Güneş üç saatten beri bastığım toprakların üzerinde parlıyordu. Güneşe rağmen sıcaklığın bir an için değiştiğini hissetmiyordum. Günün ilk tırmanışına başlamak üzereyken arkamdaki ayak seslerini duymamak mümkün değildi. Tarık bir gölge gibi beni takip edip istediğimi görmezden gelirken bir süre için sabretmem gerektiğini düşünüyordum. Bugün olmasa bile bir an gelecek ve bu deliliğe devam etmekten bıkıp pes edecekti. Keyfine ve konforuna düşkünken benimle beraber günler boyunca yürümeye katlanamazdı. Ki ben de bu yolun sonuna kadar gitmekten emin değildim. Benim istediğim şey yolumu her anlamda bitirmekti. Buna karşın Tarık bir an olsun yanımdan ve peşimden ayrılmazken planladığım hiçbir şeyin olmayacağını çok ama çok iyi biliyordum. Tarık onunla tanıştığımdan beri bir arkadaş olarak hayatımda bozabileceği tüm planları bozup hayatımı daha da çekilmek kılmayı başarmıştı.
Yürüdüğüm yol daha sert bir zemine sahip olmaya başladığında kayalık görüntü pek hoşuma gitmedi. Tırmanmam gereken yerin bir yerden sonra başlayacağını biliyordum ama bu kadar hızlı geleceğini düşünmemiştim. Yine de tırmanma konusundan bir an sonra emin olmayı ilk andaki gibi sürdüremedim. Hem bir iniş hem de bir tırmanış varmak kolay olanı istesem de bu istediğim gibi olacak sihirli bir yol değildi. Kafam karışmışken ve arkamdan gelen ayak sesinin sahibi mırıldandığı şarkıya devam ederken durdum. Yoluma bakmak yerine yüzümü manzaraya çevirdiğimde derin bir nefes verdim. Düşüncelerim karmakarışıkken hiçbir şeye anlam verip doğru olabilecek bir yön göremiyordum.
Devam etmek yerine zararsız görünen bir kayaya oturduğumda dinlenmek ve durmak için çok erkendi. Ne istediğimi de doğruyu da bilemezken kendime ait küçük bir ana ihtiyacım vardı. O evden ve şehirden ayrılıp bu dağın başındaki yola devam etmek için sebeplerim, daha önemlisi varmak istediğim sonuçlarım varken her şeyin elimden alındığına inanıyordum. Karar vermemi ve istediğimi almamı engellemek için peşime düşenin keyfi yerindeyken bana bu şekilde kötü hissettirmesine tahammül edemiyordum. Ne olursa olsun, yaşanan ve yaşanmayan her şeyin en başında o benim arkadaşımdı. Benim istediğim şeyi kabullenmesi gerekirken o sahip olduğu diğer kimliklerin ardına sığınıp kendi istediğini yapmaktan vazgeçmiyordu.
“Derdimi bilmezmiş sordu, derdin ne? Dedim kalbime dokundun ya, şu kalbime. Neden üzgünsün böyle, ne kaybettin dedi? Dedim seni.” Mırıldandığı şarkıyı daha yüksek bir sesle devam ettirirken hemen yanıma oturduğunda dişlerimi sıktım. Ona da şarkılarına da tahammül edemiyordum. Ve seçtiği ya da söylediği şarkıların her zaman bir anlamı, anlatmak istediği bir derdi olduğunu bilirken bu şarkıdan da bir mesele çıkmasını istemiyordum.
“Şu şarkıyı mırıldanmayı keser misin?” dediğimde sesim istediğimden daha yüksekse de bunu önemsemedim. Ama aramıza mesafe koyabilmek adına oturduğum yerden kalkamadan kayarak ondan uzaklaştım. Sınırı geçmesi yetmezmiş gibi beni kendi istediğine mahkûm ederek etrafta dolanırken ona iyi davranmayacaktım. Huysuzluklarıma en fazla dayanan insanlardan biri olmasına rağmen onun sınırı da ben çiğneyebilirdim. Sadece bunun için olduğumdan daha aksi biri olmam gerekiyordu.
“Yeni düşmanın Pera mı? Sevdiğin her şeye bir an sonra düşman olabilmeni açıklamayı günün birinde biri başarabilecek mi acaba?”
