Batı edebiyatının en güçlü lirik metinlerinden kabul edilen Dante’nin İlahi Komedya’sı (Cehennem-Araf-Cennet üçlemesi) geçtiğimiz günlerde aralıklarla okuduğum bir eserdi. Farklı birçok çevirisinin olduğunu bildiğim bu eserin en güncel olanını, Ayçin Kantoğlu-Everest Yayınları çevirisini tercih ettim. Sosyal medya hesaplarından da takip ettiğim Ayçin Hanım’ı emeklerinden ötürü tebrik etmekle başlayayım. Yazımı kitaptan ve Ayçin Hanım’ın söyleşilerinde aldığım notlardan derleyerek oluşturdum.

Birçoğumuz Dante ismiyle Otuz Beş Yaş şiirinde karşılaştı.


“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder

 Dante gibi ortasındayız ömrün”


İlahi Komedya, Dante’nin Cehennem’e girişiyle başlıyor. Giriş kantosundaki dizeler ise şöyle:

“Hayat yolculuğumuzun tam ortasında

Buldum kendimi karanlık bir

Ah ne güç bahsetmek o ormandan

Öyle vahşi, çetin ve sarp”


Böylelikle Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizeleri bu okumayla beraber tam olarak anlamını bulmuş oldu benim için.


Batı edebiyatını derinden etkileyen bu epik yapıt Dante’nin sürgün döneminde oluşturduğu bir eser. Hocası kabul ettiği şair Vergilius’un rehberliğinde Cehennem ve Araf’a, aşık olduğu ve kavuşamadığı kadın olan Beatrice ile de Cennet’e yaptığı düşsel yolculuğun eseri. Bizdeki karşılığıyla "Miraç yolculuğu" denilebilir ve aynı zamanda Dante’nin bu yolculuğa, Beatrice’ye kavuşma arzusuyla çıktığı da aldığım notlar arasında. Kitapta ve Dan Brown’un sinemaya uyarlanan Inferno’sunda geçen "Aşk ruhu eylem için uyandırıyor." ifadesi Dante’yi harekete geçiren ana etken gibi duruyor.

İlahi Komedya’nın ilk bölümü Cehennem, yerin altına doğru daralan dokuz katlı bir yapıda tasvir ediliyor. Birçok ressamın kitabı baz alarak cehennemi tablolaştırdıklarını biliyoruz. Bunlardan en ünlüsü Boticelli’ye ait. Kudüs şehrinin altında oyulmuş huni biçiminde derin bir çukurdur ve dibinde Lucifer, yani şeytan buzlara saplanmış vaziyettedir. Kitapta Lucifer’in yeryüzüne fırlatıldığı, düştüğü yerde cehennem çukurunun oluştuğu, oradan çıkan toprakla da Araf Dağıʼnın oluştuğu anlatılır.


Kitaba dair benim bugüne kadar en çok gözlemlediğim şey, Cehennem kantolarının, üzerinde en çok konuşulan ve yazılan bölümler olduğu; zira insanlık tarihine adını yazdırmış en ünlü şahsiyetlerle burada karşılaşıyoruz. Cehennemin birinci dairesi (Limbus); Antik Çağ filozofları, şairler, düşünürler, topluma yön vermiş insanların bulunması sebebiyle en dikkat çeken bölüm. Bu kişilerin ortak özelliği insanlığa iyiliği dokunmuş, hizmet etmiş erdemli insanlar olmaları. Dante’nin onları cehennemin ilk dairesine neden yerleştirdiğini sorarsanız: Hristiyan olmadıkları yani vaftiz edilmemiş olmaları sebebiyle burada olduklarını açıkladığını görürsünüz. Tuhaf gelse de o dönemin bakış açısının bu olduğunu bilmekte yarar var.

“Neden sormuyorsun bunlar kim diye?”

Ve ekledi: “Günahkar değildirler, bilesin gitmeden daha ileriye

Erdemlidirler ama yetmez girmeye içeriye,

Senin de iman ettiğin inanç kapısından içeriye

Vaftiz edilmemeleridir bunun nedeni”

Cehennem Kanto IV

 

Bu isimlerden bazıları: Homeros, Horatius, Sokrates, Platon (Sokrates ve Platon’u ahlak felsefesinin kurucuları sayar), Tales, Herakleitos... Limbus’ta bir de Müslüman bir isimle karşılaşıyoruz: Selahaddin Eyyubi. Batıda adaleti ve cömertliğiyle tanındığını ise eklenen dipnottan okuyoruz.


Limbus, yani cehennemin bu ilk dairesi, erdemli ve iyilerin bulunduğu kat olması sebebiyle diğer katlarda bulunan günahkarlar gibi azap çekmiyorlar ama mutlu da değiller. Cennette olmadıklarına içerleyen bir hal içinde vakitlerini geçirmekteler. Cehennemin diğer katlarında ise şöyle:

