İki yüzlülüğün her gün daha da yolcu alarak ilerleyen, ucu bucağı belli olmayan trenine uzaktan bakıp gülmekle yetiniyorum şimdilik.

Olmadığı karakterlere bürünmeye çalışan koca kil yığını insanların girdiği şekilleri ezberimde tutmakta ve onların bu şekillere girerkenki özgüven ve mutluluklarına tiksinmemekte zorlanıyorum. Güzelliğe dair cümleleri daha bitmeden çirkinlik akan virgüllerini hayat felsefesi yapmaları ve bu lekeli cümleleri duymaktan hoşnut olan insanların tutunduğu kalın cahillik dalının nerede, ne zaman ve kim tarafından kesileceğini merak ediyorum.

Elinde baltasıyla bekleyen insan olmayı başarabilmiş olanlarsa, onların bu ilerleyişine olan şaşkınlığından hareket edemiyor, etse de bu kökü her yere salınmış asırlık çürük çınardan kurtulmanın imkansızlığı karşısındaki yenilgi hissini derinlerde hissedip ellerindeki aydınlık baltasını düşürüyorlar. Sorgulama kelimesinin ayıplandığı bu koca yer yüzünde bilgisizliğini haykıranların sesi arasında kaybolup gidiyor; bilginin tok, sakin ve olgun sesi.

Yolcusu olmaktan kaçındığım bu trenin raylarını umuda ve bilgiye çevirecek insanlar ise ya hayatta değiller ya da korkularından kendi küçük odalarında saklanmış soyutlanıyorlar insanlıktan. Sadece şikayet edip, başkaları adına kızaran suratlarına bakıyorlar aynalarında.