İlk hatırladığı şey onun “fanus” olarak adlandırdığı, yaşadığı yerin dışındaki yıldızlarla dolu uzay boşluğuydu. İnsan gördüğünü sanmıyordu ama onları çok merak ediyordu. Bu merak ve yalnızlık hissi onu depresif bir ruh haline sürüklüyordu. Bilmediği daha ne kadar çok şey olduğu fikri de buna pek yardımcı olmuyordu. Bilmediği bu kadar şeyin arasında kendiyle ilgili tek bildiği, yatakhanedeki yatağında toplam yaşadığı günün yazdığı yaşam tabelasıydı.

 

Bugünse içi daha bir buruktu. Olduğu yerden çıkma isteği gittikçe artıyordu ve sanki yaşadığı bu gaz lambasında, fitili tutuştukça kendi hayali dumanında boğuluyordu. Sırf bu hisler yüzünden geceleri uyuyamaz hale gelmişti. Gözyaşları döküp yaşadığı monotonluğa uyum sağlamaya devam ediyordu. 

 

Gelen sesle düşüncelerinden sıyrıldı: “Yemek hizmeti başlamıştır. 12.00’de başlamış olan hizmet 13.00’de bitecektir.” Alışmıştı bu robotik sese, kendi sesinin yanında tamamen hırıltılı ve zorlama duruyordu ona göre. Bu sesten en başından beri nefret etmişti ve değişen tek şey nefretine alışmış olmasıydı.

 

Seri bir şekilde ama yüzünde hiçbir acele belirtisi yoktu, duygusuzca yemekhaneye ilerledi. Yine yalnızdı. Belki 500 kişilik oturacak yer vardı. Ama o hep aynı yere otururdu. Yemeği alacağı yere girdi ve tek kişiye özel pişmiş yemeğini alıp en geniş masaya yöneldi. Tepsiyi masanın ortasına bırakarak sandalye sayesinde masaya çıktı. Tepsisini alıp üstündeki kalın boruların arasına yerleştirdi ve ardından da kendisini çekti yukarıya. Bulduğu bir merdiveni diğer borularla bu borunun arasına sıkıştırmıştı. Tepsiyi orada bırakarak tepsideki yeşil elmayı alıp sebepsiz bir huzurla boruların arasındaki boşluktan en tepeye çıktı. Burası neredeyse tamamen boştu, sadece yerlerde birkaç santim genişliğinde ışık hızı geçiş kabloları vardı. Karanlıktı biraz ama ışık olmasa bile küçük denemeyecek bir penceresi vardı ve bu pencere onun sürekli izlediği yere bakıyordu: uzaya. 


Uzayı izlemeyi kendini bildi bileli severdi. Yaşadığı bu yere karşın oldukça karanlık ve aynı zamanda da aydınlıktı. Yanından geçtiği yıldızları ve onların çevresindeki gezegenleri asla unutamıyordu, onun sıradan hayatında en büyük zevki ve eğlencesi yıldızlarla renkli gezegenlerdi. Zorunlu olarak ve etrafı kurcalayarak öğrendiği bilgilere göre üç tane uydusu olan “Dünya” isimli gezegenden yola çıkmıştı bu uzay aracı. Varış noktasına ulaşıldığı zaman yetiştirilmiş 1000 adet insan, yeni gezegenlerinde yaşamaya başlayacaklardı.


Düşüncelerinden sıyrılıp geri kalan işlerine odaklandı. Günün sona erdiği ve uyuma saatinin geldiği anons edilince yatakhaneye gitti ve uyumaya hazırlanırken tıkırtılar duyduğunu hissetti. Anında heyecanla ayağa kalktı ve “Kimse var mı?” diye bağırdı. Ses onun bağırışı ile durdu, bağırdığı için pişman olmuştu ve “Ses telleri insanlar için kıymetlidir. Hem grup içerisinde rahatsızlık çıkmaması adına hem de ses sağlığı adına bağırmak yanlış bir davranıştır. Konukların yatakhanelerinde oluşacak gürültünün 35 desibeli geçmemesi gerekiyor. Bu sınır oturma odalarında 60, yemekhane ve duş alanlarında 70 desibel olarak belirlenmiştir. Lütfen hata yaparak kötü sonuçlara yol açmayalım. İyi günler dileriz.” şeklinde bir ferman dinlemek zorunda kalmıştı.