“Senden başka düşmana gerek mi var?” Ona dönüp baktığımda onun aklından geçenin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Bana göz kulak olmak için buradaydı. Yapmayı istediğim şeyi bir şekilde biliyordu. Yok olmak, herkesin hayatından gitmek istediğimi bilirken bambaşka bir şekilde beni durdurmaya çalışıyordu. Kendini öldürmeye bile cesaret edemeyen bir korkağın peşine takılıp tek çaresini de elinden alıyordu. Vazgeçmenin ne demek olduğunu bilmez gibi ardımda gelirken sonuna kadar da sonsuza kadar da devam edemezdi, etmemeliydi. “Bu benim kendimle yüzleşme yolculuğumdu. Aklından geçen her ne ise onunla bir ilgisi yok. Ben buna tek başıma devam etmek istiyorum. Gidip tatil yapabilirsin. Sonra-”
“Sonra seni yeniden görebilecek miyim? Yoksa seni göreceğim yerin bir morg olması için elinden gelen her şeyi yapacak mısın?”
Biliyordu. Bir şekilde benim bu yola çıkmamın nedeninden emin olmuştu. Bir an ona bir yalan söyleyip ondan kurtulabileceğime inansam da inandığım hayaller de gerçekler gibi doğru değildi. Hep ayrı ve yanlış yollarda yürümüştüm. Şimdilerde kendime tahammülüm kalmamış iken seçtiğim yoldan uzaklaştırılıyordum. Bunun bile doğru olduğundan tamamen emin olmayı başaramazken sadece kendim karar verebilmek istiyordum. İçine itildiğim tüm durumlardan sonra kendi başıma bir şeylere karar verebilmeye ihtiyacım vardı. Bu karar ölüp daha fazlasına maruz kalmamak olsa da bundan başka bir yol yoktu. Umutsuzdum. Beni ben yapana en değer verdiğim şeyi, umudumu kaybetmiştim. Bir sonraki günün bana herhangi bir şey getirebilmesi artık hayallerimde dahi yokken bitse hiçbir şey değişmezdi. Benim bu dünya üzerinde hiçbir yerde olmamam hiçbir şeyi değiştirmez, yokluğum kimseye zarar vermezdi. Ama varlığım en çok kendime zarar veriyordu.
Tarık’a bakmak yerine mataramdan su içmek için hamle yaptım. Otururken ayağımdan biraz öteye bıraktığım sırt çantamdan mataramı çekip alırken huzursuzdum. Kendime de yalan söylemeyi başaramazken ona da doğru olmayanlarla bir hayal dünyası veremezdin. Ölmeyi ne kadar istediğimi bilmese bile istediğim ortadayken bu yolu tamamlayacağımı, ona bu yolu er ya da geç bitirip kahve ısmarlayacağımı söyleyemezdim. Planlarımı bozsa da benim ona hiçbir zaman olmadığım kadar kızmama neden olsa da gerçeği elinden alacak son insan olmayı bile kendime yakıştıramazdım. Gerçekleri elinden alınan biri olarak bunun nasıl can acıttığından en iyi şekilde haberdarken yapamazdım. Ama doğruyu söylemek de doğru değildi. Gerçekleri öyle ya da böyle çarpıtarak yol alabileceğim ortadaysa bile olması gereken bu olamazdı. Olduğum yerde tek başıma olmalıydım. Kendim için istediğim sonda bir başkası yoktu.
Akdeniz’in bir parçası gözlerimin önünde uzanırken matarayı daha fazla elimde tutmayı sürdürmeme gerek yoktu. Gün içinde pek su içebilen biri olmadığım halde şimdiden ortalamayı çoktan geçmiştim. Yanımda gözlerini benden ayırmayan biri dururken ne yapacağımı bilemez oluşum suya sarılmama neden olsa da daha fazlası içinde olduğum andan olmamalıydı. Kendi istediğim şeyin olması, Tarık’ın geldiği yere dönmesi dışında hiçbir şeye dikkat edemezken bu istekten vazgeçmek zorundaydım. En azından bir süre için bunu geride bıraktığıma dair onun da içini rahatlatmalıydım. Aramızdaki konu inatlaşmaya döndüğü takdirde Likya Yolu onunla tamamladığım bir parkura dönebilirdi. Ve bu yolun sonuna sağ bir şekilde varırsam bir daha asla hayatımdan kurtulabilmeyi başaramazdım. Yolda olabilecek onca şey arasında yaşamın ne olursa olsun yaşanmaya değer olduğuna yeniden ikna olursam boşunalığın içinde daha uzun bir işkence dışında hiçbir şey bulamazdım.
