Birkaç gün geçmişti ve tekrardan toparlanmaya başlamıştık. Mental ve fiziksel olarak yorucu birkaç gün geçirdikten sonra, evden çıkmadan geçirilmiş günler kadar güzel bir şey yoktur. Birazdan tekrardan dışarı çıkacağız. Umutsuz bir şekilde de olsa Bahar'ın arkadaşlarını bulmak için izleri takip etmeye koyulacaktık. Hava serinlemişti ve muhtemelen yağmur yağacaktı. İzleri kaybetmemek için hızlı bir şekilde hareket etmemiz gerekiyordu.

Bu sefer yanıma en yakın arkadaşım Batuhan dışında, Cansın ve Emre'yi almaya karar vermiştim. Pınar'ı zar zor ikna ederek Emre'nin gelmesini de garantilemiştim. Bu koşullarda herkes korkuyordu ama herkesin bir şeyler yapması gerekiyordu. Emre bana dışarıda lazımdı ve gelecekti. Konunun fazla uzamaması hoşuma gitmişti. Kendi içimizde bir gerginlik yaşanması en son isteyeceğimiz şeydi son zamanlarda.

Baltamı, okumu ve otomatik tüfeğimi yanıma aldıktan sonra kapının önüne doğru yürümeye başladım. Batuhan bu sefer yanına ok almadan geliyordu.

"Zaten senin kadar iyi kullanamıyorum, o yüzden almama gerek yok. Önümüze herhangi bir sürü çıkarsa işimize yarayacak şey otomatik tüfek; ok ve yay değil."

Aslında haklıydı ama ne olur ne olmaz. Garantici biri olduğum için yanıma alabildiğim her şeyi almak istiyordum. Sessiz gideceksek ok ve yay, saldırı yapacaksak otomatik tüfek ve yakından saldırı yapacaksak da balta kullanmayı tercih ederim.

Cansın yanına bir katana ve pompalı tüfek almıştı. Emre ise benim gibi balta, otomatik tüfek, ok ve yay almıştı. Bu sefer dışarı çıkarken Bahar'ı yanımıza almamıştık çünkü ne göreceğimiz konusunda herhangi bir fikrimiz yoktu. Eğer arkadaşları öldüyse onları görmek yerine haberini alması yeterli olurdu. Eğer ölmedilerse dönüşte bizimle beraber geleceklerdi zaten.

Kapıdan çıktık ve defalarca gittiğimiz yolu tekrardan yürümeye başladık. Caddeye çıkana kadar herhangi bir canlı görmedik. Bizim haberimiz olmayan, yerde yatan bir ceset de görmedik. Her şey bıraktığımız gibiydi ve sürü bizden uzaklaşmaya devam ediyor olmalıydı. Caddede Bahar'ı bulduğumuz taksinin yanına gelince durduk.

"Buradan sonrasını bilmiyoruz. Buraya kadar gelmiştik," dedim.

"O zaman bu saatten sonra daha dikkatli olmamız gerekiyor," dedi Emre.

"Evet, sen mümkünse arkadan gidersen sevinirim. Pınar'dan laf yemek istemiyorum," dedim gülerek.

"Siktir git."

Sessiz bir şekilde arabaların yanından yürümeye devam ediyorduk ve sonunda görmek istediğim şeyi gördüm. Bir bağırtan cesedi, demek ki buraya kadar doğru yolda gidiyorduk. Arabaların içlerine bakarak ve bagajlarını açarak yürüyorduk. Hangi arabadan işimize yarayan bir şey çıkacağını bilemezdik. Bir arama görevi olabilirdi ama elimiz boş dönmemiz hiç de hoş olmazdı.

"Siktir, ne bulduğuma inanamazsınız," dedi Batuhan.

"Ne buldun lan?" dedim.

"Oğlum, çikolatalı gofret lan bu!"

"Yemeyi düşünmüyorsun herhalde," diye araya girdi Cansın.

"Hayır, yemeyeceğim ama yanıma alacağım. Hatıra olarak kalsın. Bunlardan en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum."

"Aldıysan yolumuza devam edelim, çok fazla zaman kaybetmek istemiyorum," diye araya girdim.

Yürümeye devam ettik. Alabildiğimiz her şeyi yanımıza alıyorduk ama fazla ağırlık olmamasına da dikkat ediyorduk. Yolda tek tük bağırtan cesetleri görmeye devam ediyorduk ama en sonunda görmek istemediğim bir manzarayla karşılaştık. Karşımızdaki bir insan cesediydi. Bahar'ın arkadaşlarından biri mi bilemiyorum ama kanıt olarak yanında duran şapkayı kemerime astım.

