Yiyecek ve malzeme bulmak için dışarıya çıkmak zorundayız. Son yaşanan olaylardan sonra bunu kimse istemese de açlıktan da ölmek istemiyoruz. 12 kişi kaldık. 3 arkadaşımızı gömdüğümüz zamandan beri bir hafta bile geçmedi. Şu ana kadar çok iyi idare ettiğimiz karantina bir anda yerle bir oldu. Herkesin söyleyecek bir şeyleri var ama kimse konuşmuyor. Herkes gergin ve yaşama isteğini kaybetmiş durumda.

Emre, Batuhan ve ben yiyecek bulmak için dışarıya çıkacağız. Batuhan, 1.90 boylarında ince yapılı biri. Onunla gözlerimi açtığım andan itibaren arkadaşım. Kışları İstanbul'da, yazları da Altınoluk'ta her zaman beraber olduk.

Emre ise benim ağabeyim. 1.70 boylarında ve genellikle herhangi bir konuda hanginiz daha mantıklı kararlar verir derseniz, kesinlikle Emre derim.

2020'nin şubat ayında bir virüs patlak verdi. İlk başlarda çok önemsenmemesi ve önlem alınmaması bütün dünyaya hızlı bir şekilde yayılmasına sebep oldu. Başlarda tipik bir grip salgını gibi görünen bu virüs haftalar sonra can almaya başladı. Ölen insan sayısının az olması nedeniyle birkaç bilim insanının tepkisi küçümsendi ve tedbir alınmamaya devam edildi. Ülke başkanları korkulmaması gerektiğini ileri süren konuşmalar yapılıyordu. 2020 yılını konuşmaya başlarsak sanırım bitiremeyiz. O yılın başından itibaren başımıza birçok şey geldi. Deprem, Avustralya'daki yangın, ölümler, virüs ve son olarak da Çernobil'de gerçekleşen yangın…

Çernobil'deki yangının önemini anlayamayanlar için biraz özet geçeyim. 1986 yılında Sovyetler Birliği içerisinde bulunan Kiev'in Pripyat ilçesinde bir patlama yaşanmıştı. Bu patlamanın önemli olma sebebi bir nükleer santralde gerçekleşmiş olmasıydı. Olaydan sonra Pripyat tamamen boşaltılmış ve kaderine terk edilmişti. Radyasyon seviyesinin hala tehlikeli olarak kabul edildiği bu yere ulaşacak bir yangın, dünya için büyük bir tehlike arz ediyordu.

İlerleyen zamanda olan oldu ve binlerce insanın vücuduna yapışan bu virüs mutasyona uğradı ve ölümler artmaya başladı. Kısa süre içerisinde insanlar hastanelere akın etmeye başladı ve yataklar yetersiz kaldı. Prefabrik hastaneler kısa sürede yapılmış olsa da çoğu şey için artık çok geçti. Yüz binlerce insan ölmüştü, bir milyona yakın enfekte insan hastanelerde veya evlerinde yatıyorlardı. Birçok ülkede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olsa da ekonominin durması söz konusu olduğu için çoğu yerde insanlar işlerine gitmeye devam ediyorlardı.

İnsanlar ihtiyaçlarını gidermek için marketlere maske ve eldivenlerle gidiyorlardı. Ben ise o zamanlarda evlerimiz 5 dakika mesafede olmasına rağmen ağabeyimleri göremiyordum. Bir aydır eve kapanmış şekilde izole bir hayat yaşıyordum. Arkadaşlarımla oyun oynuyor veya sessiz odada kitap okuyordum. İnternette gezindikçe olayın son zamanlarda ne kadar ciddi olduğunu görebiliyordunuz. Geç alınan tedbirler bir işe yaramamıştı. Enfekte ve ölen insan sayısı her geçen gün artıyordu. Virüsün insan vücudunda yaşamaya devam etmesi mutasyon korkusunu giderek arttırıyordu.

