kişi kendi hayatı hakkında bir karar verdiğinde ve bu karar başka bir kimsenin hayatını kötü bir şekilde etkiliyorsa, hayatına devam eden kişi vicdan azabı çekmeli mi yoksa hayatın doğal akışına saygı duyup kendini düşünmeye devam mı etmeli?


eminim hepimiz, bir gün, bir an verdiğimiz bir kararla başka birini derinden sarsmışızdır hem de böyle bir amacımız hiç yokken. kendi içimizde verdiğimiz savaşlarla birlikte artık bazı şeyleri geride bırakma heyecanıyla dolmuşken, başka hikayelerde muhakkak en kötü olarak anılmışızdır. belki de kötülük ve hata yapmışızdır, karşıda onarılamayacak bir hasar bırakmışızdır; nasıl başkaları tarafından kalbimiz kırılıyorsa biz de başkalarının kalbini kırmışızdır.


burada vicdan azabı ve vicdan rahatlığı arasında ince bir çizgi var. verdiğimiz kararlar mutlaka bizden başkalarını da etkileyecek ama biz bu kararı neden ve ne şartlarda veriyoruz? bir kurtulma çabası, yeni bir sayfa inanışı yani özünde kişinin yalnızca kendini düşündüğü senaryo; burada artık vicdani bir yükle kendimizi yormanın pek bir anlamı yok. başka bir versiyonda kararımızın başkalarını etkileyeceğinin bilincinde ve zaten etkilesin diye bu kararı veriyor olmak içten içe bir hesaplaşmaya götürüyor. kendimiz için iyi olacağını düşündüğümüz şeyi yapmak bizi asla üzmemeli, "çünkü ben varsam bu ağaçlar ve parklar var"


fikirlerimizin değişmesi, zaman içinde yapmak istediğimiz şeylerin dönüşmesi, yapmak istemiyorum dediğimiz şeyleri artık istiyor olduğumuzu fark etmek yani işin özünde büyüyor, değişiyor ve gelişiyor olmak.


arzularımızın artık başka yönlere yönelmesi, huzur arayışımızın farklılaşması, belki de zaten hâlihazırda kurtulmak istediğimiz bir dinamiğin içinde olmamız bize benliğimizden çok uzak kararlar verdirebilir. kendimize yabancılaşabilir belki artık yekpare kötü biri olduğumuzu düşünüyor olabiliriz ama bu tabii imkansız çünkü bir kötülük ve bir iyilik bizim tamamiyle bulunduğumuz tarafı belirleyemez. bu bilinçte, kendi hayatımızı düşünerek aldığımız kararlar, bizi mutsuz da etse, dünyanın en mutlu insanı da yapsa çok kıymetliler. çünkü öz irade ile verildiler.


bunun yanında verilen kararların ahlak ile ölçülmesi durumunda, karardan etkilenen kişiler eğer bu etkilenme kötü ise bunu etik yargılara indirgeyebilir. spinoza bu konuda şöyle diyor "ahlaki yargıların oluşmasında bireysel çıkar ve faydalar öncelikli rol oynar." buradan şu anlamı çıkarabiliriz, ahlak formları kişinin o anki çıkarına, faydasına göre değişebilir. bu yüzden sevdiğimiz insanların yaptığı hatalar bize her zaman daha affedilebilir gelir, artık sevmediğimiz ya da çok sinirli olduğumuz birinin yaptığı hatanın kati suretle affedilemez gelmesi gibi. çünkü ahlak anlayışımızı "herkes" kapsamında eşit tutmak neredeyse imkansız. kendimizi seviyorsak, aldığımız kararların ahlaki boyutunu kendi içimizde tartıp dengelemeliyiz.


benliğimize duyduğumuz saygı, her ne yapıyorsak yapalım yine de terk edemeyeceğimiz tek kişinin kendimiz olduğunu kabul etme süreci bizi ağlatacak, kıracak ve günün sonunda derin bir nefes aldıracak.


birazcık sabredelim.