"Herkes hazır olsun. Beklediğimiz an geldi," dedim telsizden herkese.
İşte, zamanı gelmişti. Her şeyin sonu gelmek üzereydi. Yeni bir başlangıç için bir devri kapatmanız gerekiyordu ve biz kapatmaya hazırdık. Ne pahasına olursa olsun evimizi koruyacaktık ve buradaki yaşamı devam ettirecektik.
"Giderek yaklaşıyorlar," dedi telsizden Çağla.
"Bölge 3, orada mısınız?"
"Evet," dedi Berk.
"Sizin tarafınızdan geliyorlar. Kafanızı çıkarmamaya gayret edin. Eğer bir şeyler görürseniz sessiz bir şekilde telsizden haber vermenizi istiyorum."
"Anlaşıldı," dedi Selen.
3. savunma bölgesinde Selen ve Berk duruyordu. Berk'e tam olarak güvenmesek de Selen kendini koruyabileceğini söylediği için onunla baş başa bırakmak zorunda kalmıştık. Elimizde savaşacak insan gücü yetersizdi. Mahir ve Ahmet'i sürü ile savaşırken kaybetmiştik. Alp ise haydutların baskın yaptığı sırada ölmüştü. Bugün yapacağımız bu savaşta olabildiğince az kayıp vermemiz gerekiyordu.Geleceğimiz buna bağlıydı.
Filmlerde önemli olaylar olurken zaman yavaşlardı ya da dururdu. Gerçekten de öyle oluyormuş. Bunu bir kez daha yaşıyorum. Bir anda hayatınızda yaşadığınız bütün anılar gözünüzün önünden geçiyor. Bu durumun her zaman ölmek üzereyken olduğunu sanıyordum ama hayır. Öleceğinizi hissettiğiniz zamanlarda da oluyor. Şu an hayatta olma sebebim, sürü ile savaşırken abimin hayatımı kurtarmasıydı.
Abim ile, ailemizi bundan 2 sene önce kaybettik. O zamanlar ailemizi yöneten kişi babamızdı ama annemizin hastalığı yüzünden ilaç bulabilmek için dışarıda arama yapıyorduk. Nereden geldiğini bilmediğimiz bir bağırtan saldırısı sonucu babamızı kaybettik. Boğazından ısırılarak bulunduğumuz yerde hayata gözlerini yummuştu. Şu an yaşadığımız hayatta tek şanslı olduğumuz konu, eskiden izlediğimiz filmlerdeki gibi, insanlar ısırıldıktan sonra dönüşmüyordu. Dünya üzerindeki bağırtan sayısı sabitti. Ne kadar öldürürseniz o kadar azalıyorlardı. Virüsün ilk yayıldığı zamanlarda hastalığı kapıp sonradan iyileşenler mutasyon sonucu yavaş yavaş bağırtana dönüşmüşlerdi. O dönemlerde virüs kapmamış olanlar da insan olarak kalmışlardı.
Babamın ölümünden birkaç ay sonra annemiz acıya daha fazla dayanamayıp intihar etti. Bu süreç bizim için gerçekten çok zordu. Emre ve ben çoğu şeyden elimizi ayağımızı çekmiştik. Ailemizi Batuhan ve Cansın yönetmeye başlamıştı. Ama bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Bu ailenin var olmasının sebebi bizdik ve tekrardan kontrolü ele almak zorundaydık. Batuhan ve Cansın iyi yönetmedikleri için değil, kendi ailemizi yüzüstü bırakmamak için kontrolü tekrardan ele almak zorundaydık.
Geçen birkaç hafta boyunca abimle kendimize geldik ve bize bu süreç içerisinde ailemizdeki insanların çok yardımı oldu. Yönetimi tekrardan ele alacağımızı bilmelerine rağmen bu konuda Batuhan ve Cansın'ın da bize çok yardımı oldu. Ailenin başına tekrardan geçtikten sonra yavaş yavaş babamın hayalini gerçekleştirmeye devam ettik. Ailemizin güvenliğini sağlamak için evimizin en az 5 sokak kadar ötesindeki her yeri temizledik. Bütün apartmanların temiz olduğunu garantiledik ve sürekli devriye attık.