Açıkçası bu durumda biz bile çok ciddiye almamıştık bu meseleyi. Sonuç olarak insanlardan uzakta evimizde oturuyorduk ve virüsten uzaktaydık. Dışarıya haftada iki kez maksimum 10 dakika ihtiyaçlarımız için çıkıyorduk ve eve geri geldiğimizde çamaşırları yıkamak için çıkartıp duşa giriyorduk. Virüsün bizi bulacağını hiçbir zaman düşünmedik.

***

"O kadar büyük çanta almana gerek yok bence, bir şey bulacağımızı sanmıyorum.

Nereden ne çıkacak belli olmaz, ağırlık yapmıyor zaten," dedi Emre.

Eskiden antrenörlük yaptığım kulübü evimiz olarak kullanıyorduk. Bizim için yeterince büyüktü ve etrafı duvarlarla çevriliydi. Sadece otoparka girmek ve çıkmak için kullanılan iki tane ana girişi vardı. Bir girişi tamamen kapattık ve tek giriş çıkışa indirdik. Böylece kontrolü çok daha kolaydı. Duvarları ve dikenli telleri sağlamlaştırdık. Gizlice girilmesine karşın birkaç tuzak kurduk.

Gizlice girilmesine karşın ses çıkarması için ağaçlardan ip sarkıttık ve ucuna da tenekeler bağladık. Herhangi biri bu tenekelere çarptığı zaman içindeki çakıl taşları tenekeye vuruyor ve metalik bir ses çıkartıyordu. Aynı zamanda duvar diplerine cam parçaları ve çivi yerleştirmiştik.

Evimizin bir alt sokağı sahildi ve tedbirler alındıktan sonra iyi havalarda balık tutacak bir yerimiz de oluyordu. İnsanlar şehirlerden uzaklaştıkça ve sayımız azaldıkça, hayvanlar tekrardan şehirlerin içine kadar gelmeye başlamıştı yemek bulmak için. Tam bir ölü şehir… Evden işe gitmek için saatlerce trafikte beklediğim sokakların bu kadar boş olması ve yeşermesi beni hayretler içinde bırakıyordu. Bu sokakların her birinde anılarım vardı. Arkadaşlarım, ailem, işim…

Sessizce evimizden çıktık ve birkaç sokak yürüyerek devam ettik. Evimizin çevresinde bağırtanlar yoktu. Zamanında güzel bir şekilde temizledik onları. Ayrıca her yere tuzaklar kurmuştuk. Ama bu uğurda çok fazla arkadaşımızı gömmek zorunda kalmıştık. İlk zamanlarda herkesi evimize kabul ediyorduk. Çokça yerimiz vardı. 3 katlı bir taş binamız, tenis kortlarımız, yüzme havuzumuz, balo salonumuz ve kapalı restoran. Ama bir zaman sonra bunun kötü bir fikir olduğu ve belli bir sınırımız olması gerektiğini anladık. Gürültü çok oluyordu, erzak kaçırma olayları çok yaşanıyordu. Herkes çalışmak zorundaydı ama çalışmak istemeyenler ve sorun çıkartanların sayısı da git gide artıyordu. Başlangıçta elli küsur kişiyle idare ettiğimiz evimizde şu an on iki kişi kaldık. Kimisi bizim ellerimizde, kimisi de bağırtanların çığlıkları arasında dünyadan son nefeslerini vererek ayrıldılar. Bu durumda bize ihtiyacımız olacak kişileri bulmamız gerekiyordu. Savaşabilecek ve çalışabilecek birileri. Acımasızca görünse de güven sorunu yaşadığımız kişileri en zorlu görevlere veriyor ve güvenlerini sınıyorduk. Şu an yaşadığımız hayat bize bunu öğretti.