“Bu yola çıkmamın bir amacı var. Kendimle barışmak istiyorum. Hatalarımla da iyi olan yanlarımla da barışabilmem için bazı planlarım var. Tek başına yapmazsam bir arkadaşımı kaybedebilirim. Yaptığım tüm kötülükleri ve hataları yolumuz boyunca sana anlatırsam nelerin olabileceğini biliyorsun değil mi? Kendi kendime konuşurken buralarda olmazsan ihtimal bile vermek istemediklerini duymak zorunda kalmazsın. En iyi arkadaşımı ona yapmadığım şeyler yüzünden kaybedemem.” Pes etmiş gibi görünmeye çabalarken ne kadar yalan söylediğimi düşünmedim. Yalan olan hiçbir şey yoktu. Sadece söylenmeyenler varken bir yerde her şeyin bitmesini umduğumu ondan saklıyordum.
Bildiğim şeylerden birini görmezden geliyordum. Ne olursa olsun Tarık’ı kaybetmenin benim kaderim olmadığının farkındaydım. Dünya üzerindeki en kötü insan olmam bile onunla aramdaki dostluğu bozup aramıza uzaklık sokamazdı. On yıla yaklaşmış, sayısız fırtınadan ve kötü günden çıkmış bir arkadaşlığın olduğum insanla bozulabilmesi için ihtimal kalmamıştı. Ki sadece kötü günlerimizde bir değildi. İyi günlerimiz, eğlendiğimiz anlarımız sonsuzluk içinde gözle görülebilecek kadar büyük bir alanı kaplıyordu. Sayısı bilinmez yağmur damlaları ve kar taneleri kadar çok günümüz beraber geçmişken sözlerim anlamsız ve boşunaydı. Yine de benim en aptalca şeyleri kafama takabildiğimi, olmayacak olanların endişesiyle kavrulabildiğimi en iyi o bilirken bu nedenin onu bana inandırabileceğini de biliyordum.
“Senden ya da yaptıklarından korkacak değilim. Hepimizin içinde kendimizden bile bir şekilde saklayabildiğimiz canavarlar var. Onları da en sevdiklerimizin içinde olanları da olduğu gibi kabul etmezsek iyi olmamız da iyi bir arkadaş olmak da mümkün olmaz.”
“O zaman aptalsın. Birini yaptığı tüm kötülüklere rağmen kabul etmek aptallıktan başka ne olabilir ki?” Öfkemi kontrol edemiyordum. Belki de başından beri tek sorunum buydu. İlk kez kendime kızdığım anı düşünmeye çabaladığım her seferinde gözümün önünde sadece tek bir an beliriyordu. Ellerimi birinin boğazında görürken şiddetin bir zamanlar beni nasıl elinde oyuncak ettiği hafızamdan silinmezken yine aynı yerde olmaktan korkuyordum. O kız olmaya tahammül edemeyeceğimi bilirken o olmamak için bitirmek, herkesten gitmek istiyordum ve bunu kendime söylesem bile ona söylemeyi hayal dahi edemiyordum.
Ayağa kalkıp çantamı sırtıma yüklenirken yürümem gerekiyordu. Düşünmek ve hatıraları çağırmak yerine yürümeliydim. Kendimden de yaptıklarımdan da uzaklaşabilmek adına bir an durmadan yürümeliydim. Bir zamanlar hayal edebilmek için yürürken şimdi hayallerden de o geçmişten de uzaklaşmak için adımlarıma muhtaçtım. Ancak düşüncelerimdeki sesim gibi beni takip edenin de söyleyecekleri kolayca bitmeyecekti. Vicdanım gibi beni takip edecekleri bu yolda kendimle yüzleşmek için bile zamana ihtiyaç duyuyordum. Aklımda pek çok şey dönüp dururken içimde onun sandığından da benim bildiğimden de koyu bir karanlık hüküm sürmeye devam ediyordu. Siyah ve ölüm beni alana kadar uzun yıllardansa bir an sonrası her şeyin en kolayıydı.
