Her zaman biliyordum, içten içe ruhumun derinliklerinde hep arzuladığım karanlığın bir gün gelip beni bulacağını. Bu arzum artık gizli karanlık bir zevk olmaktan çıkmıştı. Kapkaranlıktım.


Siyaha çalan gözlerimin tam içine baktım. Fakat öylesine tanımıyordum ki gördüğüm sureti bu ürpermeme neden oldu. Gözlerimin kahvesi tehlike barındıran karanlık bir uçurumdu. Bir korkup bir güldüğüm deli biri aynadan bana dik dik baktı.


Büyük küçük herkes oturma odasında oturmuş sessizliğin ağırlığı altında ezilerek mahcubiyetle beni bekliyordu. Serseri bir fitil bütün evi ateşe vermek için köşede pusuya yatmıştı. Ağır adımlarla odanın ortasına yürüdüm, yüzüme ok gibi saplanan bakışların karşısında dilim lal olmuştu. Belki de yüreğim lal olmuştu.


"Söyle kızım," dedi babam öfkeden dolan kırmızı gözleriyle "İstediğini söyle, bitsin bu iş."


Babamın sesindeki acele dilimin bağını çözdü. Babam belindeki silaha elini uzatmış tetikte dudaklarımdan çıkacak sözler bir emir gibi bekliyordu.


"Oğlunuzla evlenirim," dedim ve duraksadım son kez düşüncelerimi düşünmek için zaman kazanmaya çalışıyordum.


"Ama bir şartla."


Ağlamaktan helak olmuş yaşlı kadının yeşil gözleri hicapla bana yükseldi ve acı dolu sesiyle konuştu: "Söyle kızım, ne istersen söyle."


"Musa'yla evlenirim."


Musa'nın gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılırken yüzü kül rengine dönmeye başladı. İtiraz etmek için dudakları aralandığında dipsiz bakışlarım altında sözleri eriyip gitti. Ne diyebilirdi ki?

Herkes başını sallayarak sessizliğin temiz örtüsünün altına sığındı.


Önüme çıkan ilk beyaz elbiseyle alelade bir nikahın tam ortasında gözlerimi açtığımda sanki kalbim boğazıma kadar yükselmişti. Kimse mutlu değildi fakat herkes mutluymuş gibiydi. Bakışlarımı yanımda içten içe eriyen bir mum gibi isteğimi kabullenen Musa'ya çevirdim. Musa'nın ruhunu ateşe vermiştim. Son kez ona emin olup olmadığını sorar gibi baktım, nikah memuru gözlerini ikimizin üzerinde gezdirirken tüm salon bir anda sessizliğe gömüldü. Eğer Musa "hayır" deseydi arkama bakmadan çekip gidecektim.

Ama Musa "Evet," dedi.


Kaşlarım çatılarak önüme döndüm ve düz bir sesle "Evet," dedim. Salon alkışlara boğulduğunda imzalarımızı kendi mezar taşımıza adımızı yazar gibi attık. Merasim kısa sürdü, yüzü gülmeyen gelin olarak bunu sağlamış olabilirdim. Musa arabanın kapısını binmem için açtığında duraksadım, önümde sonu belirsiz bir yol uzanıyordu. Yolu görüyordum ama yürümek istemiyordum. Yorgun değildim ama hiç halim yoktu. Düşüncelerimi kenara iterek arabaya yerleştim, üzerime kapanan kapı belki de bundan sonra yaşayacağım hapishanenin parmaklıklarıydı. Yeni evli çift için en kısa sürede hazırlanan o eve geldik, kapı arkamdan kapandı. Musa yatak odasına gitti ve ben öylece kapının önünde kaldım. Musa üstüne eşofman takımını giymişti ve arabanın anahtarlarını alarak yanımdan öylece geçti ve kapıdan çıkıp gitti. Ve ben öylece kaldım.


"Ada!" diye seslendi Asaf tatlı bir sesle.


"Ada!"


"Ada!"


Sesi artık sabırsızlıkla tekrara düşüyordu. Asaf'a arkam dönüktü ve misafirlerle ayaküstü sohbet ediyordum. Sarhoş bir Asaf'la uğraşmak istemiyordum bu yüzden duymazdan gelmeye devam ettim. Fakat birden koluma dolanan ellerin soğukluğuyla irkildim. Asaf'ın başı omzumun üzerinden sarhoş sersemliğiyle gülerek bana bakıyordu. Koluma girdi ve beraber taşlı patikada yürümeye başladık, patikanın ucuna geldiğimizde artık gece yarısı olduğu için düğünün sesi sönmeye başlamıştı. Yine de çevrede rüzgarla salınan hareketli müzikler ve insanların gürültüsü yerli yersiz duyuluyordu.


"Efendim Asaf abi," dedim.


"Seninle konuşmak istiyorum," dedi fakat dili sürçmeden konuşmak için büyük çaba sarf etmişti.


"Tamam, konuşalım."

"Burada olmaz," dedi ve işaret parmağını sağa sola salladı.


"Şuradaki araya gidelim," dedi ve izbe bir sokağın karanlıktan görünmeyen arasını işaret etti.