Şimdi olduğumuz yerdeyiz. Rahat geçirdiğimiz birkaç yılın ardından kısa sürede hem sürü ile hem de haydutlarla uğraşır bulduk kendimizi. Önceki hayatımızda olduğu gibi insanlar bu hayatta da birbirleriyle anlaşamıyorlardı. Herkesin kafasında hayatta kalmak için iş birliği yapmak değil öldürmek vardı. Biz de onların bildiği şekilde cevap verecektik: öldürerek.
"Duyuyor musunuz?" dedi Selen telsizden.
"Evet, son durum nedir?"
"Seslerini duyuyoruz, iyice yaklaştılar. Ağır hareket ediyorlar."
"Tamamdır, tetikte olun. Arkanıza dikkat edin. Apartmanları kontrol ederek gidiyor olabilirler."
Telsizle gözcülerimize ulaşma zamanımız gelmişti.
"Başak veya Çağla, orada mısınız?"
"Evet, buradayız."
"Kaç kişi olduklarını seçebiliyor musunuz?"
"Şu an için görebildiğimiz 6 kişi var."
"Emin misiniz? Savaşacak en az 15 kişi getireceklerini tahmin ediyorduk."
"Konuşmayı kesin de beni dinleyin," dedi bir anda Emre. "İki taraftan da geliyorlar. Bize yakın olan bölgede de sesler var ama bir şey göremiyoruz. Dikkatli bir şekilde bakabilir misin Çağla?"
"Tamamdır, hallediyorum, beni bekleyin."
Aradan sessiz birkaç dakika geçtikten sonra tekrardan tanıdık bir ses duyduk telsizden.
"Gördük. Emre, sol tarafınızdan 6 kişilik bir grup daha geliyor. Ellerinde meşale yok. Sessiz bir şekilde, görünmeden gelmeye çalışıyorlar."
"Batuhan, beni duyuyor musun?"
"Evet, duyuyorum."
"Şimdi zamanı. Daha fazla yaklaşmalarına izin vermeden şalteri kaldırman gerekiyor."
"Tamamdır, hallediyorum."
Bulunduğumuz yerden Batuhan'ın balo salonunun arka tarafına doğru koştuğunu görebiliyorduk. Bu gibi durumlar için zamanında evimizin çevresine ışıklar yerleştirmiştik. Açıldıktan sonra düşmanların gizliliği tehlikeye girmiş olacaktı.
"Can, duyuyor musun?"
"Evet, duyuyorum."
"Açıldı mı?"
"Hayır."
"Siktir. Onur gitmeden önce ışıklara bir şey yapmış olmalı."
"Orospu çocuğu. Deneyebileceğin herhangi bir şey yok mu?"
"Bu işlerden anlamıyorum. Sadece Onur ve Alp anlıyordu ama ikisi de bildiğin gibi aramızda yok."
"Tamamdır. Daha fazla riske girmeden yerine dön. Bildiklerimizi size bildiririz daha sonrasında. Bu kanalda kalın. Bilgi kirliliği olmasın."
"Anlaşıldı."
Onur gitmeden önce ışıklarımızı bozmuştu. Bunun kendileri için büyük bir dezavantaj olduğunu biliyordu. Onu elime geçirirsem neler yapacağımı kimse tahmin bile edemez.
"Emre, duyuyor musun beni?"
"Evet, hızlı ol."
"Tamamdır. Işıklar bozulmuş. Onur bir şeyler yapmış olmalı. Orada, karanlıkta tek başınasınız haberiniz olsun. Gözlerini dört açın ve dikkatli olun."
"Çağla, beni duyuyor musun?"