Üçüncü kilometreyi geride bıraktığımı uygulama üzerinden kontrol edene kadar Tarık’ın sessiz kalması işimi kolaylaştırmasa da sakinleşmemi sağlamıştı. Dalgalanan öfkem bir daha geri gelmeyecekmiş gibi içimde yok olmuşken artık etrafımdaki bitki örtüsü de zemin de kısa sürede değişmişti. Kumlu zemin ve bitki açısından kısır olan çevremde kısa ve bodur bitkilerle beraber kayalar yeniden kendilerini hatırlatmıştı. Batonlardan destek almama gerek olmasa da onları kullanıp sebepsizce önlem alıyordum. Ölmek istediğim halde bir kazaya kurban gidip ölmeyi becerememe riskini gözümü korkutuyordu. Ardımdan gelenin ise ne halde olup olmadığını kontrol etmiyordum. Çok uzak bir geçmişte de olsa dağ keçisi gibi yaşadığım bir dönemim vardı. Onun ise ne yürüyüşle ne dağlık alanlarla ilişkisi olmamıştı. Bu yolun sonunu görebilmesi de bir yerde pes etmemesi de mucizeden farksızdı.
Tarık’ın peşimden gelirken kendini sakatlaması ihtimali zihnimde belirdiğinde istemsizce ardıma baktım. Kızsam da ona bir şey olmasını istemiyordum. Ona baktığımda ise aramızdaki mesafenin hâlâ aynı olduğunu gördün. Dönüp ona bakmamı fark edişi yüzünden yüzünde bir gülümseme ile bana bakarken yoluma geri döndüm. Bu yaptığım şey ise onunla ilk kez nasıl karşılaştığımı hatırlattı. Henüz birkaç saat önce adım attığım bir şehirde yerleştiğim yurda en yakın markete giderken önünden geçtiğim büfedeydi. Sigara ya da onun gibi bir şey alırken onu bir daha görmeyeceğimi biliyordum. Ben aradığım marketi bulup almam gerekenleri aldıktan sonra geri dönerken aynı yerde olmayacaktı. Her gün gördüğüm insanlardan biriydi. Bir daha karşılaşmamız İstanbul gibi bir şehirde imkansızdı. Saçma bir şekilde göz göze geldiğim birine rastlamak da istemezdim. Bu bir noktada korkutucu olabilirdi. Lakin aynı yurtta kaldığım biri ile bu karşılaşma ilk olsa bile son olamayacaktı. Başımı çevirip gitsem de yurtta tanışacağım ve zaman geçireceğim insanlar onu da başkalarını da benim hayatıma bir şekilde getirecekti.
Dokuz yıl önce ve reşit olmamdan yalnızca üç hafta sonra üniversite için evimden ilk kez ayrılırken oraya geri döneceğimi sanmıştım. Yıllar boyunca evim olan yerin evim olmaya bir şekilde devam etmesi gerekiyordu. Ama aile evim bile evim olmaktan çıkmışken orada bana ait hiçbir şey kalmamıştı. İlk önce arkadaşlar, sonra evim, ailem ve en sonunda ise kasabamın benden kopuşunu görmüştüm. Belki de önce ben arkadaşlarımdan kopmuştum. Onlara neden yaklaştığımı ve bağlandığımı yalnızca ben bilirken onlardan uzaklaşmam benim için herhangi bir şekilde şaşırtıcı değildi. Etki her zaman tepkiyi doğururdu. Ne yaparsan yaptığın şeye en küçük ya da en büyük boyutta bir karşılık alırdın. Er veya geç her suç cezasını bulurdu.
