Üçümüz de terasın parmaklıklarına yaklaştık. En yukarıda olduğumuz için apaçık ortadaydık. Kendimizi belli etmeden hızlı bir şekilde işimizi halledip tekrardan aşağı inmemiz gerekiyordu. Ama gördüklerimiz bizi o parmaklıklara yapıştırmıştı. Daha önce hayatımda böyle bir şey görmemiştim. Hayatımda demek yanlış olur. Karantina boyunca hiç böyle bir şey görmemiştim. Durduğumuz terastan birkaç apartman ötedeki bir evde onlarca bağırtan sessiz bir şekilde olduğu yerde duruyorlardı. Muhtemelen uykuda olmalılardı. Hiçbiri hareket etmiyordu. Apartmanın dışında parmakla sayılacak kadar az bağırtan, yavaşça hareket ediyordu ama içindekileri saymak için zamanımız yetmezdi.

Apartmana girdiğimiz gibi çıkmamız da sessiz ve hızlı adımlarla olmuştu. Girdiğimiz camdan çıkmak üzereydik ki birkaç bağırtanın sokağın ortasında olduğu gördük. Normalde sessizce yaklaşıp ikisini de indirebilirdik ama gördüklerimizden sonra çok da bulaşmak istemedik açıkçası. Apartmanın arka kapısından çıkıp sokağı dolaşmaya başladık. Şu an için tek düşüncemiz kulübe gidip diğerlerini gördüğümüz şeyler konusunda uyarmaktı. Olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeye çalıştık. Etrafımıza pek bakmıyor, güvenliği elden bırakarak gidiyorduk. 15 dakikada geldiğimiz yolu sanırım 5 dakikada geri dönerek kulübe girdik ve büyük demir kapıyı sıkı bir şekilde kapattık.

Koşar adımlarla herkesi toplantı yapmak için kullandığımız kapalı tenis kortuna topladık ve anlatmaya başladık. Neler yapacağımızı bilmiyorduk. Herkesin ağzından farklı bir şeyler dökülüyordu. Kimisi duvarları daha da sağlamlaştırmamız ve sessizliği arttırmamız gerektiğini düşünüyordu. Kimisi de bubi tuzakları kurarak onlarla savaşmamız gerektiğini düşünüyordu. Ama bir sorunumuz vardı. Biz sadece 12 kişiydik ve o apartmanın içinde en az 70-80 tane bağırtan vardı. Bunlar da görüş alanımızda olanlardı. Onlarla savaşmak bizim için intihar anlamına gelirdi. Duvarları sağlamlaştırıp sessizliği arttırmamız ise dışarısıyla tamamen bağlantıyı koparmak demekti ve bu da en sonunda açlık olacağı anlamına geliyordu. Yemek ve malzemeyi dışarıdan gezerek topluyorduk.

***

"Olabildiğince sessiz olmalıyız," dedi Emre.

"Bu işler git gide daha zor olmaya başladı."

"Yemek bulmak için şehirlerde gezen hayvanlar, bağırtanlar yüzünden kaçmak zorunda kalıyorlar."

"Yeşil alanın ve suyun daha fazla olduğu bir alana gitmemiz gerekiyor ve nereye gideceğimizi biliyorum."

Herhangi bir saldırı olursa tek bir yönden gelmesi için binaların duvarlarını omzumuza alarak yürüyorduk. Karşımıza çıkan arabaların içine ve bagajlarına bakıp işimize yarayacak malzemeler bulmaya çalışıyorduk. Fenerbahçe Parkı'nın girişine geldiğimiz zaman durduk.

"Bulabilirsek burada bulabiliriz. Büyük ve göz alabildiğince yeşillik…"

Parka girdik ve sessiz bir şekilde yürümeye başladık.

"Bu parkın eski halini hatırlıyorum…" dedim. "Ailesiyle piknik yapmak için gelenler, sokak hayvanlarına yemek bırakanlar, koşu yapanlar, arkadaşlarıyla alkol almak için gelenler…"

"Artık o günler geride kaldı."

"Evet, geride kaldı."

Geriye sadece doğanın etkisi altına aldığı bir yer kalmıştı. Sessiz bir şekilde yürümeye devam ediyorduk. Tam o sırada bir çığlık sesi duyduk. Bağırtan.

"Şurada… Şurada görüyor musun?"

"Evet, koşuyor."

"Bağırtana değil, onun kovaladığı şeye dikkat et."

"Siktir… Bir geyik."

Bağırtan bizim yemeğimizi kovalıyordu. İlk önce bağırtanı, sonrasında da geyiği indirmemiz gerekiyordu.

"Aklıma bir şey geldi," dedi Emre.

"Nedir?"

"İkisine de aynı anda saldırmamız gerekiyor."

Oku yayıma yerleştirdim ve önde koşturan geyiğe doğru nişan alıp bekledim. "Hazır mısın," dedi Emre. "Evet," diye cevapladım. Yayı gerdim ve derin nefes aldım. Islık sesi çıkarıp havada süzülen ok, geyiğin karnına saplandı…

***

En sonunda herkesi susturmak zorunda kaldım ve kendi fikirlerimi söylemeye başladım.

