Yorgunum son günlerde ya da son günlerimde. Uçsuz bucaksız bir sıkıntı var içimde. Daha önceleri bunu boşluk olarak adlandırırdım ama bu seferki öyle bir şey değil, henüz ben de koyamadım adını. İçimdeki ses beni terk etmiş de yerine bir yabancı gelmiş gibi samimiyetsizim kendime. Suratımdaki gülüşler bana ait değil. Tanıyamıyorum kendimi, her günüm farklı bir kişilikte. Dün neden üzgündüm, bugün neden sinirliyim. Bu gece ağaçların uğultusu, dikenliklerin korkusuzluğu, yoldaki çakılların huzursuzluğu, akmaktan vazgeçmeyen derenin direnişi arasında epey yürüdüm. Onlar mı beni izliyordu yoksa ben mi onları izliyordum, orası meçhuldü. Köy burası. Ben burada doğdum, burada yaşadım ama burada büyümedim. Büyüdüğümü buraya döndüğümde fark ettim. Ömrümün geçtiği sokaklarda çocukluğumun peşinden gitmeye çalıştım ama onu oralarda bulamadım. Çocukluğumu mu kaybettim yoksa ben hiç çocuk olmadım mı, bunu da düşündüm. Olmuştum. Çünkü her öğle vakti çıkıp yemeklerimi yediğim çınar bile aynı çınar değildi. Top koşturduğum tarla tarumardı. Bunlar değiştiyse ben de değişmiştim. Neyse ki o çınar da tarla da aynı yerde duruyordu, yürürken kendimi kaybetmeyi beklediğim anda tutundum onlara. Karanlıkla müthiş bir mücadele içerisindeydik bu gece. O beni içine çekmeye çalışsa da bu müthiş tabiat beni bırakmadı. Ne zaman pes etsem yeşillendirdi içimi. Sevmediğim insanların bastığı yerlerden çiçek açtı. Doğa bu gece yetti bana ama karanlık peşimi hiç bırakmadı.