Yola bir süre daha devam ettik. İleride birkaç bağırma sesleri duyduk ve eğilip yolun kenarından sese doğru yürümeye devam ettik. Bir kişi dizlerinin üstüne çökmüş, ellerini kafasının arkasında birleştirmiş bir şekilde duruyordu. Diğer üç kişinin ise onu sorguya çektiği belli oluyordu. Ne hakkında bilgi almaya çalıştıkları konusunda bir fikrim yoktu ama tahminim vardı. Şu an yaşadığımız hayatta, kimse tek başına dolaşamazdı. Muhtemelen yanındaki diğer kişileri öğrenmek için ona işkence ediyorlardı.

Arkamı dönüp bir şeyler diyecektim ki grubumuzda bir eksik fark ettim. Cansın yoktu. Emre'ye baktım ve omuz silkmekle yetindi. O zaman ne olduğunu anladım ve sağ omzumda asılı olan otomatik tüfeği alıp emniyeti açtım. Batuhan'a da aynısını yapması için talimat verdim.

Tabii ki tam beklediğim gibi Cansın adamlara en yakın olan arabanın arkasında elinde katana ile bekliyordu. Bir an göz göze geldik ve istemsiz bir şekilde yapmak istediği şeye onay verdim. Elime bir taş aldım ve bize yakın olan bir yere doğru savurdum. Adamlar dikkatlerini bu yöne verdikleri sırada Cansın arabanın arkasından çıktı ve çevik hareketlerle ilk önce birinin boynunu vücudundan ayırdı. Sonra parmak ucunda yarım daire çizerek diğerinin karnını deşti. Üçüncü kişi de ne olduğunu anlamadan kanlar içinde, kendini yerde yatar vaziyette buldu. Yerde yatana son darbeyi katanayı kalbine saplayarak yaptı Cansın. Saldırgan huyundan nefret ediyordum ama bunu daha iyi yapan biri daha yoktu evimizde.

"Ellerini çözün, kim olduğunu öğrenelim," dedim.

"Teşekkür ederim! Muhtemelen beni öldüreceklerdi. Siz olmasaydınız…"

"Boş konuşmaya gerek yok. Sana tek bir soru sormak istiyorum," dedi Batuhan.

"Evet?"

"Bahar'ı tanıyor musun?"

"Bahar mı? Siz nereden tanıyorsunuz onu? İki gündür bulamıyorum onu. Mert öldü ama Bahar'ı hiçbir yerde bulamadım."

"Bahar'ı birkaç gün önce bir taksinin bagajında bulduk. Sizi takip eden bağırtanların izini sürüyorduk."

"İyi olmasına sevindim. Bağırtanlar durmadan doğuya doğru devam ettiler. Bu arada, ben Mahir..."

Böylelikle grubumuz dört kişi olmuştu. Bu sefer geldiğimiz yerden değil, rotamızı biraz daha değiştirerek başka yönden gitmeye karar verdik. Sürekli aynı yerden gidip geldiğimiz için artık işe yarar hiçbir şey yoktu. Birkaç sokak daha yürüyüp başka bir caddeye çıktık ve şaşkınlıktan durmak zorunda kaldık. Caddede bir uçak enkazı vardı. Ne zaman düştüğü hakkında hiçbirimizin en ufak fikri yoktu. Uçağın etrafında iki tane bağırtan olduğunu gördük. Herkese durmasını söyledim ve yayımı omzumdan çıkardım. Oku yaya taktım ve derin nefes alarak gerebildiğim kadar gerdim. İlk oku attıktan sonra diğerinin anlayıp ses çıkarmaması için hızlı davranmam gerekiyordu. Bu noktada da katana ile Cansın devreye girecekti. Ben ilkini okla indirdikten sonra, ikincisinin afallamasından faydalanıp yakın saldırıda bulunacaktı.

Hedefime kilitlendim, nefesimi tuttum ve yayı serbest bıraktım. Daha ok hedefini bulmadan Cansın arabanın arkasından fırladı ve arkadakine doğru koşmaya başladı. İlk bağırtanın onu görmesiyle benim attığım okla yere yığılması bir oldu. İkincisi ise ne olduğunu anlamadan sırtından girip göğsünden çıkan katana ile son nefesini vermişti.