Etraf yine sessizliğe temsil olduğunda yine bir tıkırtı duymaya başladı. Bir fare bile olsa ona yetecekti, tek istediği canlı birilerini görebilmekti. “Bir canlı… Bir canlı olmalı…” diye mırıldandı. Ardından sesin yönünü bulmaya çalıştı. Sesin sağ duvardan geldiğine emin olduktan sonra tam nereden geldiğini buldu. Ses şu an tam elinin altındaydı ve her ne duvara çarpıyorsa titreşimini hissedebiliyordu. Eğer canlı varsa buradaydı, farklı ritimlerle duvara vuruyordu. Aynı noktadan o da vurmaya başladı. Ses durmuştu, o ise vurmaya devam ediyordu. O durdu ve ses şiddetlendi. Sanki bir demirle vuruluyordu. Odanın duvarında bir çatlak oluştuğunda heyecan ve korkuyla geri çekildi. Çatlak gittikçe büyürken daha da geri çekildi ve ayağı yerdeki kabloya takılıp yere düştü. Düşerken kafasını sertçe yere çarpmıştı ama bu, o an asla umrunda değildi, zamanın geldiğini anlamıştı ve korkmuyordu. O düşerken, çatlak neredeyse bir kolun sığacağı kadar genişlemişti ve daha da genişliyordu. Delikten bir el görünürken kız heyecanla ayağa kalktı. Çatlağın yanına gidip eğildi. Arkadaki her kimse yorgun nefes sesleri duyuluyordu.

 

Kız elini uzatmak ve uzatmamak arasında kalmıştı ama sonunda elini o delikten uzattı. Uzattığı yerde bir vücut vardı ve eli o kişinin bacağına çarpmış olmalıydı ki ikisi de irkilmişti. Kız elini çekip anında geri giderken karşıda da bir hareketlenme olmadı. O da şaşkındı. Bir süre süren sessizlik sonunda erkek sesi “İnsan mısın?” dedi. Kız ilk sorunun cidden bu olduğuna inanamıyordu. Aynı zamanda mantıksız da değildi ama garipti. “İnsanım, sen de insansın.” dedi onay almak ister gibi. Ancak karşıdan bir ses gelmek yerine duvar delinmeye devam edildi. 


Erkek, duvarda açtığı yarık az öncekinin 5 katı büyüklüğüne gelene kadar konuşmadan işine devam etti. Sonunda rahatça geçebileceği kadar bir yeri açtığında elindeki 2 bacağı çoktan yamulmuş olan demir sandalyeyi kenara attı. Ardından büyük yarıktan geçti. Yerde korku ve heyecanla harmanlanmış bir merakla ona bakan kızı gördü. Bir süre ikisi de birbirini izledi, ikisi de ilk defa kendi türlerinden bir canlı görüyorlardı, hatta ilk kez gerçek bir canlı görüyorlardı.


Erkek, kalkabilmesi için kıza elini uzattı. Elleri toz içindeydi ve heyecandan gözleri yanıyordu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Bu her ikisi için de geçerliydi.  

 

Kız, uzatılan eli tuttu ve ayağa kalktı. Dokunduğu an içini bir sıcaklık sardı, kendine dokunuyor gibi hissediyordu ama elinin varlığını hissetmemeyi garipsemişti. Bir süre daha ikisi de karmakarışık hislerle birbirlerini incelediler. Ardından erkek söze girdi: “Ne zamandır vardın?” Kız sorma sebebini biliyordu. “Sanırım 20 yaşındayım.” dedi ve ekledi: “Ya sen?” “Ben de 20 yaşındayım.” diye cevapladı kızın sorusunu. Düşüncesini sesli bir şekilde belirten kız “Biz nasıl birbirimizi görmeden bu kadar uzun yaşayabildik ki?” diye mırıldandı ama erkek sesini duymuştu ve “Bölmelerimizin farklı olduğunu görmedin mi? Ben farklı bir yerde yaşıyordum bile diyebiliriz.” dedi. Kız bu soruya gerçek bir cevap beklemekten çok hayretini istemsizce dile getirmişti. “Adın ne?” diye sordu erkek. “Ben Yaren. Senin adın ne?” dedi Yaren. “Karan ben de.” dedi genç. Bu kısa irtibat da bittiğinde sorulacak soru kalmamış gibiydi. İsimleri ve yaşlarından ibaretti sanki her şeyleri o an.   


Bir süre sessiz kaldılar ve kendileri dışındaki bir insanın sesini öğrendikleri için bir daha sessizliği dinlemek istemediklerini fark etti ikisi de. Ama konuşacak bir şeyleri yoktu. Aldıkları öğretiler vardı ancak konuşmak isteyecekleri şeylerden birisi gibi durmuyordu şu an bu. İkisi de tüm bunların farkında oldukları için susuyorlardı.


