"Hey, kapıları açın, yardım edin!" diye seslendi kapıdakilere Emre.

"Ne oldu?" diye heyecanlı bir şekilde sordu Ceren.

"Bağırtan!"

Hiçbir şeye dokunmadan otoparkın içinde geziniyordum. Kaçmaya çalışıyordum. Uzaklaşmaya çalışıyordum. Annemize ne diyecektik? Babamı restorana götürdüler ve sandalyeleri birleştirip üstüne koydular.

"Anneme söylememiz lazım." dedi Emre yanıma gelerek.

"Ben yapamam." dedim boş bakan gözlerle.

"İkimiz de yapacağız. Ne sen ne de ben. İkimiz gideceğiz ve söyleyeceğiz."

"Nasıl yapacağımız hakkında bir fikrin var mı?"

"Daha önce de insanlarımızı birçok kez kaybettik. Bu sefer farklı, biliyorum ama söylememiz gerekiyor."

Ağabeyimle beraber yavaşça taş binanın merdivenlerini çıkıp annemin yanına geldik.

"Anne," dedim duygusuz bir şekilde.

"Anne, sana ilaçlarını getirdik." dedi Emre.

Şu an konuşması gereken kişi Emre'ydi.

"Anne, sana bir şey söylememiz lazım."

"Söylemenize gerek yok oğlum. Hepsini gördüm."

"Gördün mü?" dedim şaşırmış bir halde.

"Bu odadan restoranın tamamını görüyorum biliyorsunuz."

Annemin bu kadar duygusuz konuşması beni şaşırtmıştı ama bunun bir şok olduğunu ağabeyim de ben de biliyorduk.

"Bana sadece nasıl olduğunu anlatın." dedi.

İkimiz de annemizin yanına oturup olanları anlattık. Aramızdaki en dikkatli kişi babamdı. Muhtemelen ilaçları bulduğu zaman dikkati dağıldı ve bağırtanı göremedi. Bunun tek açıklaması buydu. Bir anlık heyecan onun sonu olmuştu.

***

"Haydutların içinde eksikler var." dedim Taha'ya.

"Nasıl yani?"

"Asil yok, Onur yok ve en önemlisi babanın tasvirine uyan biri yok."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bu savaşı kazansak bile hiçbir şey bitmeyecek demek istiyorum."

"Harekete geçmemiz gerekiyor. Molotof yanında mı?"

"Evet, ama sadece bir tane..."

"O da işimizi görür. Şuradaki adamı görüyor musun?"

"Evet."

"O biraz daha yaklaşsın başlıyoruz."

Bunun bir son mu olacağını yoksa yeni bir başlangıç mı olacağını bilmiyorduk. Telsizimi açtım, son kez açtım ve sadece tek bir kelime söyledim: Başlıyoruz.

"Şimdi!"

Taha'nın Molotof atmasıyla her şey başlamıştı. Benzinin parlamasıyla etrafın gündüz olması bir olmuştu. Sert bir patlama olmuştu. Taha ile beraber patlama anında saklandığımız duvardan ayrılıp otomatik tüfeklerimize sarıldık. Haydutların toparlanmasına izin vermeden üstlerine mermilerimizi yağdırdık. Emre ve Cansın da bize katılanlar arasındaydı. Sağ tarafımızdan gelen makineli tüfek seslerini duyabiliyordum. Her köşeden mermi yağdırıyorduk üstlerine. Alevlerin içinde üstlerine mermi yağan haydutların hiçbir şansı yoktu. Her şey güzel gidiyordu. Ta ki Taha'nın yanımda yere yığıldığını görene kadar...

"Artık ateş etmeyi bırakabilirsin," dedi arkamdan bir ses.

Arkamı dönmemle donakalmam bir oldu.

"Seninle daha açık konuşayım. Saldırıyı bitirmeniz için 1 dakikanız var. Yoksa bu iki arkadaşın gözünün önünde can verir."

Batuhan ve Bahar ellerindeydi. Bizim göremediğimiz 3. bir grup yollamışlardı arkamızdan. Bu grubun içinde daha demin göremediklerimiz vardı. Asil, Onur ve Baba… Diğer 3 kişiyi tanımıyordum. Normal haydutlardı.

Telsizimi açtım ve seslenmeye başladım.