Dizime kadar gelen anlamsız bir duvar karşıma çıktığında soluklanmak için yeniden bir mola vermek istedim. Üç buçuk kilometreden fazlası geride kalmışken önümde uzun bir yolum olsa da dinlenmek önemliydi. Ne fazlası ne de azı olmadan kendimce bir doğrum varken hesap vereceğim biri yoktu. Bu yol benimle ilgiliyken Tarık’ı yok saymaya devam edebilirdim. Ama benim gibi taşlara yaslandığında bir şeylerin geldiği belliydi. İçinde tutmayı istemediği şeylerin varlığından yıllardan beri haberdardım. Onu bu zamana kadar engellemiş olmam bile mucize sayılırdı. İlk engelleri ortadan kalkmadan çok önce söylemeyi hep ertelediği o şeyi gözlerinde görmüştüm. Ve sustukları yine gözlerindeydi. Kaçmayacaktım. Bunun anlamı ise onunla ilgili değildi. Yine de kaçmayışım onunla ilgiliydi. Gitmesi, kendi hayatına dönmesi için aramızdaki tüm bağların kopup bana kızması işime yarayabilirdi.
“Senin de benden duymak istemediklerin var. Hiç konuşulmayanlar...” Onunla ya da onun söyledikleri ile ilgilenmezmiş gibi davranırken bakışlarımı ona çevirmedim. Bana fazlası ile dikkat ettiğini bilirken susuşu uzun sürmedi. “Korkmamam belki de onlar yüzündendir. Asla görmek istemediğin aşkım belki de sen kim olursan ol seni kabul edip olduğun gibi sevecek kadar büyüktür.”
Yıllardan beri susulanın birkaç kelimeyle bir anda söylenebilecek olduğunu düşünmemiş olsam da karşımda olan Tarık’tı. Hiçbir şey saklamayan, lafı dolandırıp bir an dahi gerçekleri geciktirmeyi sevmeyendi. Bunu yıllardan beri söylememesi benim yüzümdendi. Onu onun her denemesinde engelleyen bendim. En başından beri olmaması gerekeni benim kadar Tarık da biliyordu. Kimse için doğru olamamışken ona da hiçbir doğruyu veremezdim. Her şeyden çok önce, içinde bulunduğumuz andan yıllar evvel tanıştığımda dahi doğru olabilmemin bir yolunu bulamamıştım. Doğrusu olmak istediğim o olmasa bile içten içe hiçbir yere ait olamayacağımı bilerek adımlar atmıştım. Belki de sırf bundan ötürü her zaman her şeyi mahvedebilecek olanı bulmakta bir kez bile zorlanmamıştım.
Uzun yıllar sonra yeniden en çok yürünen yollardan biri olan parkurda anlamsız duvarı bir sınır gibi geçtim. Duvarın diğer tarafında taşlarla oluşturulmuş basamak görünümlü taştan koltuklardan birine oturduğumda aklım geçmişe dönmek istese de yapamadım. Konuşmayı hem delicesine isterken hem de konuşmaktan kaçabilmenin yolunu arıyordum. Kendimle konuşmak ve hesaplaşmak doğru olabilecekken Tarık’ın varlığı her şeyi karmakarışık bir hale getirmenin ötesinde beni de yoruyordu. Onuna hiçbir şey anlatmak istemezken benim kendime söylediğim hiçbir şeyi duymasını da istemiyordum. Buna rağmen ondan kurtulamıyordum. Sonuna kadar gelmenin ve beni engellemenin derdindeyken konuşmaya başlamamızın daha derin yaraların üzerinden yeniden geçeceğini belli oluyordu. Onun kendisiyle ilgili susulmuş bir şeyi ansızın söylemesi beni etkilemese bile benim söyleyeceklerimden birinin bile onda neleri değiştireceği ortadaydı. Kendime yapıldığının aksine ben ondan güvendiği birini alamazdım. Ama o benim bunu yapmamı ister bir haldeydi. Ve tek bir an cesaret yapamayacağım şeylerden biri yapmam için beni o kelimelere doğru itti.
“Beni kendim olmadığımda bile kimse sevmedi.” dediğimde bakışlarında bana hiçbir an inanmayacağını ima eden bir hal vardı. Sözlerimi inkâr edercesine bakarken bir an sonrasında benim gibi oturup sırtını kısa taş duvara yasladı. Ki o anda ilk defa bu işin sandığım kadar kolay olmayacağını anladım. Tarık keyfine de konforuna da düşkün olmasına karşın sevdiği bir şey ya da biri söz konusu olduğunda vazgeçmenin ne demek olduğunu bilmezdi.