Uzun bir bekleyiş ve birbirlerini gözleri ile tanıma sırasında Karan, Yaren’in kafasından akan kanı fark etmişti. “Kafan kanıyor, iyi misin?” dedi bu sefer. Yaren farkında bile değildi başının kanadığının. Elini başına götürdü ve alışık olduğu kana baktı. “Sorun değil.” deyip hızlı ama aceleci olmayan hareketlerle ilk yardım dolabına gitti. Defalarca yaralanmıştı, bir yerlere tırmanmaya ve bir yerlere girip çıkmaya olan merakı onu bu hale getirmişti.


İlk yardım kitini açtı ve kafasının kan gelen yerini belirleyip oraya yerleştirdi. Kit kafasına gerekli işlemleri uygulayıp yarayı kapattığında bittiğini belirten bir “bip” sesi çıkardı ve kız kiti çıkardı. Karan şaşkındı. “Hiç bu kiti kullanmam gerekmemişti, ilk kez uygulamasını görüyorum.” dedi konuşmak zorunda hissettiği için. Onu onaylamayan bir ses çıkardı Yaren ve “Ne kadar muhallebi çocuğuymuşsun.” dedi alayla. Onun bunu anlamayacağını düşünmüştü. “2000’lerin terimlerini bilmen oldukça ilgi çekici, öğretilerde yoktu diye hatırlıyorum.” dedi Karan. Kız hem şaşırmıştı hem de garip bir şekilde bunu bekliyor gibiydi. Hafifçe gülümsedi, öğrendiği şeyler arasında aynı ırktan iki kişi olacağı yazarken bunu gerçekçi bulamamıştı ama gittikçe düzeni anlıyordu. Ayrıca bu bilgileri onun bilmediğine emindi ve bu onu strese sokuyordu.

 

“Bir sorun mu var, bakışın donuklaştı?” dedi genç. Kız daldığı yerden gözlerini ayırıp ona baktı. “Bilmen gereken şeyler var” dedi. Karan şaşırmıştı. “Ne öğrenmem gerekiyor olabilir ki?” deyip güldü. “Bir yere gitmemiz gerekiyor.” dedi ve temkinli bir şekilde önce yemekhane katına inip Karan’ın da inmesini sağladı sonraysa beklemeden hızla yürümeye başladı. Karan zaten peşinden gidiyordu. İlk önce banyo katına girdiler ve boyası sökülmüş bir duvarın önünde durdular. Yaren karanlıkta duvara vurarak geçidin kapısını bulmaya çalışıyordu. Sonunda yerini bulduğunda kapağı açtı ve eğilerek içine girip arkasından gelmeyen Karan’a “Gelsene.” dedi. Karan her ne kadar ürküyor olsa bile onu takip etti. Bu garip ve küçük yolu yürüdükten sonra çok geniş bir oda çıkmıştı önlerine. Odada günlük hayatlarında kullandıkları panellerin onlarcası ve çok daha büyük olanları duruyordu. Genç, odayı incelerken Yaren farklı bir yerlere girmiş ve odanın tüm enerjisi bir anda ortaya çıkmıştı. Havada dolaşan elektrik akımları bir anda yönlerini şaşırıp Karan'a yönelirken Yaren onu hızla o karanlık odaya çekmişti. “Yanımda başkası varken hiç çalıştırmamıştım, neredeyse ölecektin, özür dilerim.” Demişti hiç hissetmediği kadar korku ve endişe hissederken. “Sorun değil, normalde bana yönelmemesi gerekiyordu, sorunları ne?” diye sordu Karan. “Teknik birkaç arıza, uzun süre önce elektrik akımını sağladım ama geliştirmeye gerek duymamıştım. Kanallarına ulaştıkları sürece sorun olmuyordu.” dedi pişmanlıkla. Karan anladığını belirterek kafa salladı ve karanlık odadan çıkarak “Bu oda ne için?” diye sordu. “Tüm bunların ne olduğunu açıklamadan önce söylemem gereken bir şey var.” dedi ve Karan’dan onay alınca “Neden burada olduğunu mutlaka anlamaya çalışmışsındır. Neden öğrendiğin ve izlediğin insanlar gibi değil de böyle garip bir yerde yaşadığını anlamamış olmalısın.” diyerek devam etti. Genç adam bu konuda teoriler yürütmüştü ve inandığı bir şey vardı, aksi halde yaşamak adına bu kadar çabalamazdı. Bu yüzden “Evet.” diyerek onu onayladı. “Aynı şeyleri ben de çok düşündüm ve her yeri aradım. Bir gün saçma bir rastlantı ile burayı buldum. Bazı şeyleri anlamlandırmam oldukça uzun sürdü diyebilirim ama bu panelleri açtığım zaman her şeyi öğrendim.” dedi ve bir panelin karşısına geçti. Sensörlerin onu algılamasıyla tüm paneller anında açıldı.