Yarım saat kadar yürüdükten sonra sesler duymaya başladık. Silahlarımız emniyetini açtık ve tetikte bir şekilde sessizce sesin geldiği yere doğru yürümeye başladık. Arabaların ve evlerin arkasından sessizce ve görünmeden ilerlemeye devam ediyorduk. En önde ben, arkamda Emre ve onun arkasında da arkamızı kollayan Batuhan vardı. Bir el işareti ile ikisini de durdurdum ve kulak kesildim. Görünürde hala bir şeyler yoktu ama sesler iyice yakında olduğunu gösteriyordu.

"Batuhan, sağımızdaki binaya girip kolaçan et. Güzel bir pozisyon bul ve etrafa bak. Sesler buralardan bir yerlerden geliyor, ne olduğunu anlamamız lazım. Bağırtanlar buralara kadar geldilerse halletmemiz gereken bir problem var demektir."

"Tamamdır, dikkatli olun." dedi ve hızlı adımlarla apartmana doğru gitmeye başladı.

Emre ve ben ise sessizce biraz daha ilerleyerek arkamızın güvende olacağı bir duvara yaslanıp etrafı kolaçan etmeye başladık.

***

Her şeyin uzun bir sürece yayıldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Her şey bir anda oldu ve kimse ne olduğu anlayamadan hazırlıksız yakalandılar. Virüsün ortaya çıkmasından sadece bir yıl sonra olanlar oldu. Herkes karantina yakında bitecek diye beklerken bir şeyler oldu. Enfekte sayısında azalmalar olmuştu ve ölümler giderek azalıyordu.

İnsanlar tedbiri bırakmaya, rahat bir şekilde sokaklara akın etmeye başlamışken en başta bahsettiğim Çernobil yangını kendini gösterdi. Kontrol altına alınamayan yangın kısa sürede rüzgâr ile beraber nükleer santralin sınırına kadar gelmişti. İnternet sayesinde olayı sürekli takip edebiliyorduk ama kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. 15 Nisan 2020 tarihinde gördüğümüz bir son dakika haberi dehşete düşmemize sebep olmuştu. Kontrol altına alınmayan yangın tekrardan bir patlamaya neden olmuştu ve alevler nükleer santralin tamamını etkisi altına almıştı. Alevlerin göğe doğru bir bulut gibi yerleştirdiği dumanlar dünyanın dört bir tarafında gezmeye başlamıştı. Radyasyon yüklü bulutlar… İşte, her şey o zaman başladı.

12 Mayıs tarihinde ilk kez internette gün yüzüne çıkan videolar insanlara tekrardan korku salmaya başlamıştı. Hepimiz konusu virüs olan birçok film izlemişizdir. İşte, her şey öyle başladı. İnsanlar aracılığıyla milyonlarca insana yayılan videolar… Birbirlerine saldıran insanlar… Çığlıklar…

14 Mayıs tarihinde ise bu videolar korkulacak boyuta ulaşmıştı. İlk başlarda herkes bunların bir montaj ve kamera hilesi olduğunu düşünse de olay internetin dışına taşmış ve televizyonlarda da gösterilmeye başlanmıştı. Saldırgan ve kulakları hırpalayan bir şekilde bağıran insanlar. Kuduzlar…

İlerleyen zamanlarda yakalanan ve üstünde deney yapılan birçok kuduz insan ile ilgili açıklamalar yayınlanmaya başlandı. Bu insanlar daha önce virüse yakalanıp iyileşen insanlardı. Ya da iyileştiği sanılan insanlar. Virüs vücutlarının bir yerlerinde saklanıp görünmemeyi başarmıştı, mutasyonu buydu: Gizlilik.

Gizlenen virüsün vücuttan atıldığını sanan insanlar hastanelerden taburcu edildi ve tekrardan insan içine çıkmaya başladılar. Belli bir süre sessiz kalan virüs bir anda ani bir mutasyon ile insanları kuduza çevirmeye başlamıştı. Bunun dışında mutasyona uğrayan insanlar anlamsızca bağırıyor ve çığlık atıyordu.Yakaladıkları insanı sessiz bir şekilde değil, öldürücü olmayan ama acı verici bir şekilde eziyet etmeyi seçiyorlardı. Bu sebepten dolayı insanlar onlara bağırtanlar adını taktı.