Tarık hem bir yabancı hem de en iyi tanıdığım insan olarak yanımdayken rahatsız olmaya devam ettiğim o değildi. Bağlandığım düşünceler hâlâ tek doğru gibi gelirken bambaşka bir yol beni bulmuş olsa en iyi arkadaşım olarak görebildiğim Tarık’ı bu yola çıkarmazdım. O benim yüzümden endişe etmeyecek bir halde kalabilseydi, onun benden şüphelenmesine bir şekilde neden olmasaydım kendime olan saygım daha da yok olmazdı. Sessizce geldiğim yerden yine sessizce gidebilseydim bu anda da beni bu ana getiren yola da ulaşmazdım. Ama gelmiştim ve bir şey yapmazsam acılar içinde ölene kadar yaşayacaktım. Yalnız, pişman ve korkarak ölmek yerine kendi seçimimle istediğim yerde ölebilmeliydim. Öldüğümde düşünmeme de hissedip acı çekmeme de gerek kalmayacakken bu yoldan dönüş olmayacaktı. Nasılını bilmeyi başarmak Tarık yüzünden anbean zorlaşsa da çözüm içimde ya da ikimizin arasında bir yerlerdeydi.
“Belki de sorun kendine sırt dönmendir.” Sessizliği bittiğinde düşüncelerime de çözüm yollarıma da veda ettim. Ona bakmayı reddetmeye devam ederken bir an geldiğinde yine ona bakmak zorunda kalacaktım. Bir kez daha hayal kırıklığını da kırgınlığı da orada görecektim ve bundan kurtuluş yoktu. Gece kapımda belirdiğinde gözlerinde olan kırgınlığı bir daha asla unutmayı başaramayacaktım. Ve kendi planıma sadık kalamazsam o bakış da yüklerim arasında benimle devam edecekti. “Belki ardında bırakmak istemediğin, seninle olmalarını istediğin o insanlar kendini kandırman yüzünden senden uzak kalmıştır. Ama bana sorarsan sen yaptığın şeyleri kendine yakıştırmayı başaramadığın için onları kendin uzaklaştırdın. İçten içe her şeyin farkındasın. Kendini kandırıp inkâr ediyorsun. Kendine acı vermeyi seviyorsun. Çünkü sana göre bu dünyada onca kötü insan olmasına rağmen tek affedilmeyecek olan sensin.”
“Tek bir doğrun var. Ben kendime sırt döndüm. Ve yanılıyorsun. Ben dünyadaki en kötü insanım ve affedilmem yerine yok edilmem gerekiyor. Tarafsız olabilsen göremediğin o şeyleri bir an içinde göreceksin. Ama sen-”
“Ve bu uzun yolculuğa da kendini affetmek için çıktın. Kendini yok edecek olsun şu ana kadar bunu yapabileceğin pek çok umutsuz anına tanık oldum. Verdiğin kararların çoğunda bir adım uzağındaydım. Derinlerdeki gerçek Derin’in ölmek, kendini yok etmek gibi bir arzusunun olmasına imkân yok. Çünkü onun bildiğini sen de biliyorsun. Sen her nasıl düşünürsen düşün ölümü istemiyorsun. Kendini affetmek ve devam etmek istiyorsun. Acı çekerek kendince bir kefaret ödemenin peşindesin. Yine de yanlışlıkla da olsa bunu yapabileceğini, kendi ölümüne neden olabileceğini biliyorum. Öykündüğün kişi olman zor değil.”
Duymak istemediğim her şeyi duymam için konuşurken iyi hissetmiyordum. Bir kâbusun içindeydim. Uyanamıyordum. Nefes almak bile zulme benzerken onu dinlemeye mahkûm olup onunla devam edeceğim o yolun en başında bekliyordum. Benim söyleyeceklerimi duymasını istemediğimden artık emin değilken ona söylediğim takdirde en kötü ne olabileceğine dair bir an gözümün önünden görüntüler geçti. Kaan, Serkan ve diğerleri oradaydı. O yurtta ilk yılımda tanıdığım ya da sadece bir an gördüğüm herkes o hayalin içinden bana bakarken hayatımdan geçip gitmiş olan herkesin orada olduğunu fark ettim. Onlara söylemek istediğim çok fazla söz varken bunu yapmanın doğru olmadığını biliyordum. Kendi içimde çözmek yerine onunla ve onlarla bir çözüm bulmaya çabaladığımda olanlar oradaydı. Sesimi çıkaramaz, istediklerimi de istemediklerimi de söyleyemezdim. Çünkü ben sadece bir korkaktım.