Tereddütle mavi gözlerinin içine baktım, gülümseyerek karşılık verdi. İşaret ettiği araya geldiğimizde karanlığın içinde kaybolduğumuzu hissettim.


"Bir derdin mi var Asaf abi?"


"Çok güzel bir derdim var," dedi ve hülyalı bakışıyla başı yana eğildi.


"Dudaklarını öyle yapma," diye itiraz ettiğinde alt dudağımı yediğimi bile yeni fark ediyordum.


Şaşkınlıkla bana eğilen suratına baktığımda birden her yer karanlığa boğuldu. Zihnimin sokakları karanlık altında kaldı. Son olarak hatırladığım tek şey içinde turuncu alevlerin hareket ettiği mavi gözlerdi. Mavilik yaklaşıyor yaklaşıyor ve beni alevine boğuyordu.


Kapının önünde dikildiğim yerde gözlerimi açtım, elimdeki sahte çiçek yere düştü. Yürürken bir yandan da üzerimdeki sahte gelinliğin fermuarını açıyordum, fermuarı açtığım gibi saten elbisenin ip askıları omuzlarımdan düştü, hiç çabasız adımımla saten elbise tenimi okşayarak yere düştüğünde üstüne basarak yürümeye devam ettim. İç çamaşırlarımı da çıkartıp koridora bıraktığımda sağa döndüm ve küvetin içine kendimi attım. Suyu açtığım gibi tazyikli bir buz çığı tenime döküldü. Aldırış etmeden soğuğun tenimi yakmasını seyrettim. Küvet yeterli suyla solunca başımı geriye yatırdım ve küvetin içinde kaydım. Su göğüslerimin üzerinde durduğunda dizlerimin bir kısmı da açıklıkta kalmıştı. Banyonun beyaz tavanına gözlerimi sabitledim. Hissizlik kanımı donduran bir madde gibi damarlarımda yol alıyordu.


Anılar şimdinin ve geleceğin lanetli geçmişiydi. Ve o lanet fotoğraf karelerine doluşup zihnime akın akın yağmaya başladı.


Karanlık bir ışıkla aydınlatılan fotoğraflarda zihnim kendimi hep karşı koyarken görüyordu.

Asaf boynuma lanetli öpücüklerini konduruyordu ve omuzlarından itmeye çalışıyordum.

Asaf'ın eli bacağımdan yukarı süzülüyordu ve ben korkuyla gözlerine bakıyordum.

Asaf'ın teni tenime kezzap gibi sürtünüyordu ve ben bileklerimdeki pençelerinden kurtulmaya çalışıyordum.

Asaf'ın başı boynuma gömüldüğünde kolları belimi sarıyordu ve ben dehşetle kendini kaybetmiş halde karanlığa bakıyordum.


Acı bir anda kesilmez bir çığlık gibi kulaklarımda ve ruhumda çınlamaya başladı. Kendimden kaçmak için küvetin içinde kayarak suyun altında kaldım. Nefesim azalıyordu ve suyun altında çırılçıplak hareketsizde yatıyordum ve sadece tavana bakıyordum. Nefesim birer baloncuk halinde suyun içinden yüzeye yükselmeye başladığında hareketsiz kalmaya devam ettim. Bu hissizliği de bu katlanılmaz acıyı da istemiyordum. Baloncuklar hızla beyaz gökyüzüne uzanıyordu. Fotoğraf kareleri zihnime dolan suyun içinde boğuldu, geçmiş ve şimdi savaşıyordu. Artık dudaklarımdan hava baloncukları dökülmüyordu, nefessizlikle kıvranan vücudum yay gibi suyun altında gerildi. Gözlerim bir ölüden farksız olsa da yaşam dolu genç vücudum bana isyan ediyordu. Siyah saçlarım suyun yüzeyini kaplamıştı ve vücudum kıvrandıkça tuhaf şekillerle hareket ediyordu. Su burnumdan hızla dolmaya başladığında gözlerimi bile kırpmadan saçlarımın beyaz tavanda çizdiği resme bakıyordum. Boğuk bir ses suyun altına sızdığında hiç umurumda değildi. Fakat Musa öfkeli gözleriyle tavanın yerini aldığında suyun içinden havaya sıçradım. Hava ciğerlerimi yakarken ellerimle yüzümü örtmüş sessizce acısını çekiyordum. Çıplak oluşum umurumda bile değildi.


"Kendini öldürmek için mi ortalığı ateşe verdin?" diye sordu.


Sesi sakindi fakat öfke her harfinden taşıyordu. Ellerimi yüzümden çekti ve gözlerimin içine baktı. Koyu mavi gözlerinde şimşekler çakıyordu fakat birden mavi gözleri dinginleşti ve yumuşak bir şefkatle bana baktı. Musa'da acı çekiyordu.


"Asaf'ın günahını ben temizleyemem," diye mırıldandı yalvarırcasına.


Çünkü Asaf, Musa'nın küçük kardeşiydi.