"Evet."
"Işıklarımız bozuk. Gözünüzü dört açın. Her gelişmeyi bana bildirmenizi istiyorum. Bundan sonrası zor olacak."
"Anlaşıldı."
Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Sayabildiğimiz haydut sayısı şimdilik 12'ydi. Bizde ise savaşacak kişi sayısı 8'di. Sessiz bir şekilde, planladığımız gibi, birkaç tanesini indirebilirsek sayımızı hiç değilse dengelemiş oluruz.
"Duyuyor musunuz?" diye seslendi Berk.
"Evet, bir şey mi oldu?"
"Sesler yaklaştı. Birkaç kişi artık görüş alanımızda. Duvarlara yaklaştılar."
"Tamamdır, izlemede kalın ve tetikte olun. Gruptan ayrılan birileri olursa indirin."
"Anlaşıldı, dikkatli olun."
"Siz de."
Artık her şey başlamak üzereydi. Tuzaklarımız ve restorana hazırladığımız sürprizin çalışmasından başka çaremiz yoktu. Haydutlar kampın boş olduğunu anlamasınlar diye nöbet noktalarına oturan kuklalar yerleştirmiştik. Eğer ayakta dururlarsa hareket etmedikleri için bir süre sonra anlayabilirlerdi ama oturan kukla koyarsanız uyuduğunu düşünüp şüphelenmeyeceklerdi. En azından bizim düşüncemiz buydu ve şu an için herhangi bir sorun çıkmadı.
"Batuhan, duyuyor musun?"
"Evet, dinliyorum."
"Sizin tarafınızdan gelmiyorlar ama restoran tarafında karşınıza çıkacaklar. Eğer kulübün içini dolanacak olurlarsa kır bahçesinden gelebilirler. Dikkatli olun."
"Tamamdır."
"İstediğimiz yerden girecekler," dedi Selen.
"Ayı kapanının oradan mı giriyorlar?"
"Evet."
"Çok iyi. Tetikte kalın. Sonuncu girmeden mutlaka biri ayı kapanına takılır. Sonuncuyu okla indirebilir misin?"
"Merak etme, elimden geleni yapacağım."
Orada olanlardan uzakta bir şekilde sadece telsiz konuşmalarına bağlı hareket etmek, gerçekten beni germekten başka bir işe yaramıyordu.
"Taha."
"Efendim abi."
"Burada beklemekten sen de sıkılmadın mı?"
"Ne zaman soracaksın diye bekliyordum."
"Güzel, gidelim."
Malzemeleri topladık ve tüfeklerimizi alarak aşağıya indik. Evimizin demir kapılarından tırmanarak otoparka girip makineli tüfeği konuşlandırdığımız kamyona doğru gittik.
"Selam gençler."
"Siktir! Korktum oğlum neden öyle geliyorsun?"
"Buna hazırlıklı mısın diye bakmaya geldim."
"Siz neden yerinizde değilsiniz?"
"Saldırı bizim tarafımızdan yapılmıyor. Sıkıntıdan patladık ve meydana inmeye karar verdik."
"Dikkatli olun."
"Hatırlattığın için teşekkür ederim."
Taş binaya doğru hareket ettik ve merdivenlerden çıkarak en yukarıya çıktık. Buradan restoran ve tenis kortlarının tamamını çok rahat bir şekilde görüyorduk. Eskiden burası muhasebe katıydı. Pencerenin dibine çöktük ve etrafı izlemeye başladık. Telsizi -alanın içinde olduğumuz için ve çok ses çıkaracağı için- kapattığımız için olan bitenden şu an için haberimiz yoktu.
***
"İleride bir eczane var. Can, sen sokağın sağ tarafından git. Emre sen de sol tarafından. Hemen arkanızda olacağım."