“Ben korkağım. Sevilmemekten bile korkarken sence kendimi öldürebilecek kadar cesur muyum?” Söylemek istediğim bu değildi. Belki de başından beri kabul etmem ilk gerçek bir korkak olduğumdu. Her seferinde mutluluktan ve sonraki adımlardan korkuyor olmasaydım bu denli kaçmaya merak sarmazdım.
“Cesur insanlar intihar etmez. Ya da korkaklar… Aklından geçenlere neyin neden olduğu hakkında bir tahminde bulunamam. Lakin bildiğim bir şey daha varsa umudu ve hayalleri olan insanlar umutlarına hâlâ sahipken kendilerine verilen tek şansı yok etmez. Sen ne olursa olsun umut dolusun. Şu an onu göremesen bile bu-”
“Ben zehirli bir sarmaşıktan başka bir şey değilim. Ben ancak zarar veren, yok eden ve tüm renkleri solduran bir hastalık olurum. Mahvetmek dışında hiçbir şey yapmam, yapamam ve yapmadım. En az benim kadar bunu sen de çok iyi biliyorsun.”
Gözlerine de yüzüne de bakmazken ayaklarımın altındaki toprağa baktım. Kayalıklar ile kumul zeminlerin nerede ne zaman yer değiştireceği belli olmazken baktığım yerdeki hiçbir şeyi göremedim. Görüşüm daha da kısıtlanırken elimi tutan ele kadar ne olduğunu anlamayacak halde değildim. Hâlâ yanımda ve aynı yerde oturduğunu sandığım Tarık’ı karşımda dizlerinin üzerinde otururken gördüğümde ise olanı anladım. Göremememin nedeninin gözlerimden o an süzülmeye başlayan yaşlardı. Düşmek için zamanını bekleyen gözyaşlarımın beni kısa süreli bir körlüğe ittiğini artık anlamışsam da ellerimi tutup bana bakanın karşında ağlamanın hiçbir haklı nedeni yoktu. İyi değildim ve bunu her an daha da belli ediyordum. Bunu ortaya kendim çıkarırken istediğim şeyle kaçtığım şeyler birbirine giriyordu.
“Sen sevilecek biri olmadığına inanıyorsun ama yanılıyorsun. Sen benim gördüğüm en iyi insansın. Ki bunu herkes görüyor. Kendine yalan söylemen hiçbir şeyi değiştirmediği gibi seni kötü biri de yapamıyor. Sadece aynadaki yansımasını göremeyen bir köre dönüyorsun. Bu körlüğü senden başkası iyileştiremez.” Başımı iki yana sallamaya dahi cesaret edemedim. Onun yanıldığına emindim. Ben onun gördüğü değildim. Bildikleri bilmediklerinin yanında okyanus içindeki bir damlaydı. Ve hiçbir zaman bilmezse hep yanlış olanı doğru sanmaya devam edecek, kendimi de onun gibi kandıracaktım. Tek yol bu yola onunla devam etmekti. Ona bilmediği her şeyi söyleyip ona aslımı göstermekti. Ki son kararım da buydu. Onun gördüğü yanılsamanın ardındaki aslı ilk kez ona gösterecektim. Doğru zamanda gittiği takdirde ise kendi istediğime de ulaşmayı başaracak, tek başıma o korkunç yataklardan birinde ölmeyecektim.
Kenan Birkan
2022-11-17T22:03:51+03:00Kaleminize sağlık. İçeriklerinizi beğeniyorum.
Sinem Arven
2022-11-17T15:37:51+03:00@tutkusilahtar Teşekkür ederim. Bir aksilik çıkmazsa her gün paylaşmaya devam edeceğim.
Tutku Silahtar
2022-11-17T15:18:10+03:00Merakla okudum. Devamını da bekliyorum. 🖤