Genç oldukça şaşkındı. Düşündüğü bazı şeyler vardı ancak bilginin yanı başında olduğundan çok, çok uzaklarda olduğuna inanmıştı. O şaşkın bakışlarla kızın yaptıklarını izlerken kız yolcu panelini açmış ve tüm kodlamaları ortaya çıkarmıştı. “Kodlama öğrenmiş miydin?” diye sordu kız kodlara bakarak. “Çok az biliyorum ama anlıyorum.” dedi Karan dehşetle kodları okuyarak. “315 ışık yılı 8 ışık ayı sürecek bir yolculuktayız. Ben, uzay gemimizin tüm radyasyon korumalarına rağmen belki de evrendeki en güçlü radyasyonla karşılaştığımız için bozulan bir kodla hayata geldim ama seninkinin sebebini anlayamıyorum ve aslına bakarsak bunun üstüne düşünmemiz gerekiyor.” dedi ve biraz duraksayarak devam etti: “1 doğal, 2 yapay gezegen uydusu olan Dünya isimli gezegenden geliyoruz. 2375 yılında koloni olarak yolculuğumuza çıktık. Toplam 179 ışık yılı önce yola çıktık ve planlandığı gibi 159. ışık yılındayken radyasyon ışımasına maruz kaldı uzay gemisi ancak tahmin edilemeyen şey o radyasyonun gemide bazı şeyleri bozacağıydı. Benim sensörleri çalıştırdığımı ve pek çok şeyi biliyorlar. Yıllar önce yollanmış bir yapay zekâ aracını buraya yönlendirdiklerini gördüm. Daha doğrusu öyle ümit ediyorum. Buradan oraya sadece bilgi akışı vardı ama bir şeyleri anladıklarını düşünüyorum. Ve onların yardım yollamasına rağmen büyük bir sorunumuz var.” dedi ve iç çekti.

 

Olaylara anlam vermeye çalışan Karan çok heyecanlanmış ve şaşkına dönmüştü. İçten içe korksa bile “Sorunumuz ne?” diye sordu. “Onların bize ulaşması en hızlı haliyle 59 ışık yılı 6 ışık ayı sürecek. Bizse bu süreçte belki de öleceğiz.” dedi ve yanan gözlerini kapattı. Gözlerini kapatmasına rağmen gözündeki küçük damlaya engel olamamıştı. Düşen gözyaşını Yaren her ne kadar saklamaya çalışsa da Karan görmüştü ve içinde bir şeylerin kırıldığını hissetmişti. Sakince düşünmeye çalışsa da zihninde Yaren’in ağzından çıkan “Öleceğiz.” kelimesi yankılanıyordu.

 

Bir yere dayandı ve düşünmeye çalıştı. “Yapay zekâ aracı bizi yanına aldığında ne olacak, yolda ölmeyecek miyiz bu sefer de?” diye sordu. “Öleceğiz.” “Her türlü ölecek miyiz o halde?” dedi Karan. “Her türlü öleceğiz.” dedi Yaren. İkisi de sustu uzunca bir süre. Yaren uzun sessizliğin ardından Karan’ın kolundan tutarak o odaya girdi ve önce panelleri kapattı, sonra da onu oradan çıkardı.  

 

Birkaç saat sakince oturdular. İkisinin de düşündüğü konular ve aradığı çözümler vardı. Uyku saatleri biteli bir saati geçiyordu. Kahvaltıya gidip masalardan birisine oturup sakince düşünüyorlardı. İkisi de oldukça uykusuz ve düşünceliydiler. Aralarında ufak tefek formalite konuşma dışında bir şey geçmemişti ki Karan “Biz gitsek onlara?” diye bir soru yöneltti kıza. Kız şaşırmıştı ama aynı zamanda ufak umut kırıntılarının bir yerlerde canlandığını da hissediyordu. “Neden olmasın?” dedi gülümseyerek. Karan hayat enerjisi dolarak ayağa kalktığında “Hadi o zaman bir yerlerden başlayalım.” dedi heyecanla. Yaren ise yapmacık bir enerjiyle ayağa kalkıp onu takip etti.

 

Günlerce malzeme aradılar belki de ama bulacakları bir şey yoktu. Bu süreçte Karan ne kadar hayal kırıklığına uğrasa da Yaren her şeyi sakinlikle karşılıyordu. Çözüm yollarını da biliyordu aslında ama Karan’ın bir şeyleri anlaması gerektiğini biliyordu. Sırf bu yüzden sessizliğini koruyor ve pek yorum yapmıyordu. Onun bu sessizliğine aldırış etmeyen Karan elindeki tüm güncel motor bilgisini kullanarak aynı zamanda kendini geliştiriyordu ama elinde yapacağı bir şey olmadığı için sadece tasarım olarak kalıyordu yaptığı denemeler ve araştırmalar.