Hava kararmaya başlamıştı. Vaktinde evimize gidemeyeceğimizi biliyorduk. Bu yüzden bir metro istasyonu bulduk ve merdivenlerden aşağıya indik. Emre ve Batuhan fener yakıp en önden ilerlemeye başladı. Mahir en arkamızda bizi kollayarak geliyordu. Cansın ve ben de her ihtimale karşı silahlarımızla tetikte yürüyorduk. Bir vagon bulduk ve yanına çömeldik. Küçük bir ateş yakarak dinlenmeye başladık. Metronun içi küf ve toz doluydu. Tünellerin içinden gelen sesler ürkmemize sebep oluyordu. Metronun hiç bu kadar korkutucu olacağını tahmin etmezdim…

Şafak söktüğü sırada toparlandık ve yolumuza devam ettik. Yarım saat kadar yürüdükten sonra evimize varmıştık. Tabii ki kapıda elleri belinde ve sinirli bir şekilde Pınar bekliyordu.

"Neredesiniz siz?"

"Geceyi metroda geçirdik, zamanında gelemezdik," diye cevap verdi Emre.

"Bir daha uzun süre dışarı çıkmak yok!" dedi sinirli bir şekilde Pınar.

"Tabii ya, ne demezsin," dedim umursamaz bir tavırla.

Birkaç gün geçmişti ve yine dışarı çıkmaya hazırlanıyorduk. Bu sefer ben çıkmayacaktım dışarı. Geçtiğimiz bir hafta boyunca çok fazla çıkmıştım ve bu beni biraz yıpratmıştı.

"Taha, Selen ve Ahmet; bugün gözetleme görevi sizde olacak. Hiçbir şekilde riske girmenizi istemiyorum. Sadece sürü bulabilecek misiniz ona bakın. İsterseniz yüksek yerlerde gözlem yapabilirsiniz ya da fazla uzaklaşmamak şartıyla etrafta gezinebilirsiniz. Haydutlara ve bağırtanlara dikkat edin."

***

"Batuhan, herkesi korta toplayabilir misin?"

"Neden?"

"Toplantı yapmak istiyorum. Neler yapacağımızı konuşmamız gerekiyor."

"Herkesi toplamadan önce… Kafandakileri benimle paylaş."

"Bilmiyorum. Kafamda bir sürü şey var ama tam olarak ne yapmamız gerektiğini inan bilmiyorum. Yapmamız gereken en önemli şeylerden biri kendi savunmamızı geliştirmek ama."

Önemli bir sınavdan geçmek üzereydik. Birkaç yıl boyunca her şey güzel şekilde ilerlerken kendimizi bir anda bir savaşın içinde bulduk. Artık bir aile olmuştuk. Birbirimize alışmıştık. Dışarı çıkmak konusunda çoğu kişi profesyonel olmuştu artık. Yiyeceğimiz vardı, kendi ekinlerimizi yetiştiriyorduk. Dışarıdan malzeme getirmek de kolaydı. Ama artık değil... Yıllardır ilk kez sürü görmeye başladık. Dışarıdaki haydut sayısında da artış vardı. Haydutlar da bağırtanlar gibiydiler. Bizim gibi gruplardan kaçanlar veya kovulanlar iki veya üç kişilik gruplarla insanlara pusu kuruyor ve yiyeceklerini alıyorlardı. Kimilerini yakalayıp geri vermek için silah ve malzeme teklif ediyorlardı. Bu dünyada kimsenin kimseye güveni kalmamıştı.

"Herkes yaptığı işi bırakıp buraya geldiği için teşekkür ederim," diye başladım söze.

"Öncelikle aramızda üç arkadaşımız yok. Dışarıda sürülerin hareketlerini izlemek için gönderdim. Şu an burada bulunmamızın sebebi de bu. Sürüler şu ana kadar bize karşı bir tehdit oluşturmamış olsa bile bu oluşturmayacakları anlamına gelmez. Bu konuda herhangi bir önerisi olan var mı?

"Bu sürüler sese geliyor değil mi?" dedi Çağla.

"Evet, herhangi bir gürültü duydukları zaman onun kaynağını arıyorlar."

"O zaman sessiz olursak her şey hallolur," diye lafa girdi Pınar.

"Evet, söylediklerin çok hoş olsa da ne yazık ki böyle ilerlemiyor. Eğer sürüleri görmezden gelirsek ve çevremizdeki sürü veya bağırtan sayısı artarsa bu, dışarı çıkanlar için intihar olur."

"O zaman geriye hepsini yok etmek kalıyor," dedi Cansın.

"O konuda da haklısın. Tamam, yok edelim, ama nasıl? Batuhan?"