"Ateşi kesin, ateşi kesin. Her şey bitti. Batuhan ve Bahar ellerinde... Taha baygın, yanımda yatıyor. Eğer durmazsak onları öldürecekler."

Cümlemi bitirmem ile mermi seslerinin kesilmesi bir oldu. Arkamı dönüp restorana bakmamla beraber etrafın kararması bir oldu.

***

Kendime geldiğimde kafama bir bez geçirildiğini fark ettim. Etraf karanlıktı ama odada benden başkalarının da olduğunu anlayabiliyordum. Konuşmaya çalıştım ama ağzımın da bant ile kapatıldığını anladım.

"Kazanamayacağınız bir savaşın içine girdiğinizi biliyor olmalıydınız," dedi bir ses.

Yanımda çırpınanların sandalye seslerini duyabiliyordum. Diğerleriyle birlikte bir odada kapatılmış durumda olduğumuzu o an anladım. Muhtemelen hepimizin gözleri ve ağzı kapalıydı. Bantlı ağızlarından çıkan sesleri duyabiliyordum. Çıkan sesler yankı yapıyordu. Muhtemelen boş bir odanın içindeydik.

"Çıkarın kafalarındakini," dedi aynı ses.

Kafamdaki bez parçası çıktığında gözlerimin ışıktan acıyacağını sandım ama oda sadece mumlarla aydınlatılmıştı. Etrafıma baktım ve odada sadece erkeklerin olduğunu gördüm. Emre, Batuhan, Taha ve ben.

"Diğerleri hakkında endişelenmeyin," dedi bakışlarımı anlarmışçasına.

Çağla. Başak. Sena. Diğerlerine ne olmuştu? Yakalanmışlar mıydı?

"Bizim kim olduğumuzu biliyorsunuz," diye lafa başladı yüzünde maske olan adam.

Baba.

"Kazanamayacağınız bir savaşta kendinizi umutla doldurdunuz. Bu sizin en büyük hatanızdı."

Diğerleri nerede?

"Onur'u getirin bana."

Onur. Orospu çocuğu. Dışarıdan gelen ayak seslerini duyabiliyordum. Kapı gıcırtılı bir şekilde açıldı ve içeriye Onur girdi.

"Beni emretmişsin, Baba."

"Onlara neleri yanlış yaptıklarını anlat."

Kazanamayacağımız bir savaş.

"Öncelikle evin çevresindeki ışıkları bozarak işe başladık."

Bunu biliyoruz.

"Sonrasında ise her gün sizi izlemeleri için adamlar yolladık."

Bunu da biliyoruz.

"Ama birinin yakalanması gerekiyordu."

Berk.

"Yakalanan kişi sizin güveninizi kazanacaktı ve savaş günü geldiğinde size ihanet edecekti. Bunu zaten anlamışsınızdır. Bu kişi Berk'ti. İşini de çok iyi bir şekilde yaptı."

Onur konuşmasına devam ederken gıcırdayan kapı hızlı bir şekilde açıldı ve Baba'nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Baba içerideki adamlardan birine bakıp kafa işareti yaptı ve iki kişi tekrardan heyecanlı bir şekilde dışarı çıktı.

"Benzin ile yaptığınız numara takdir edilecek kadar iyiydi. Ama arkanızdan gelen üçüncü saldırı grubumuzu göremediniz. Bunun sebebi savunma noktalarından birini boş bırakmanızdı. Bunu yapacağınızı zaten biliyorduk çünkü iki grup da evinizin arka tarafından dolanarak geldi. Evin önündeki savunma noktasında durmanız için hiçbir neden yoktu."

Şansımız yokmuş. Baba dedikleri kişi Onur'u parmağıyla susturdu ve konuşmaya kendisi devam etti.

"Sizin yüzünüzden 8 adamımı kaybettim. Yerinin doldurulması zor 8 adam. Bunun hesabını kim verecek?"

Buradan kolay kurtulamayacağız.

"Siz verecek…"

Tam o anda odanın dışında bir patlama gerçekleşti. Hayır… Bir değil. Üç patlama gerçekleşti.

"Çabuk dışarıda neler olduğuna bakın!" dedi Baba bağırarak.

Beklemeye başladık. Bir saldırı mıydı?

"Baba… Bağırtanlar."