"Hızlı bir karar vermek her halükarda bizim için intihar demektir. Toplantıdan sonra herkes işlerine geri dönsün. O sırada da bu konu ile ilgili düşünün. Yarın tekrardan toplanıp ne yapacağımızı konuşuruz. O bağırtanların nereye gittiğini, ne zamandır orada olduklarını ve nereden geldiklerini bilmiyoruz. Belki de uzun zamandır bu şekilde geziyorlardı ama biz fark etmemiştik. Bizim için tehdit oluşturmazlarsa eğer normal yaşantımıza devam edebiliriz."

Bu konuşmadan sonra toplantıyı bitirdik ve birkaç kişi toplanıp konu hakkında düşünmeye devam ettik.

"Bence saldırmalıyız," dedi Cansın. Bu fikri ortaya atan kişi de oydu zaten.

"Saldırmak en son seçeneğimiz olmalı bence," diyerek fikrini söyledi Selen.

"Ben de saldırmak için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Hem nasıl yapacağımızı bile bilmiyoruz. 10 veya 20 tane bağırtandan bahsetmiyoruz. Belki de 100'ün üstünde bağırtan var orada." dedi Taha.

"Yarın şafak sökerken tekrardan gidip bakalım. Yolu sadece Emre, Can ve ben biliyoruz. Hareketlerini kontrol ederiz ve gerekirse bir günümüzü orada geçiririz." dedi Batuhan.

"Bir gününü orada geçirmek mi? Saçmalama." dedi Pınar.

"Batuhan'a katılıyorum," diye girdim araya. "Hareketlerini izlememizin en iyi yöntemi bu… Nasıl hareket ediyorlar, ne zaman hareket etmeye başlıyorlar bunları öğrenmemiz lazım. Düşmanımızı iyice tanımalıyız. Şu ana kadar sadece karşımıza çıkanları indirdik ama şu an karşımızda bir sürü var."

***

Kamyonu otoparkın içine soktuk ve malzemeleri indirmeden önce tetikte olacak şekilde kulübü gezmeye başladık. Her yerini bildiğim için en önde ben gidiyordum ve arkamda Taha, Cansın ve Selen vardı. İlk önce kır bahçesine, oradan da çocuk oyun alanına geçtik. Şimdilik boş gözüküyordu. Oyun alanından çıkıp kortların arkasını dolandık. Kortların içi tahmin ettiğim gibi toz yığını olmuştu. Önceden günde defalarca girip çıktığım depoya uzandı elim. Kapı kilitliydi ama bunun artık bir önemi yoktu. Kapıya bir tekme atarak açtım ve uzun zamandır görmeyi hasretle beklediğim raketlere ve toplara baktım. Ne kadar orada dikildiğimi bilmiyorum ama Selen'in dürtmesiyle kendime geldim ve kulübü gezmeye devam ettik. Kortların etrafından dolanarak restoran bölümüne geldik. Burada da kimse yoktu. Geri kalan havuzu ve personel alanlarına da baktıktan sonra kamyona geri döndük. Artık bakacağımız tek bir yer vardı o da uyumayı planladığımız taş binanın içiydi. 3 katlı bir binaydı ve görüntüsü her şekilde büyülüyordu. Uzun zamandır ayak basılmamış bir yer olduğunu hemen görüyordunuz. Doğa kendi hâkimiyetini kurmuştu oraya.

Taş binanın içinin de temiz olduğunu gördükten sonra yavaşça malzemeleri indirdik kamyondan. Acele etmeden taş binaya taşıdık ve birkaç saat içinde yorgun düşmüş bir şekilde tamamladık düzenlemeyi.

Herkes birkaç saatlik uykuya daldı ama ben yapamadım. Uzun zamandır ayak basmadığım kulübe olan özlemim artmıştı. Etrafı geziyordum ve önceden zaman geçirdiğim yerlerde oturup sigara içiyordum. Dondurucularda hala yenebilecek birkaç şey vardı. Teknik ekibin bulunduğu yerde işimize yarayacak birçok malzeme vardı. Burası şu an bizim için kusursuz bir evdi.

***

"Hey… Kalk hadi, gitmemiz lazım."

"Saat geldi demek."

"Evet, yanımıza yiyecek ve içecek bir şeyler alıp gidelim. Bir veya birkaç gün orada kalabiliriz."

"Tamamdır, birkaç dakika bekle de hazırlanayım."