"Sürülerin apartmanda toplandıklarını biliyoruz. Yani genel olarak karanlık olabilecek yerleri seçiyorlar. Yakınımızda toplanmış bir sürü görürsek elimizi hızlı tutmamız gerek. Birkaç günden fazla kalmadıklarını da biliyoruz. Hazırlıklarımızı şimdiden yapıp ani bir saldırıyla cevap vermemiz gerekiyor bence," dedi Batuhan.

"Bu da güzel bir seçenek… Ama güzel seçenekler aramıyorum, mükemmeli arıyorum."

"Şimdi dinleyin," diye söze girdi Emre. "Kafamızdan çıkarmamamız gereken şey, bunların sese geldiğidir. Onur, içimizde elektronik konularından en iyi anlayan sensin. Restorandaki radyoyu çalıştırma şansın var mı?"

"Olabilir ama neden ki?"

"Onları şaşırtmamız lazım. Evet, apartmanda hepsi bir arada mükemmel bir av gibi görünse de onları açık bir hedef haline getirmiyor bu. Onları apartmanın dışına çekmemiz lazım. Bunun için de radyoyu kullanacağız. Apartmanın dışına fırlattığımız radyonun sesini duyduklarında hepsi onun başına toplanacak."

"Bu bizi de açık hedef haline getirmeyecek mi?" dedi Onur.

"Evet, ama planı yapan biziz ve onları gafil avlamak da bizim elimizde. Elimizde bol miktarda şişe ve alkol var. Bunun anlamı da şu: elimizde bol miktarda molotof var. Radyonun etrafına toplanan bağırtanlara ateş banyosu yaptırabiliriz."

"İşte bu, şu ana kadar sizden duyduğum en güzel plan," diye araya girdim.

"Sonrası ise tamamen bize kalmış. Bir tane makineli tüfeğimiz var. Onu mükemmel görüş alan bir yere sabitlememiz lazım, yanmayanlar için. Bol miktarda da otomatik tüfek var. Bence bu işi halledebiliriz."

"Bunu sevdim, evet. Bunu yapabiliriz ama bir konuya daha parmak basmak istiyorum: savunma."

"Onur, bu işi sana bırakmak istiyorum. Dizindeki sakatlık yüzünden dışarı çıkmayan ve evin çevresini en iyi tanıyanlardan biri sensin. Düşün, düşünmeni istiyorum. Neresi zayıf? Nereden daha kolay girebilirler? Bunların cevaplarını bana bu akşama kadar getirmeni istiyorum."

"Tamamdır."

"Sanırım şu anlık yeter. Aklınıza yeni bir fikir gelirse söylemekten çekinmeyin."

Eskiden hep böyle bir hayatın hayalini kurmuştum. Bunlarla ilgili hikâyeler yazıyordum. Zombilerle ve virüs salgınlarıyla ilgili olan her diziyi ve filmi izlemiştim. Tam istediğim hayattı. Çevremdeki herkes de biliyordu zaten bunu. Şimdi tam olarak o hayatın içindeyim. Eskiden her şey çok güzel ve sakindi ama şu an ters tepti. Böyle bir hayat istiyor muyum diye sorarsanız, hayır. Çok fazla ölüm gördüm, çok fazla kan gördüm. O hikâyeleri yazarken ya da böyle bir hayatın hayalini kurarken bu tür şeyleri düşünmüyorsunuz. Sadece sonu iyi biten bölümler yazıyorsunuz veya hayal ediyorsunuz. Çoğu arkadaşım yanımda, evet. Peki ya şu an yanımızda olmayanlar? Düşüncelere dalmış bir haldeyken telsizimin cızırtılı sesiyle irkildim.

"Can, geldiler."

"Tamamdır, taş binaya gelsinler, en üst kata. Onlarla özel olarak konuşmak istiyorum."

Selen, Taha ve Ahmet dışarıya çıkalı neredeyse üç gün olmuştu. Önemli haberler ile geldiklerine emindim. Dışarıya çıkan insanlarımızın geri geldiğini görmek çok güzel oluyordu. Hasret giderip sarıldıktan sonra hızlı bir şekilde konuya girmek istiyordum.

"Evet, anlatabileceğiniz neler var?"

"Herkesi toplayıp uyarmalıyız ve hazırlıklı olmalıyız," dedi Selen.

"Ne için?"

"Kafandan ne geçiyor biliyorum. Neden hazırlıklı olmamız gerektiğini biliyorsun, seni tanıyorum," diye araya girdi Taha.