Bağırtanlar mı? Buralarda bağırtanlara çok rastlanmaz. Sürüden sonra bomboş kalmıştı sokaklar. Emre ve Batuhan ile göz göze geldik. Hepimizin elleri bağlıydı. Kıpırdayamıyorduk.

"Gidelim," dedi Baba.

Odada sadece 2 kişi kalmıştı. Geri kalanlar patlama noktasına doğru hızlı bir şekilde gitmeye başladı. Birkaç dakika sessiz bir şekilde dışarıyı dinlerken gıcırdayan kapı tekrardan açıldı.

"Çabuk buraya gelin, onlar yalnız kalabilir, yardıma ihtiyacımız var."

Asil.

"Baba'ya gidip emirlerine uymadığınızı söylemememi mi istiyorsunuz?"

Asil diğerlerini odadan çıkartarak birkaç dakika sonra tekrardan odaya geldi. Ağzımızdaki bantları çıkardı ve teker teker ellerimizi çözmeye başladı.

"Ne oldu?" diye sordum heyecanlı bir şekilde.

"Bağırtanlar kampa saldırdı. Sürü halinde. Neden ve nasıl bilmiyoruz. Ama öncesinde kampın içindeki patlamaları duydunuz sanıyorum. Dışarıdan gelen bir saldırıydı."

Bağırtan sürüsü, dışarıdan gelen bir saldırı… İşler garipleşiyordu. Nasıl?

"Kadınların nerede olduğunu biliyor musun?"

"Biliyorum ama kampın diğer tarafında. Birçok kişiyi aşmamız gerekiyor onun için."

"Bize silah bulabilirsen hallederiz."

"Tamamdır, beni takip edin."

Başlıyoruz. Odadan etrafı kolaçan ettikten sonra çıktık ve sessiz bir şekilde kampın etrafını dolaşarak cephanelik olarak kullandıkları odaya doğru gitmeye başladık. Herkes etrafta koşuşturuyordu.

"Bunlar nasıl olur?" diye sordu Batuhan.

"Bilmiyorum ama bir fikrim var. Asil, Çağla, Başak ve Sena. Onları buldular mı?"

"Hayır, onlar getirilmedi."

"O zaman bu onların işi olabilir."

"Ama nasıl olur? Onlar… Korkak değil mi biraz?"

"Sen tek kalsan ne yapardın? Bütün ailen ve arkadaşların haydutların elinde… Her şeyi göze almaz mısın?"

"Evet ama… Neyse, şuradan bir kurtulalım da öğreniriz neler olduğunu."

***

"Geldik. Burası."

"Kimse yok, herkes bağırtanları püskürtmek için gitmiş olmalı."

Etrafımıza baktık ve kimsenin olmadığına emin olduktan sonra içeri girdik. Asil tüfeğinin ucundaki feneri açarak etrafı aydınlattı. Emre, Batuhan, Taha ve ben alabildiklerimizi aldık ve omuzlarımıza kadınlar için yedek tüfek asıp odadan çıktık.

"Şimdi ne yapıyoruz?" dedi Emre.

"Karşı taraftaki odayı görüyor musunuz?

"Tuğla olan mı?"

"Evet."

"Kadınları orada tutuyorlar."

"Tamam, o zaman hızlı bir şekilde gidiyoruz."

"Bekleyin. Nöbet noktaları orayı çok rahat görüyor ve yukarıda hala insanlar var."

"Ne yapmamızı öneriyorsun?"

"Dikkatlerini dağıtmamız gerekiyor."

"Bunun çok kolay bir yolu var."

"Ne var kafanda?"

Cephaneliğe tekrardan girdik.

"İşte tam istediğim şey. Bunlardan hala kaldığını bilmiyordum."

"Bizim gibi değiller, araçlarını kullanmaktan çekinmiyorlar, uzun yollara gidiyorlar yağmalamak için. Aklınıza gelmeyecek her şeye sahipler," dedi Asil.

El bombalarını aldık ve tekrardan dışarı çıktık.

"Siz gidebildiğiniz yere kadar gidin. Bu el bombalarını cephaneliğin içinde patlatacağım. Böyle bir patlamanın boyutunu tahmin edebiliyorsunuzdur. Bu dikkatlerini dağıtmazsa başka hiçbir şey dağıtamaz."

"Sen ne yapacaksın?"