 

Etrafı aradıkları sırada şükürler olsun ki dört günün sonunda Karan bir yeri fark etmişti. Yaren uyurken fark ettiği için ilk önce kendisi almaya gidiyordu. Uzay aracının en uzak noktalarından birindeydi. Ama gece boyu uğraşacak olsa bile orayı bulmak istiyordu. Elindeki tablet paneliyle yatakhaneden çıkıp oturma alanlarının hepsini tek tek geçmiş ve yemekhanenin arkasına doğru ilerlemişti. Geldiği yerde çok büyük bir kapı bulunmaktaydı. Kapıyı hareket ettirmesi oldukça zor görünüyordu. Elindeki panelden geminin elektrik haritasına bakarak nereye bağlı olduğunu anlamıştı. Hızla kontrol odasına yöneldi. Kalbi kurtulacaklarını söyler gibi hızlanmıştı. Bu sevinç ve heyecanla koşmaya başladı. Sessiz olan koridorlarda ayaklarının sesleri yankılanıyordu. Buna aldırmadı, sonuçta rahatsız olacak tek bir kişi bile yoktu.

 

Acele ile girdiği kontrol odasının elektrik kontrollerini anında açmıştı. Günlerdir uğraştığı şeylerden birisi de burayı düzeltmek olmuştu. Düzelttiği sistem sayesinde harita daha iyi çalışıyordu. Elindeki haritayla nereden o kapıyı açacağını anlamıştı ve kapıyı bloke ederek tekrar oraya doğru koşmaya başlamıştı. Nefes nefese ve ter içinde olmasını umursamadan heyecanla koşuyordu. Belki de bu heyecana aldırmaması gerekirdi ama yapamadı bunu. Girdiği yere geri döndüğünde açılmış olan kapıdan koşarak girdi. Soluklanmak için kendine vakit tanımak bile istemeyecek kadar istekli ve umutluydu. Bulduğu sistemden ışıkları açtığında önünde duran 501 kapsülü görmüştü. Dehşetle aralarında dolaşmaya başladı. Kapsüllerin yanlarından geçerken ülke bayrakları ve isimler yazdığını görmüştü. Yanlarında ise 20’li yaşlarda olduklarını tahmin ettiği insanların fotoğrafları vardı, belki de yanlarında olması gereken insanlar onlardı. Tümüne tek tek baktı, kendi adını ve Yaren’in adını bulmaya çalışıyordu.  Tüm kapsülleri tek tek incelemişti beki de, ancak en sona geldiği zaman en kenarda duran kapsülde isimlerini ve yanlarındaki resimlerini görmüştü. Bu resimlerin neye göre yapıldığını anladığı an aklından tüm bu olayların kader değil de bilinçli yapılmış bir şey olup olmayacağı geçmişti. Her ikisinin olması da onu rahat hissettirmiyordu ancak yapması gereken şeyin onları kurtarmak olduğunun farkındaydı.

 

Kendini ikna ettikten sonra kapsülü açıp içine girdi, kapsül küçük bir yaşam alanı gibiydi. Çok fazla incelemedi ve kontrol haritasını açtı. Tableti ile kontrol haritasına bağlanıp neler yapabileceğini anladığında yeteri kadar elektrik yükleyebildikleri koşulda gidebilecekleri her yere gidebileceklerini anladı. Ancak buna rağmen hızı içinde oldukları uzay aracı kadar yavaştı. Tableti ile motora tarama yaparak onu şekillendirip güncellediğinde içindeki tüm heyecan solmuştu. Bazı şeylerin yanlış olduğuna dair şüphelenmeye başlasa da kapsülden dışarıya çıkarak Yaren’i çağırmak için hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yatakhaneye girdiğinde yavaş hamlelerle Yaren’i uyandırdı. Yaren, “Ne oldu?” diyerek uyku sersemi bir şekilde uykusunu bölünmesinin sebebini sorguladı. Henüz uyuyalı beş saat olmuştu ve uyanma saatine daha üç buçuk saati vardı.

 

“Bir şey buldum. Uyanman gerekiyordu, birkaç saat içinde yola çıkmalıyız. Vakit kaybedemeyiz.” diye uysal bir ses tonuyla kendini açıkladı. Kız tamam anlamında kafasını salladı ve ayağa kalkıp ayağına terliklerini geçirdi. Kızın bu kadar hızlı hazır olmasına ve şaşırmamasına çok da anlam verememişti Karan ama uyku sersemi olduğunu düşünerek üstelemeyerek kolundan tutup onu arkasından çekmeye başlamıştı. Kız oldukça isteksizdi ve neredeyse ayaklarını yere sürüyecekti. Ama içindeki sesi susturması gerekiyordu ve ona bazı şeyleri belli etmemesi gerekiyordu.