Boş sokakta ilerlemeye ve karşımıza çıkan tek tük bağırtanları indirmeye devam ediyorduk. O zamanlar sürü hakkında hiçbir şey bilmiyorduk çünkü görmemiştik. Sürüye dair bir söylenti de duymamıştık. O zamanlar sokaklar bir nebze daha doluydu. Bağırtan sayısı da hayatını yollarda geçiren gezginler sayısı da daha fazlaydı. Kısa bir ıslık çaldım ve abimle babamın dikkatini üstüme çektim. El hareketleriyle karşımızda 2 tane bağırtan olduğunu işaret ettim.
"Ben sağdakini, sen soldakini…"
Abim anladığını işaret eden bir hareket yaptı. İkimiz de yayımızı gerdik ve hazırlandık. Anlaştığımız üzere ilk atışları her zaman abim yapardı. Onun yay sesini duyduktan sonra ikinci atışı yapıp bitirici vuruşu yapardım.
"Güzel, işte eczane… İçeride dikkatli olun çocuklar. Etrafınıza iyice göz gezdirin. Burası karanlık, içeride neler olduğunu bilmiyoruz."
"Tamamdır, baba."
İçeri girdik ve raflara göz atmaya başladık. Aradığımız ilacın adını bilmiyorduk ama üstünde yazanları okuyarak doğru ilacı bulacağımıza inanıyorduk. Babamın "Buldum," demesiyle rafların devrilmesi bir oldu. Abim de ben de hızlı bir hareketle sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladık ama artık çok geçti. Babam kanlar içinde, gözleri fal taşı gibi açılmış, çığlıklar içinde yerde yatıyordu. Bağırtanların en sevmediğim özellikleri buydu. İlk önce insanları acı verici ama öldürücü olmayan yerlerinden ısırıyorlardı. Karın, bacak, surat… En sonunda da boyunlarından ısırıp son noktayı koyuyorlardı. Bağırtanla birkaç saniye göz göze geldikten sonra, biz daha hamle yapamadan dişlerini babamın boynuna geçirdi. Kalakalmıştım. Abimin attığı ok bağırtanın kafatasını yarmıştı. Neler olduğunu anlamamıştım. Bu gerçek olamazdı.
"Hey! Sana diyorum. Yardım et bana."
Abimin bana ne zamandır seslendiğini bilmiyordum. Dünya durmuş gibiydi. Her şey bitmiş gibi geldi o anda.
"Kaldırmama yardım et şunu."
Konuşamıyordum, hareket edemiyordum.
"Orada heykel gibi duracağına gel şuraya dedim sana!"
Ne yapacağız?
Abimin gelip tokat atmasıyla kendime geldim.
"Kime diyorum ben? Yardım et de babamızı kaldıralım."
"Ben… Üzgünüm. Geliyorum."
Babamı kaldırdık ve abim onu sırtlayıp yavaşça eczanenin dışına doğru yürümeye başladı.
"İlaçları almayı unutma. Babamızı kaybetmiş olabiliriz ama o ilaçlara ihtiyacımız var," dedi arkasını dönmeden.
Hareketlerimin ne kadar yavaş olduğunu fark edemiyordum. Yol boyunca defalarca abim tarafından azarlanmıştım. Şimdi ne olacak? Annemize ne diyeceğiz? Kendimi boşlukta hissediyordum. Her şey bitmişti. Yapabileceğimiz bir şey yoktu. Babamızı kaybetmiştik.
***
"Taha, sen burada bekle. Ben kır bahçesinden dolanıp neler olduğuna bakacağım."
"Dikkatli ol."
"Eğer kendini tehlikede hissedersen ne yapacağını biliyorsun. Götürebildiğin kadar haydut götür diğer tarafa."
"Bundan emin olabilirsin."