"Bombaları içeri attıktan sonra ters tarafa doğru koşacağım. Geldiğimiz yöne doğru. Sonrasında size yetişirim."

"Dikkatli ol."

Diğerlerinin uzaklaşıp güvenli bir yerde siper almalarını bekledim. Asil, uzakta, feneriyle işaret verdikten sonra elimdeki bombaların pimini sırasıyla çekip cephaneliğin içine attım. Attıktan sonra var gücümle koşmaya başladım ve bulduğum ilk duvarın arkasına yaklaşıp bekledim.

Patlama çok şiddetliydi ve yerin titremesine sebep olmuştu. Kendime gelmem birkaç dakika sürmüştü. Tüfeğimi tekrardan elime aldım ve tetikte bir şekilde, patlamanın olduğu yere doğru gitmeye başladım. Cephanelikten eser kalmamıştı. Duvarlar yıkılmıştı ve her taraf alevler içindeydi. Yukarıdaki nöbetçilere göz attıktan sonra Asil ve diğerlerini en son gördüğüm yere göz gezdirdim. Orada değillerdi.

Nereye gideceğimi bilemiyordum. Gitmem gereken yer, yıkılmış duvarlarla ve alevlerle çevrelenmişti. Tekrardan geldiğimiz yola doğru ilerlemeye başladım. Duvarların ve döküntülerin arasından ilerleyerek bizi tuttukları deponun yanına geldim. Sürüyle olan savaşları hala devam ediyordu. Cephanelik havaya uçtuğu için kullanacakları herhangi bir patlayıcı yoktu ve ellerindeki silahlarla idare etmek zorundaydılar. Asil'in kadınları tuttuklarını söylediği yere doğru baktım ve bir siperden diğerine ilerleyen Emre'yi gördüm. Başarmışlardı. Artık binanın hemen yanında duruyorlardı.

Olduğum yerde tıkanıp kalmıştım. Diğer tarafa geçişim haydutlar ve bağırtanlar tarafından kapatılmıştı. Ben de aklıma gelen ilk şeyi yapmaya başladım. Yapacağım atışlar etraf gürültülü olduğu için dikkat çekmeyecekti. Düşüncem buydu. Yukarıda nöbet noktasında bekleyen haydutları tek tek indirmeye başladım.

Elimi tetikten çektim ve tekrardan Emre ve diğerlerini son gördüğüm yere doğru bakmaya başladım. Duvar diplerine ve siperlere iyice baktım ama kimseyi göremedim. O sırada daha demin nöbetçileri indirdiğim yere çıkan merdivenlerde birkaç gölge gördüm. Dikkatlice baktığımda bu gölgelerin bizimkilere ait olduğunu anladım. Onlara bir şekilde burada olduğumu belli etmem gerekiyordu. Ne yaptıklarını biliyormuş gibi hareket ediyorlardı ve planları arasında olmadığım kesindi. Gözlem kulesine geldikleri zaman durdular ve eğilerek gözden kayboldular.

Artık risk almam gerekiyordu. Onların yanına gitmeliydim. Şarjörümü kontrol ettim ve içinde mermi olduğunu gördükten sonra tekrar yerine taktım. Tam yerimden çıkıp koşacakken silah seslerinin arttığını fark ettim. Daha demin bizimkilerin siper aldığı yere baktığım sırada, sürü ve bağırtanların olduğu yere doğru saldırı başlattıklarını gördüm. Bunu gördükten sonra ben de bir yere siper aldım ve onlara katıldım. Hem bağırtanlar karşısında hem de bizim karşımızda erimeye başlamışlardı. O sırada bir motor sesi geldi ve saklandığım siperin önünden tamamen zırhla kaplı bir kamyon geçti. Haydutları ve bağırtanları altına alarak hızla ilerleyip kamptan çıktıktan sonra gözden kayboldu.

Kıpırdayan ne varsa o an hızlı bir şekilde öldürüp kampın merkezinde toplandık.

"Kaçtı," dedi Emre.

"Evet. Elimizden kaçırdık," dedi Batuhan.

"Bu savaşı kazandık. Şu an için düşünmemiz gereken şey bu," dedi Cansın.

"Size bir şey yaptılar mı?" dedim.

"Hayır. Sadece nöbetçiler vardı. Bir şey bekliyor gibiydiler ama sonrasında patlama olunca bizi bırakıp çıktılar."