 

Sonunda odaya vardıklarında açık kapıdan sessizce içeriye girdiler. Karan, genç kızdan bir tepki beklese bile tepki alamayınca kızın yüzünü dikkatlice incelemeye başlamıştı. Yaren ise sakince daha önce gördüğü ve defalarca geldiği bu odayı tekrar inceliyordu. Karan kapsüllerin yanına doğru yürümeye başladığında Yaren de arkasından geliyordu. “Bak, bu gemiyle yaşayacakları gezegene gidecek her bir kişinin adı buradaki kapsüllerde yazıyor, yanlarındaki resimleri de tasarlandıkları şekillerinin öngörüsü. Bizim de ikimizin bir kapsülü var.” dedi ve kızın yüzüne bir kere daha dikkatlice baktı. “İkimizin bir kapsülü mü varmış? Nasıl rast gelmiş bu böyle?” dedi. Yaren her ne kadar şaşırmış gibi yapsa da oyunculuğu ve yalan içgüdüsü çok kötüydü. Bu onu oldukça ele vermişti. Karan şaşırmadığını ve tüm saçma tepkilerinin farkında olsa da onu kendi kapsüllerine götürdü ve “Buna elektrik yüklememiz gerekiyor. Yolda bize yetecek kadar eşya almalıyız ama oldukça hafif ve küçük olmalı bunlar çünkü gördüğün gibi en fazla 3 kişi sığabilir buraya. Ve arkadaki fazlalıkları çıkartmam gerekiyor benim, yoksa hızımız oldukça azalacak. İşimiz uzun gibi duruyor, o yüzden hemen işe başlamalıyız.” dedi ve sinirli bir şekilde ekledi: “Ben elektrik bağlantısını hazırlarım, sen alınacak birkaç eşyayı al, gel ve yola çıkalım.” Yaren’in itiraz edeceği bir şey yoktu. Ona “Tamam.” dedi ve işe koyuldu.

 

İkisi de işlerini hallettiklerinde kapsüle girdiler ve çıkış kısmını hazırlayıp gemiden çıkış yaptılar. Ortam oldukça gergindi. Yaren, onun bazı şeyleri anladığının farkındaydı ve Karan da onun bazı şeyleri sakladığının farkındaydı. İkisi de gergin olmalarına rağmen iyi bir takım çalışması ile uzaya çıkmışlar ve kolayca yola koyulmuşlardı. Bekledikleri uzay aracının ışık hızıyla 59 yılda alacağı yolu onlar bu araç sayesinde bin milenyum hızıyla neredeyse 6 saatte gidebileceklerdi.


Yaren’in hala sessiz oluşuna karşın Karan çok gergin ve odaklanmıştı. Yaklaşık bir buçuk saat çoktan geçmişti. Karan elindeki tabletle planlamalar yapıyor ve uzay aracına nasıl bağlanacaklarını simüle ediyordu. Tek sıkıntıları vardı ki bu da uzay aracının gerçekten onları almak için mi yoksa farklı bir şey için mi yolda olduğuydu.

 

Sessizlik gittikçe can sıkıcı olurken Karan simülasyonda bazı sıkıntılar yaşıyordu. Bu yüzden ona danışmak adına “Yaren, gelir misin?” dedi. Yaren yanına gelerek sorunu anlamaya çalışıyordu. Bunu fark eden Karan “Araca kenetlenme konusunda bazı sorunlar var. Biz yanına vardığımız zaman durup durmayacağını bilmiyoruz ancak bu birkaç gün önce yola çıksak çok daha farklı olacaktı. Kenetlenme kısmı şu an haritaya göre kuzeybatıya bakıyor ama biz kısmen kuzeydoğudayız. Bu yüzden motorlar çalışırken nasıl kenetlenebileceğimizi bilmiyorum. Eğer kendi hızımızla onun hızını dengelersek olacaktır. Bunun yanında eğer o durmazsa ve hızımızı sabitleyemezsek onun da bizim de yörüngemiz tepetaklak olacak ve kapsülün dışındaki koruma kalkanı devre dışı olacağı için uzayda bizi öldürecek kadar hızlı bir şekilde dönmeye başlayacağız.” dedi. “Diğer türlü de birimizin burada kalıp tüm işi halletmesi gerekecek.” diye mırıldandı Yaren. İkisinden birinin ölmesi fikri Karan’ı oldukça sinirlendirmişti. “İki, hatta en kötü bir gün önce çıksaydık bu yola böyle şeyler olmayacaktı. Resmen kader bizimle dalga geçiyor.” dedi ve yumruklarını sıkarak hafifçe dizine vurdu.