İrtibata geçebildiğimiz birçok arkadaşımız ve aile üyelerimizle bir araya gelmeye başlamıştık. Bir arada kaldığımız sürece şansımızın artacağını düşünüyorduk. İlk başlarda normal bir şekilde kalabalık aile tablosu çizerken olayların artmasından dolayı insanların yağma yaptıklarını gördük. Bizim bulunduğumuz yer biraz daha sakindi ama uzaklardan çatışma seslerini duyabiliyorduk. İnsanlar kontrolü kaybetmişti. Herkesi, korku ve panik etkisi altına almıştı. Üzülerek söylemek istiyorum ki 22 Mayıs gününde çalışma odasındaki çekmeceden babamızın silahını aldık ve ilk yağmamızı yapmak için dışarı çıktık. Batuhan, Taha, Ahmet, Emre ve ben…

Marketler, eczaneler, silah dükkânları… Kısa süre içinde gücümüzü arttırıp yağmalayabildiğimiz her yeri yağmaladık. Bu durumdan çok hoşlanmıyorduk ama şartlara ayak uydurmamız gerekiyordu. Kalabalıktık ve bu kadar çabuk pes etmek istemiyorduk.

***

On dakika kadar bekledikten sonra Batuhan'ın bize doğru geldiğini gördük. Uzaktan bile yüzünün bembeyaz olduğu görülüyordu. Bir şeyler gördüğü kesindi.

"Neyin var senin?" dedi Emre.

"Gördüklerime inanamayacaksınız."

"Sakin ol ve anlat her şeyi,"dedim.

"Uzun zamandır buralarda bağırtan görmediğimizi hepiniz biliyorsunuz. Hatta uzun zamandır buralarda değil, neredeyse hiçbir yerde bağırtan görmemiştik. Sadece insanlar ile çatışıp tek tük bağırtan görüyorduk. Artık işlerin değişmeye başladığı kesin."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bunu anlatmaya kelimelerim yetmez, benimle gelin."

"Nereye gidiyoruz?"

"Biraz ileride bir apartman var, oradan her şeyi daha iyi görürüz."

Batuhan'ın bu sözlerinden sonra binaların köşelerinden daha dikkatli bir şekilde yürümeye başladık. Bu sefer Batuhan en önde bize yol gösteriyordu çünkü seslerin nereden geldiğini görmüştü. Otuz metre kadar yürüdükten sonra bizi durdurdu ve parmağıyla yolun karşısını gösterdi. Bu bir bağırtandı. Tek başına ses algılamaya çalışıyormuş gibi tetikte ve yavaş adımlarla ilerliyordu.

"Bunu bana bırakın," dedim ve sırtımdan okumu ve yayımı aldım. Oku yaya koydum ve yavaşça germeye başladım. Birkaç kez derin nefes aldıktan sonra nefesimi tuttum ve bağırtanın kafasına doğru nişan aldım. Kendimden emin olduktan sonra yayı serbest bıraktım ve okun kafa tasını parçalamasını seyrettim.

"Ok kalsın, emin ol şu an almak istemezsin," diye araya girdi hemen Batuhan. Oklarım konusunda ne kadar hassas olduğumu biliyordu.

,Elli metre kadar yürüdükten sonra bir apartmanın önünde durduk ve giriş kattaki bir kırık pencereden içeriye girdik. Daire tamamen boşaltılmıştı. Kim bilir kaç kez yağmaya gelmişlerdi bu daireyi. Dairenin kapısını sessiz bir şekilde açtık ve apartmana çıktık. Merdivenlerden olabildiğince sessiz ve hızlı adımlarla üst katlara doğru çıkmaya başladık. En üst kata geldikten sonra Emre, levye ile kapıyı zorlayıp açtı. Evin terasına eğilmiş bir şekilde çıktık ve Batuhan'ın bize yeri göstermesi için bekledik.