Taha ile birbirimize sarıldık ve sanki son kez bir araya geliyormuşuz gibi veda ettik. Taş binanın merdivenlerinden inip dışarıya göz gezdirdikten sonra çıktım. Binanın sağına doğru giderek kır bahçesine, oradan da oyun alanın girdim. Burası gerçekten çok karanlıktı ve her taraf ağaçlar ile çevriliydi. Yavaşça ezberlediğim yolları giderek kapıdan çıktım ve kortların oraya gittim. Dar duvarlar arasında sessizce yürüyerek depoya geldim. Karşımda 3 tane haydut vardı. Selen ve Berk'in gördüğü haydutlar bunlardı. Planımız şu an için işe yarıyor gibi gözüküyordu. Telsiz olmadığı için duymamış olsam da bir tane haydudun ayı kapanına takıldığını ve diğerlerinin onu çıkarmaya çalıştığını görebiliyordum.
Biraz daha bekledikten sonra 6 haydudun da duvardan atladığını gördüm ama hâlâ bekliyorlardı.
Sonuncusunu indirmeleri gerekiyordu, dedim kendi kendime. Haydutların ne yapmaya çalıştığını anlamak için hareket etmeden biraz daha bekledim. Sonrasında bir kişinin daha duvardan atladığını gördüm. Siktir, bunu gerçekten beklemiyordum. Berk mi lan o! Bize tuzak kurmuştu. Benim yüzümden. Yeniden... Nasıl böyle bir şeye izin verebildim! Başından beri her şey planlanmıştı. Selen? Onu bulmam gerekiyordu. Tekrardan yavaş bir şekilde oyun alanına gittim ve kaydırağın tepesinden duvarların dışına atladım. Hızlı adımlarla giderek 3. savunma bölgesi olarak adlandırdığımız apartmanın girişine geldim. Hızlı bir şekilde üç kat merdiven çıkarak daireye girdim. Lütfen böyle bir şey olmasın. Selen'in bedeni yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu. İlk yaptığım şey yanına koşarak nabzına bakmak oldu.
"Emre, beni duyuyor musun?"
"Evet, Can. Neredesin sen? Sana ulaşmaya çalışıyoruz?"
"3. savunma bölgesindeyim. Berk bize ihanet etti. Selen'in kafasına sert bir şeyler vurmuş ama baygın, merak etmeyin."
"Siktir! Böyle bir şey olacağını biliyordum."
"Telsizim kapalı olduğu için sizi duymadım. Neler oluyor?"
Telsizden bir iç çekiş duydum.
"Haydutların hepsi duvarların içine girdi. Bir tane arkada kalanı indirdik ama anlamaları uzun sürmez. Bir şeyler yapmamız lazım."
"Saldırmamız gerekiyor. Onların sayısı bir arttı ama bizimki de bir azaldı. Saldırıya geçmemiz lazım. Taha'ya ulaşacağım. Taş binanın en üstünde şu anda. Biraz daha bekleyelim ki restoran kısmına doluşsunlar. Sonrasında benzini ateşe verelim."
"Tamamdır, dikkatli ol."
"Telsizden size ulaşamayacağım. Savunma bölgesinden aşağıya inip duvar içinde yerinizi alın. Benzin alev aldığı zaman saldırıya başlıyoruz. Batuhan, duydunuz mu?"
"Anlaşıldı."
"Evet, duyduk, anlaşıldı."
Tekrardan duvardan atlayarak oyun alanına doğru koşmaya başladım. Artık zamanımız yoktu ve hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Hızlı bir şekilde oyun alanını geçip kır bahçesine girdim. Oradan da sola dönerek taş binaya girdim. Merdivenleri çifter çifter çıkıyordum. En sonunda muhasebe odasına girdim ve Taha'yı gördüm.
"Durum nedir?"
"Toplanmaya başladılar. Bizim burada olmadığımızı anladılar."
"Ama buradayız, değil mi? Başlıyoruz. Patlama zamanı geldi. Emreler duvarların içine girip yerlerini alacaklar. Alana toplandıklarında benzini halledeceğiz ve çatışma başlayacak. Hazır mısın?"
"Her zaman."