 

Yaren suçluluk duygusunu çok net bir şekilde hissetmeye başlamıştı. İkisinin de hayatını riske atmıştı. Ve eğer birisi ölecekse bunun o olması gerektiğine emindi. Ama bunu Karan’a söylemek gibi bir aptallık yapamazdı. Bu yüzden “Varmaya yakınken motoru güncelleyip göreve uygun bir şey yapamaz mısın?” dedi ciddi bir tonla. “Biraz uğraştırır belki bu beni. Ayrıca öyle bir durumda oldukça yavaşlayacağız ama son saniyede yapması için ayarlarsam bunu başarabilirim. Denemem gerekiyor.” dedi Karan umutlu ama yine de ciddi bir sesle. Ardında da “Sen ben işimi halledene kadar uyu, ben motoru düzelttiğim zaman seni uyandırırım.” diye ekledi. “Tamam, o zaman ben uyanınca da sen uyursun, çok solgun duruyorsun. İki gündür sadece 9 saat uyudun.” dedi ve oturmak için kullandıkları yere uzanıp uyumaya çalıştı.

 

Yaren uyurken Karan 2 saatlik çalışmanın sonucunda zamanlayıcıyı ve motoru istediği şekle en yakın haline sokmuştu. Tek sorun motoru yaparken enerji açığı olmasıydı. Ama eğer tam vaktinde kenetlenirlerse bu sorun olmayacaktı. Karan böyle olmasını umuyordu. Ummaktan başka çaresi de yoktu zaten. İşini bitirdiğini söyleyip uyandırmak için Yaren’in yanına gitti ve onu nazikçe uyandırdı. Yaren gözleri kapalı bir şekilde beklerken uyuyakalmıştı. İçi asla rahat olmadığı için Karan’ın ufak dokunuşu ile sıçrayarak uyanmıştı. Uyandığı an hızlıca yerinden kalktı ve Karan’ı oraya oturttu. Aralarında konuşma geçmemişti ama Karan kafasını yere koyduğu an gözleri kapanmıştı.


Bunu düşünme ve kendini hazırlama olarak gören Yaren, yere oturup saatin gelmesini bekliyordu. Sürenin sonlarına geldiğinde neredeyse uyumak üzereydi. Ama nedense aniden sıçrayarak bu uyku halinden sıyrılmıştı. Hızlı hamlelerle Karan’ı uyandırdı. Karan ne olduğunu anlamayarak hızla uyandı ve ayağa kalktı. Sessizce, “Varmak üzereyiz. Yarım saatimiz kaldı.” dedi Yaren. Karan, anlayışla baş salladı ve kontrol paneline doğru yürüdü. Birkaç şey yaparken Yaren de onu umutsuzca izliyordu. Bir şey olursa kendini feda etme fikrine alışmıştı.

 

Bir süre sonra uzay aracını gözle görebiliyorlardı. İkisi de hareketlendi. Karan’ın gözleri uzay aracına sabitlendiği zaman Yaren de dikkat kesilmişti. Karan, “Şimdi bağlanmaya çalışacağım.” dedi ve önündeki kontrollere dokunarak kapsülün yönünü değiştirdi. Yavaş bir şekilde kenetlenme bağlantısına doğru yönlerini ayarlıyor ve kenetlenmek için gerekli olan kapakları açıyordu. Hararetle “Bir kapak açılmıyor.” diye bağırdı. Kapağın açılması için çok fazla şeyi bir anda yönetmeye çalıştı. Kapağı açamadan sarsıldıklarında sinirle ofladı ama yapacak bir şeyi yoktu. Telaş içinde kendi işinin yanında onunkilere de bakmaya çalışan Yaren’e dönerek “Sakin olmalısın. Şu an geri çıkıp tekrar dönemeyeceğimiz için oradan geçmek zorundayız. Buradaki eşyaları bırakmak zorundayız.” dedi. “Sorun değil, zaten pek bir şey almamıştık.” dedi ve burukça gülümsedi Yaren. Karan biraz da olsa rahatladığı için derin bir nefes alıp küçük bir fanusa benzeyen kaskı kafasına geçirerek diğer elindekini de Yaren’e uzattı. Yaren de kaskı takıp tulumunu kontrol etti ve birkaç temel eşyayı aldılar.