"Ama yanındayım," dedi kendini de inandırmaya çalışarak ve kararlı bir ses tonuyla devam etti " Ve kendine bunu yapmana izin vermeyeceğim."


Gözleri yere düştüğünde bileklerimi saran ellerine bakakaldım.


Sözler bir acıyı dindirebilir miydi? Kelimeler ne anlam ifade etmeliydi?


Boş gözlerle karşımdaki duvara baktım.


Yalnızlığıma sığındığım günleri uyumakla ve kafamın içinde vıcık vıcık eriye düşüncelere değmeden yaşamaya çalışmakla geçiriyordum. Aynı evin içinde iki yabancıydık. Birbirimize değmeden acının mahzenlerinde dolaşıyorduk. Fakat Musa bu gidişe bir son demeye karar vermişti ve küçük ama düşünceli hareketlerle bana yaklaşmaya başladı. Önce yemediğim öğünleri yemem için türlü oyunlar kurdu. Sonra yalnızlığımdan sıyrılmam için beni evden çıkartmaya çalıştı. Öylesine bomboştum ki içi boş bir çuval gibi Musa'nın kavradığı yerden deviniyordum. Doğanın iyileştirici gücüne beni teslim etmek için sürekli pikniğe götürüyordu. Bir gün Musa ile sohbet ederken bulunca kendimi şaşırdım, kendime ve Musa'nın bu kadar ince fikirlerle dolu olmasına şaşırdım. Bu merak beni Musa'ya bağlamıştı artık her fırsatta sohbet ediyorduk. Beraber yediğimiz yemekler, çıktığımız gezintiler kısacası geçirdiğimiz zaman ben daha fark edemeden bir alışkanlığa dönüşmüştü. Zaman enteresan bir şekilde ruhumu yamalarken gülüşler dudaklarıma ara sıra uğramaya başladı. Musa ile her şey daha eğlenceli ve zarifti. Bir gün Musa elinde çiçeklerle kapıda belirdiğinde içimde tuhaf bir his uyanmıştı: heyecan. Kızaran beyaz teni mavi gözlerinin laciverde dönüşünü büyüleyici bir hale getirmişti. Utanmak bir adama ne kadar yakışabilirdi?


Kabus gördüğüm gecelerde odamın kapısı açılır ve Musa usulca saçlarımı okşayarak beni uyandırırdı. Bir gece odasına gitmek için ayaklandığında elimi bırakan elini son dakikada kavradım. Musa duraksadığında omzunun üzerinden bana baktı. Elini daha sıkı tuttum. Musa'nın okyanus mavisi gözlerinde kıvılcımlar çaktı. Sabah gözlerimi açtığımda gövdemi saran kolların ağırlığını hissettim ve Musa'nın göğsünde uyuduğum gerçeği soğuk su gibi yüzüme çarptı. Kalbim yakılmış tohumlarına rağmen çiçek açmıştı. Acının tahtını keder aldı. İntikamın tahtını merhamet ele geçirdi.


Tam uykuya dalacağımız bir gece vakti Musa'nın boynuna sokulduğum yerden başımı kaldırdım ve gözlerine baktım.


"Artık seni özgür bırakmalıyım."


Mahmur tebessümüyle dudağı sağa kıvrıldı. Alnıma düşen saç tutamını parmağıyla geriye çekti ve yanağımı okşamaya başladı. Dudaklarından çıkma olasılığı olan her kelime için kalbim hızla atıyordu. Nabzımın sesi kulaklarımda çınlarken Musa dudaklarıma eğildi ve beni öpmeye başladı. İlk öpücüğün efsunuyla gözlerimi kapattım. Fakat hayalimdeki gibi bir tutku yerine daha çok şefkatle sarmalayan bir öpücüktü. Ruhum huzurla dolarken düşünmeye başladım: Bu bir cevap mıydı?


Ertesi gün akşam yemeğini Musa özenle hazırlamıştı. Yemek yenildi. Şaraplar içildi. Ve tatlı tabaklarımızda uzanırken Musa cebinden bir kutu çıkarttığında şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Kırmızı kutunun içinden çıkan çiçek figürlü pırlanta yüzük parlarken gözlerimi Musa'nın deniz gözlerindeki dalgalardan alamıyordum. Utançla kızararak bana gülümsedi.


"Benimle evlenir misin?"


Sakin bir heyecanla tek nefeste sorsa da ben dakikalarca gözlerine çakılı kaldım. Heyecanla kıyıya vuran dalgalar köpük köpük üzerime geliyordu. Bir yanıt istercesine kaşları havalandığında ciddi olduğunu ancak anlamıştım. Afallamıştım. Başımı kendimi silkelercesine salladım. Davetkar gülüşüne karşılık verdiğimde rahatça bir nefes aldığını işittim. Sol elimi havaya kaldırarak Musa'ya işaret ettim.

"Ben zaten evliyim."


Musa kahkaha atarken onu seyretmenin tadını çıkarttım ve biraz da kadehimdeki kırmızı şarabın. Başımı iki yana sallayarak kendime güldüm. Ve içimden kendime söylendim "Ah aptal kız! Kocana aşık olmuşsun."