İkinci katta şehvet düşkünleri, üçüncü katta oburlar ve tamahkarlar, dördüncü kattan açgözlüler, beşinci katta öfkesine yenilenler, altıncı katta sapkınlar, yedinci katta şiddete başvuranlar, sekizinci katta dolandırıcılar ve bozgunculuk yapanlar ve dokuzuncu katta ihanet suçunu işleyenler bulunuyor. Sekizinci, yani dolandırıcılar ve bozgunculuk yapanların katında Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile karşılaşmak elbette bir Müslüman için oldukça can sıkıcı. Dante’nin ve dahi içinde bulunduğu çağın İslam’a ve Hz. Muhammed’e bakışı, onun var olan inanç sistemini yani Hristiyanlığı bölmeye ve bozgunculuk çıkarmaya yönelik hareket ettiği yönünde. Bu yönüyle eseri, objektif bir gözle, o dönemde Batı dünyasının zihinsel algısını kavramak esasına dayalı olarak okumanın doğru bir yol olacağını düşünüyorum. Burada Dan Brown’un Inferno (Cehennem) filminden de bahsetmekte yarar var çünkü filmin anlatısı Dante’nin Cehennem'i üzerine kurulu. Dante’nin yaptığı tasvirleri, insan manzaralarını, tasvir edilen atmosferi filmde bire bir görmek mümkün. Baş karakterimiz Robert da (Tom Hanks) tıpkı Dante gibi bir cehennem yolculuğunun içinden geçerek filmin sonunda Beatrice'si (Elizabeth) ile buluşuyor. Dante’nin düşsel yolculuğunun modern versiyonu da diyebiliriz.


Kitabın Araf bölümü günahkar ama cezasını çektikten sonra cennete alınacak olanların bulunduğu bir geçiş bölümü. Buranın Cehennem ve Cennet'ten farkı; ebedi varış noktası değil, sadece geçiş noktası olması. Haliyle cezaya rağmen af ve merhametin umulduğu, arınmanın ve bekleyişin olduğu, değişimin ve dönüşümün yaşandığı hareketli bir alan. Şair Vergilius Araf Dağıʼnın tepesine kadar Dante’ye eşlik eder fakat buradan sonra görevi Beatrice’ye devrederek oradan ayrılır. Araf'ta da saydığı, selamladığı birçok isim var ama bunlar kendi adıma daha az aşina olduğum isimler. Eserin geneli için açık olarak şu söylenebilir: Çok katmanlı yapısının dışında Batı literatürüne hakim olmayı gerektiren bir kitap. Özellikle Yunan mitolojisine, Antik Çağ'a ve Hristiyan teolojisine pek de aşina olmayan bir okur için okuyup anlamlandırması oldukça güç bir eser. Bu noktada tıpkı Dante’nin yolculuğunu rehberler eşliğinde sürdürmesi gibi kitabın çevirmeninin de bize yaptığı bu meşakkatli rehberlik büyük önem arz ediyor.


Gelelim kitabın son bölümü Cennet’e: Burada Dante Beatrice’ye kavuşur. Bir aşığın sevdiğine kavuşması bir düş olarak da bir hakikat olarak da Cennet’in ta kendisidir.


Beatrice’nin rehberliğinde Cennet’i gezen Dante artık kutsal aşk, muhabbet, yaratılış gayesi gibi bizim tasavvuf anlayışından da bildiğimiz konulara değinmeye başlar. Kutsal akıl, kutsal gaye, kutsal şiir gibi kavramların sıklıkla geçtiği dizeler son kantolarda artık kendisini iyice hissettiren, aşkın insanı yaratıcıya ulaştırma hikayesini anlatmaya başlar. Biz buna Leyla ile Mecnun hikayesinden aşinayız aslında. Düşündüğümüz zaman insanlığın en kadim hikayeleri temelde aynı fakat onları ayrıştıran şey hangi motifler, hangi şart ve koşullarla bezeli oldukları. Eser bize imkansız bir aşkın gölgesinde Orta Çağ Avrupa’sının zihinsel dökümünü kadim bir hikayeyle anlatır. Kitaba dair en ilginç tespitlerden bir tanesi de daha önce değindiğim gibi Ayçin Hanım’ın da söyleşilerinde bahsettiği bizdeki tasavvuf öğretisinin Cennet bölümünün sonlarına doğru oldukça hissediliyor oluşu. İbn'ül-Arabi’nin felsefesini üzerine bina ettiği kutsi bir hadisten bahsetmişti söyleşinin son bölümünde: “Ben gizli bir hazineydim ve bilinmek istedim, bilineyim diye mahlukatı yarattım.”


Gerçekten tasavvuf etkisi ile mi yazıldı bilinmez ama Cennet bölümünün son kantosu söylendiği gibi sufi metafiziğinin izlerine açıkça rastladığımız dizeler barındırıyor. Vahdet-i vücud anlayışını iyiden iyiye hissettiren, bütün varlığın Oʼnun farklı suretleri ya da varlığın bir parçası olduğu, aşkın da ebedi varlığa giden yolun kapısı hükmünde olduğunu ifade eden dizelerle yazımı burada noktalamak istiyorum:


“Anladım ki O’ndan sudur eden sıfatların,

Çeşitlenip yansıdığı bir aynaydım;

Saf ve derin zemininde o yüce varlığın

Gördüm aynı renk ve büyüklükte üç halkanın

Vücut bulduğunu içinde ışığın;”

Cennet-Kanto XXXIII

 

“Ey sonsuz şık, yalnızca kendindedir makamın,

Layıkı veçhile seni, yine bir tek sen anlarsın

Gördükçe yansıyan buseni, döner kendine sevdalanırsın”

Cennet-Kanto XXXIII


“Böyle zorlanıyordum idrak etmek için you resmi:

Bilmek istiyordum bu suretin ilahi daireyle nasıl birleştiğini”

Cennet-Kanto XXXIII


“İmdadıma O’nun rahmeti yetişti.

Düşlerimin kudreti ancak bu kadarını söylemeye yetti;

Alemi döndüren o çarka karışmaktı bundan gerisi

Sarsılmaz dengede,

Aşk ile çeviren yıldızları ve güneşi”

Cennet-Kanto XXXIII