"Evet, biliyorum. Ama detaylı bir şekilde açıklama yapmak zorundasınız bana."

"Tamam, bak. Biz şu an Fenerbahçe'deyiz değil mi? Sen çok ayrılma dedin ama biz sahilden devam ederek Bostancı'ya kadar gittik."

"Aferin size, devam et."

"Orada bir sürü var. Sayısı bizim gördüğümüzden daha fazla. Yaklaşık yüz yirmi kadar sanırım ve ağır adımlarla buraya doğru geliyorlar."

"Ne yapmamızı öneriyorsunuz peki? Sürüyü gören sizsiniz."

"Mola vermiş gibi gözükmüyorlardı. Muhtemelen iki veya üç günümüz var buraya gelmeleri için. İnanılmaz yavaşlar gerçekten. Herhangi bir uyaranları yok."

"Güzel, iki veya üç gün demek. Bu bizim için yeterli bir süre sanırım."

"Ne yapmayı planlıyorsun?" dedi Ahmet.

Onlara toplantıda konuştuklarımızı anlattım. Nasıl saldırı yapacağımızı veya savunmamızdaki zayıflıkları nasıl güçlendireceğimizi…

"Güzel, saldırı fikrini sevdim," dedi Selen.

"Evet, şu ana kadar gelen en iyi fikirdi ama yine de her zaman risk vardır. Bu riski en aza indirmek için kafa patlatıyorum. Neyse, iyice dinlenin. Teşekkür ederim."

"Batuhan, akşam abimi ve Taha'yı da al odama gelin, sana sürprizim var."

"Tamamdır."

Önümüzdeki günler bize ne gösterecek bilmiyoruz. Bunu başarabilecek miyiz, hayatta kalabilecek miyiz bilmiyorum. Bu zamana kadar iyi idare ettik ama karşımızda sayıca bizden üstün bir düşman var.

"Evet, beyler, hoş geldiniz."

"Niye topladın lan bizi buraya," dedi Emre.

"Buraya gelmek için de Pınar'dan zor izin aldın sanırım."

"Siktir git."

"Neyse, boş konuşmaya gerek yok. Bu odadaki herkes birbirini yirmi yıldan fazla bir süredir tanıyor. Önümüzdeki günler de zorlu geçecek. Belki de şu an bu odada olan kişileri birkaç gün sonra bir daha göremeyeceğiz. O yüzden size bir sürprizim var."

"Nedir?"

"Bekleyin."

Arkamı döndüm ve rafları kurcalamaya başladım. Çekmeceyi açtım ve arka tarafından iki tane şişe çıkardım.

"Siktir, viski mi lan o?" dedi Batuhan.

"Böyle bir günün geleceğini biliyordum."

"Bunca zaman bizden sakladın mı lan bunları," diye araya girdi Taha.

"Sizden saklasam neden sizinle içeyim? Birlikte geçireceğimiz son gece olabilir. O yüzden şu an çıkartıyorum, biraz eskilerden konuşup viskimizi içelim."

Viskiyi açtık ve bardaklara doldurduk. Birkaç saat boyunca şu anki durumumuzdan, gelecekten ve geçmişten konuştuk. Yirmi yılını beraber geçirmiş bu dört kişi için çok da zor olmayan konulardı. Eskiden de oturup geleceğimizden bahsederdik ama bu durumda olacağımızı hiçbirimiz düşünmüyorduk. Şu an yaşadığımız hayatta herkes birilerini kaybetti. Hepimiz ailelerimizi kaybettik. Taha, sevgilisinin kollarında can verdiğini gördü. Batuhan, annesinin cansız bedenini geride bırakmak zorunda kaldı. Yaşadıklarımız çok ağır... Ona rağmen bu tür şeyleri geride bırakıp hayatımıza devam ettik.

"Altınoluk'taki balkonu hatırlıyor musunuz," diye gülerek sordum.

Batuhan ve Taha kahkahalara boğuldu bir anda.

"Hayatım boyunca peşimi bırakmadı o balkon," diye devam etti Taha. "Hayatımı değiştirdi. Bildiğim her şeyi unutmuştum. Benim için yeni bir çağ demekti."

"Haha, o anı hiç unutamıyorum."

Şişelerin dibini gördükten sonra Emre çıkıp Pınar'ın yanına gitti. Biz ise olduğumuz yerde sızıp kalmıştık. Eskilerden konuşmak hepimiz için rahatlatıcı olmuştu. Bu olaylar yaşanmadan önce eğlenebildiğimiz ve korkmadan gezebildiğimiz zamanlardı.