"Güzel. Onur'u bulabildiniz mi?"

"Hayır, onu da bulamadık."

"O zaman bu iş daha bitmedi," dedi Emre.

"Evet, bitmedi."

Kampın içinden bulabildiğimiz işe yarar bütün malzemeleri kamyonlara yükledik. Bu birkaç saatimizi almıştı ama kazanmış olmanın verdiği enerji ile herkes hızlı bir şekilde halletti her şeyi. Kalan birkaç bidon benzini kampın her yanına döküp yaktıktan sonra oradan uzaklaştık.

"Burayı bir daha kullanamayacaklar. Buna izin vermeyeceğiz. Artık gözlem yapmak için dışarı çıktığımızda burayı es geçmeyeceğiz," dedi Emre.

"Bir şeyi merak ediyorum," dedim. "Bağırtanlar sürü olarak nasıl kampa saldırdılar ve o patlamaların sebebi neydi?"

"Bence onu evimize gittiğimizde öğreneceğiz," dedi Cansın.

Kısa bir sürüş mesafesinden sonra kapıları kırılmış olan evimize girdik. Otoparkın güvenlik kapısına yakın bir yere park ettikten sonra malzemeleri indirdik ve girişi, kapıları tekrar tamir edene kadar kamyonlarla kapatmaya karar verdik.

"Taha, Batuhan ve Selen… Etrafa bakıp kızları bulmaya çalışın. Burayı biz hallederiz."

"Tamamdır."

Taş binada işimize yarayacak malzemeleri içeriye koyduk. Restoranda işimize yarayacak malzemeleri oraya taşırken yanımıza Taha geldi, Başak ve Çağla'yı bulduklarını söyledi. Hepimiz Taha'nın peşine takıldık ve balo salonundan geçerek havuz tarafına doğru yürümeye başladık. Gördüklerimizden sonra hepimiz birbirimize bakıp gülmeye başladı. Başak, Çağla ve Sena kendilerine şezlong açmıştı ve havuz kenarında uzanıyorlardı.

"Beklediğimizden daha geç geldiniz," dedi Çağla.

"Sizdiniz değil mi?"

"Başka kim olacaktı?"

"Peki nasıl?"

"Zor olmadı. Aslında bu fikri bize -inanamazsınız ama- Sena verdi. Planın en zor kısmı, bir sürü bulmaktı. Onu bulduktan sonra yapmamız gerekeni yaptık ve sürünün bizi takip etmesini sağladık. Sürüyü kampa kadar getirdik ve gözden kaybolduk. En sonunda üç tane patlayıcı alıp kampın kapısının uçmasına sebep olduk. Bunu gören bağırtan sürüsü kendiliğinden içeriye girmeye başlamıştı bile."

"İnanılmazsınız," dedi Emre.

"Teşekkürler," dedi Sena havalı bir şekilde.

Bir süre herkes havuz kenarında oturup muhabbet etti. Uzun zaman sonra ilk defa rahat bir şekilde sohbet ediyorduk. Nöbet tutan kimse yoktu. Çalışan kimse yoktu. Bugün tatildi. Uzun bir süre daha rahat olacağımızı hepimiz biliyorduk ama hazırlanmak zorundaydık. Daha hiçbir şey bitmemişti. Baba dedikleri kişi ve Onur ortalarda yoktu. Onları bulmak ve intikamımızı almak zorundaydık.

"Selen, seninle biraz konuşabilir miyiz," dedim.

"Tabii."

"Seni o savunma noktasına Berk'le gönderdiğim için özür dilerim. Onun bize ihanet edeceğini düşünememiştim. Sanırım, düşünecek durumda da değildim. Her şey olsun ve bitsin istiyordum."

"Unutma ki oraya beni zorla göndermedin. Ben onay vermeseydim göndermeyeceğini biliyorum. O yüzden sorun yok. Şu an buradayız ve kutlama yapıyoruz. Kafana takmana gerek yok."

"Teşekkür ederim."

Birkaç saat daha durduktan sonra herkes odalarına dağıldı. Yıpranmış bir vaziyette yatağıma uzandığım sırada kapımın gıcırdayarak açıldığını duydum. "Kimsin?" dedim sessiz bir şekilde. "Artık korkmana gerek yok, biliyorsun. Gelebilir miyim?" "Evet, gelebilirsin… Cansın."