaya başladı. Sanatıyla Trumov’a nasıl daha fazla acı çektirebileceği düşüncesi içinde büyüyordu bu yüzden daha yüksekten, her zaman erişemediği bir yetkinlik ile çalıyordu. Klasiklerin kısa ama güçlü eserlerini çalıyordu: Mendelson, Beethoven, Chopin, Godard, Grieg, Rubinstein, Mozart. Müziğin amansız büyüsü Trumov’u sarsıyordu, ayrıca duygusallığı Olga Vasilyevna’nın kocasının etkisiyle şiddetle artıyordu.

—Bu nasıl bir alçak böyle, dedi sessizce Leftel Trumov’a.

Trumov cevap vermedi. İçinde boğuk ama amirane yeni bir güç dönüp durmaya başladı. Tamamen kedere boğuldu, Yagdin’in yüzünü daha görmemişti, gördüğü şey yalnızca beyaz bir bedenin loş yanılsamasıydı.

Aniden sanki ölü bir kadın kulağına: “Ben burada, seninleyim” dermiş gibi duyduğu acıklı ve oldukça tanıdık sesler onu ortaya fırlamaya zorlamıştı (mahkumlar istedikleri gibi, serbestçe davranma izni aldıktan sonra oturmuşlar ya da yarı yatık vaziyettelerdi). Yumruklarını sıkıp ileriye doğru adım attı; Leftel onu kolundan yakaladı ve tüm gücüyle onu tuttu.

—Tanrı aşkına Trumov, dedi hızlıca; dayanın; bunun için bile asarlar sizi.

Trumov dişlerini sıkıp pes etti ama Yagdin rakibinin en sevdiği romansı çalmaya devam etti: “Kara Elmas”. Kasıtlı olarak onu çalmaya başladı. Bu romansı Olga Vasilyevna sık sık Trumov’a çalardı ve Yagdin bir seferinde onların ilk başta anlam yükleyemediği bakışmalarını yakalamıştı. Şimdi bu sade ama üzücü ve zengin melodiyle mahkumun acı hatıralarını şiddetlendiriyordu. Yay yavaşça konuşuyordu:

           Ben senin sonsuz acılarının hatırasıyım.

           Sana kara bir elmas getirdim…

Bu azap ile donup kalan Trumov sonuna kadar dayandı. Kemanın sesi kesildiğinde ve avlunun köşesinde soluk soluğa nefeslendi. Sinirli sinirli güldü, Leftel’in başını kendine doğru eğdi ve sertçe fısıldadı:

—Artık Yagdin’in zalimce ve affedilmez bir hata yaptığını biliyorum.

Bu dediğine hiçbir şey eklemedi ve sözleri Leftel tarafından ancak sonraki gün anlam kazanmıştı; sabah dokuzda ormanda odun keserken silah sesi duydu, mahkumların yüzlerindeki anlamlı gülümsemeleri ve elindeki tüfeğini doldurmuş gardiyanı gördü. Ormandan koşarak kesim alanına çıkan gardiyan şaşkın ve kaygılı görünüyordu.

—Firar! Ormanda kayboldu!

Gerçekten Trumov hayatını riske atıp eğe almak için onu diğer ekibin yanına götüren gardiyanın gözü önünde ormana kaçmıştı.

* * *

Olayın üzerinden 1,5 yıl geçmişti. Akşamleyin uşak elinde tepsi ile Yagdin’in odasına girdi, tepsinin üzerinde bir mektup ve mühür basılmış bir paket vardı. Avusturalya pulu olan mektuplardan birindeki el yazısını tanıdı, hepsinden önce onun mührünü yırtıp okumaya başladı:

“Andrey Leonidoviç! Geçen sene bana verdiğiniz konser için size minnetlerimi sunmanın vakti eldi. Müziği çok seviyorum. Sizin sergilediğiniz müzik bir mucizeye sebep oldu: beni hür kıldı.

Evet, sizi dinlerken oldukça sarsıldım; Yadrinsk hapishanesinin avlusunda sizin anlattığınız melodilerin zenginliği beni yitirdiğim bu özgür müziği ve süren yaşamı çok derinden hissetmeye zorladı; tüm bunları tekrar tatmayı çok istedim ve kaçtım.

İşte sanatın gücü bu, Andrey Leonidoviç! Siz onu sanki uğruna çalışmaya değmeyecek bir silah gibi kullandınız ve aldandınız. Sanat ve yaratıcılık asla kötülük getirmez. O asla sizi idam etmez. O her türlü özgürlüğün ifadesidir, o zamanki durumumda çok zordu, buna karşılık vermek, üst düzey, çok kudretli müzik, benim geçmiş ve gelecek tüm maceralarımı yakan bir yangın oldu.

Özellikle size “Kara Elmas” için teşekkür ederim, biliyorsunuz ki en sevilen melodi diğerlerinden daha kuvvetli etkiler.

Affedin, bağışlayın geçmişte olanlar için. Bu aşkta kimse suçlu değil. Hayatın sizin yayınız tarafından parçalarına ayrılan bu tuhaf düğümünün anısına size “Kara Elmas”ı yolluyorum!

 

Yagdin paketi açtı; içinde Bremerovski’nin menfur romansının notaları vardı. Kemancı ayağa kalktı ve sabaha kadar odasında halının üstünü sigara izmaritleriyle doldurarak dolaşıp durdu.

 

Aleksandr Stepanoviç Grin, 1916.