 

Karan önce Yaren’i sabitlenmiş sandalyelerden birisine oturttu ve kemerini bağladı. Ardından da kendi kemerini bağlayıp belindeki kemerde duran panelden kapıyı açtı. Kapsüldeki tüm hava dışarıya çıkmış ve eşyaların birçoğu dışarıya fırlamıştı. İkisi de hırpalanırken en azından bu kısmı sorunsuzca atlatmışlardı. Yavaş hareketlerle kemerlerini çözüp ayağa kalkmışlardı. Yaren bilinçli olarak Karan’a yol verdi ve arkasından yürümeye başladı. Karan dikkatli adımlarla açılan kapıdan geçip kenetlenme noktasının da kapısını açtı ama Yaren arkasında değildi, o kapsülün kapısında durmuş onu izliyordu. Karan zorla yapıyı açarken kapsülden sesler gelmişti ve hemen arkasına dönmüştü genç. Arkasına dönerken kapsülün iki kenetlenme kapakçığının hareket yüzünden yamulduğunu görmüştü ve kapsülün bağlanma yüzeyi azaldığı için de kapsül kopma noktasına gelmek üzereydi. Yaren ise kapsülün kapısında şoka girmiş gibi bekliyordu. Karan, Yaren’e doğru bir hamle yaptığında Yaren de ona doğru bir hamle yapmıştı ama Yaren’in hamlesi onu itmek olmuştu. Karan onun belindeki tulumunun hava dönüşüm kemerinden sımsıkı tutmuş ve onu kendine çekmişti ama bu onun sadece dönmesine sebep olmuştu ve Karan da dengesini kaybediyordu. Yaren, Karan’ın ölmesini istemiyordu; onları bu duruma o sürüklemişti ve bunun sebebi bu kadar saçmayken durup da onun da ölmesine göz yumamazdı.

 

“Karan bırak beni.” dedi kız gözlerini kapatarak. Karan onu bırakmak istemiyordu, eğer o olmasaydı zaten ölecekti ve şimdi de onu bırakıp tek başına devam etmek istemiyordu. “Olmaz.” dedi gözleri dolmak üzereyken. “Karan…” dedi kız ve devam etti: “İkimiz de ölemeyiz.” Karan sinirlenmişti ve “Bunun olacağını biliyordun. Tüm bunları biliyordun ve saçma sapan şeyler yaptın.” deyip sinirle ve üzüntüyle yutkundu. “Neden?” diye fısıldadı en sonunda. “Karan ben her şeyi biliyordum. Neler olduğunu biliyordum. Hem de birkaç yıldır senin hala fark etmediğin şeyleri öğrendim ben. Beni yaşatmazlar Karan. Şimdi ölmezsem bile Dünya’da öleceğim. Yaşamamın bir anlamı yok. Bırak beni, her şeyi onlar da biliyor. Oraya indiğim an tutuklanmak ve senin görmemen gereken şeyleri görmeni istemiyorum. Zaten sen de farkındasın, beni bırakman gerek. Çeksen bile hayata tutunamayacağım yetmezmiş gibi seni de çekeceğim aşağıya.” dedi ve gözlerini açtı Yaren.

 

“Seni karanlığa bırakamam, belki bencilce ama senin varlığının olmasına ihtiyacım var Yaren. Varlığın gerek bana, dost gerek bana. Senin duvarını kırdığım gece son umudum vardı, o da başka birilerinin olmasıydı. Yoksa hazırdı çoktan her şeyim. Kalmayacaktım uzayda. Dost arıyordum ve dost buldum seni kendime. Yanımda olmazsan ve yine aynı fikirlere kaptırırsam kendimi, ne olacak?” dedi ve kızın içini görüyormuş gibi baktı gözlerine. Yaren, “Beni karanlığa bırak Karan. Beni sana bırak. Yaşaman gerek. Bir ailen var, onlar için yaşaman gerek.” dedi ve duraksayıp devam etti: “Söz ver bana, hayatını yaşayacaksın. Ben yine gelirim rüyalarına. Unutma beni, hep varım ben. Unuttuğun an silineceğim senden.” dedi ve ona oksijen sağlayan tüpün borusuna uzattı elini. Arkadaki ışığı içine çeken karadeliği görüp “Dur!” diye bağırdı Yaren’e ama oldukça geç kalmıştı çünkü Yaren, o arkasındaki karadeliğe bakarken elindeki boruyu hızlıca çekmiş ve şaşkın olan Karan’ın boruyu bırakmasını sağlamıştı.

 

Karan; onu en karanlık olan yere bıraktığını, en içinde saklayacağını biliyordu. Gözlerini kapattı ve Yaren’ini gözleri kapalıyken uğurladı. En içine uğurladı ve asla unutmamak için göz kapaklarına yazdı adını. Artık her karanlığında o olacaktı.