Batuhan ile beraber hazırlanmaya başladık. Normalde dün olduğu gibi Emre de gelecekti ama nedensiz bir şekilde gelmek istemedi. Muhtemelen Pınar istemediği içindir. Biz de Emre yerine o sırada uyanık olan Selen'i yanımıza almaya karar verdik. Yarım saat içinde bütün hazırlığımızı yapıp yola koyulduk. Kulübün kapısını arkamızdan kapattık ve sessiz adımlarla dünkü rotanın aynısını kullanarak yürümeye başladık. Güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı ama etraf hala karanlıktı. Fener kullanamayacak kadar korkuyorduk üçümüz de. Özellikle gördüklerimizden sonra Batuhan ve ben korkuyorduk. Etraf ürkütücü bir şekilde sessizdi. Apartmanların yanından ve arabaların arasından yürüyerek terasına çıktığımız apartmanın yanına geldik. Etrafta şaşırtıcı bir şekilde hiç bağırtan izi yoktu. Dün kafasına ok sapladığım bağırtan da orada değildi. Kırık camdan içeriye girdik ve merdivenleri hızlı adımlarla çıkmaya başladık. Terasa çıktık ve yavaş bir şekilde parmaklıklara yanaştık. Etraf daha tam aydınlanmadığı için apartmanın içini bırak, apartmanı görmek bile zordu. Elimizdeki malzemeleri duvar kenarına koyduk ve matları yere serip beklemeye başladık.

Birkaç saat sonra güneşin gözüme girmesiyle uyandım. Üçümüz de beklemekten sıkılıp uyuyakalmıştık. Ayağa kalktım ve apartmana doğru bakmaya başladım. Görünürde bir şey yoktu ama apartman etrafındaki tek tük bağırtanlar onların orada olduğuna işaretti. Diğerlerini dürterek uyandırdım ve bakmalarını için işaret ettim. Batuhan çantadan dürbün çıkardı ve daha net görüş sağlamak için onunla bakmaya başladı.

"Bu konu hakkında ciddi bir şeyler yapmamız lazım," diye fısıldayarak konuşmaya başladı Selen.

"Ben de o yüzden ani bir karar alınmaması gerektiğini söyledim," dedim.

"Şimdi tek yapmamız gereken beklemek. Sadece izleyeceğiz, hiçbir şekilde müdahale etmek yok," dedi Batuhan.

Beklemeye başladık. Sıra sıra nöbetleşe dürbün ile apartmana bakıyorduk. Saatlerce hareket etmemişlerdi. Sanki bir uyarıcı bekliyor gibiydiler.

Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Hala hiçbir hareket yoktu. Uykusuzluktan ve hareketsizlikten gözlerimiz kapanacak duruma gelmişti ki sokağın başından tek el atılan bir silah sesi duyuldu. Batuhan ile hemen silahlarımıza sarıldık ve parmaklıkların dibinde diz çöküp sesin geldiği yöne doğru nişan alıp beklemeye başladık. Yapılan atış bize doğru değildi, o kesindi ama ne olduğunu çözmemiz gerekiyordu. Bağırtanları tam olarak unutmuşken Selen arkamızdan dürterek bağırtanların olduğu apartmanı işaret etti. Üçümüzün de dili tutulmuş gibiydi. Bağırtanlar için uyarıcı gelmişti. Tek el atılmış bir silah sesi. Hepsi sıra sıra apartmandan çıkıp sesin olduğu yere doğru gitmeye başlamışlardı. Enteresan şekilde koşmuyorlardı, sadece yürüyor ve mırıldanıyorlardı. Bu ses tam olarak uyarıcı değildi ama onları uyandırmaya yetmişti. Birkaç dakika sonra sokağın başında 3 kişilik bir grup belirdi. Silahın dürbününden onları takip ediyordum. Selen de dürbünle bakıyordu.

Grup iki erkek ve bir kadından oluşuyordu. Onlar da bizim yaşlarımızdaydı ve bilinçsiz hareket ettikleri belliydi. Birbirleriyle konuşuyorlardı. Bağırtanları gördüklerini sanmıyorum.

Bağırtanları ilk fark eden kadın oldu. Korkudan olacak sanıyorum ki silahıyla bağırtanlara doğru ateş etmeye başladı. Bunu yapmak için ya çok korkmuş olmak ya da salak olmak gerekiyordu. Onlarca bağırtana karşı 3 kişilerdi ve silahları ile ateş etmeye başlamışlardı. Bağırtanlar istedikleri uyarıcıyı almış ve çığlık atarak koşmaya başlamışlardı. Onca bağırtanın çığlıkları ve bağırmaları bizi diz üstü çöktürmüş ve kulaklarımızı kapamamıza sebep olmuştu. Eminim evimizden de duymuşlardır bu gürültüyü.

"Bu inanılmaz bir şey, daha önce böyle bir şey görmedim," diye yüksek sesle konuştu Selen.

"Onlar koşana kadar 62 tane saydım. Tahmini 80 kadar bağırtan var," dedi Batuhan.

"Şimdi sadece durup izlememiz lazım. Gruptan kaç tane bağırtan kopacak, bu üç kişi kaç tane bağırtan öldürecek ve ne kadar dayanacaklar…" diye araya girdim.

Bu 3 kişi bizim için şanstı. Bağırtanların sayısını öğrenmiş olduk. Ve bu kalabalık gruba karşı nasıl bir taktik geliştirmeliyiz öğrenmiş oluyorduk. Hava iyice kararmaya başladı ve apartmandan aşağıyı bile göremiyorduk. Matları serdik ve sabah sokağı incelemek için uykuya dalmaya çalıştık.