"Gösterdiğim şeyden sonra muhtemelen her şeyi değişecek," dedi ciddi bir ses tonuyla.

"Bu zamana kadar iyi dayandık. Yine dayanmaya çalışırız. Beraber olduğumuz sürece birçok sorunu çözeceğiz merak etme. Göster bize," dedi Emre.

***

Bir süre sonra olaylar büyümeye başladı. Sokak ve mahallelerde silahlı çatışmalar başlamıştı. Hükümet ortalarda yoktu ve insanlar çıldırmıştı. Ülkede doktor, polis, asker diye bir kavram kalmamıştı. İnsanlar bulabildiği her yeri yağmalıyordu. Yaşadığımız ev artık bize küçük geliyordu ve yiyecek sıkıntımız gittikçe artıyordu.

Ben de o sırada kabul görmeyeceğine emin olduğum bir fikir sundum ortaya. Çalıştığım kulübü anlattım, duvarlarla çevrili olduğunu ve sadece iki tane girişin olduğunu söyledim. Herkes bulunduğumuz yerden sıkılmış olacak ki kabul ettiler. Ama önümüzde başka bir sorun vardı. Nasıl gideceğiz?

Bir kamyonet bulmamız gerekiyordu, hatta iki tane. Bir tane arabamız vardı ama ona maksimum 6 kişi sığdırabilirdik ve biz 16 kişiydik. Batuhan, arabalar konusunda aramızda en iyisi olduğu için Taha ile birlikte bir kamyonet veya daha büyük bir araç bulmak için aramaya çıktılar. 2 kişi sokağa çıkmak için az bir sayı bu günlerde ama şu anki görevde ne kadar az kişi olursa o kadar hızlı hareket edileceğini hepimiz biliyorduk.

Onlar evden çıktıktan sonra yanımıza almamız gereken şeyleri paketledik ve apartmanın önüne çıkardık. Geldiklerinde hızlı hareket etmemiz ve buradan uzaklaşmamız gerekiyordu. Ellerimizde çok fazla malzeme olacaktı ve bu bizi açık hedef haline getiriyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra balkonda oturarak onları beklemeye başladım.

Birkaç saat sonra korna sesiyle irkildim ve dışarıya baktım. Batuhan kamyonu geri geri bir şekilde apartmanın girişine yanaştırmıştı ve bizi bekliyordu. Hızlı hareketlerle eşya taşıyamayacak olanları kamyona bindirdik ve eşyaları taşımaya başladık. Yaklaşık on dakikada bütün işleri bitirdik ve evimizi arkamızda bırakıp ne olduğunu bilmediğimiz bir yere gitmeye başladık. Bildiğim kadarıyla yaklaşık bir yıldır kimsenin gitmediği bir yere gidiyorduk. İlk başlarda her departmandan bir veya birkaç kişi kulübe gidiyordu ama bir süre sonra onları da durdurmuşlardı. Tahminim doğruysa şu an kulüp bomboştu ve yerleşmemiz için bizi bekliyordu.

Yanımızdan geçen insanların tehditkâr bakışlarını korkuya çevirmek için ellerimizle silahlarla camdan sarkarak veya kamyonun arkasından kendimizi göstererek yola devam ediyorduk. Şu an için bir çatışma kaldıracak durumda değildik. 12 kişi bir kamyonun içindeydi ve geri kalan 4 kişi arkadaki arabada silahlarla kamyonu koruyormuş gibi gövde gösterisi yapıyordu.

Yarım saat kadar sonra kulübün önüne gelmiştik. Tam da istediğimiz gibi iki kapısı da kilit vurulmuş bir şekilde duruyordu. Yıllar önce ağabeyimin bana doğum günü hediyesi olarak aldığı beysbol sopasını kilidin üstüne birkaç kez vurarak kırdım ve kamyonu içeriye doğru yanaştırmaya başladık.